bread

Balık Ayhan: Evimizdeki neşeyi, sokağımızdaki hüznü daha yansıtamadık.

 

Ritim ustası Balık Ayhan, yeni albümü ‘Roman House’ ve hikayesini yazıp, müziklerini hazırladığı ‘Baba Fingo’ filmiyle yeniden gündeme oturmaya hazırlanıyor.

Atölyenizi bir ritm dergahı haline dönüştürmeyi düşünüyordunuz? Bu gerçekleşti mi?

Şimdiye kadar dört profesyonel ritimci yetiştirdik. İki tanesi Yunanistan’da. Bir tanesi İzmir, bir tanesi de İspanya’da. Balat’da oturup Türk dili üzerine araştırma yapan Nikos diye bir Rum vardı. Yunanistan’dan Yorgos diye bir arkadaşı arayıp ‘Ben ritm çalışmak istiyorum’ demiş. O da bana getirdi. Geçen sene bayağı çalıştık. Ayrıca hafta sonları 30 – 40 kişilik gruplar oluyor. Aralarında iş adamları, avukatlar da var. Hobi olarak geliyorlar sonra iş ciddiye biniyor.

Bu insanlar ritmi daha çok terapi gibi görüyorlar herhalde?

Evet öyle. Çünkü kalp atışımız da bir ritimdir. Psikolojik anlamda önemli bir tedavi şekli. Öncelikle deşarj oluyorsunuz.

Küçüklükten beri ritim vurarak yaşamak nasıl bir şey?

Benim ailemde müzisyen yok biliyorsunuz. Hepsi sıcak demirci, ışıklı tabelacı. Ben 9 yaşında Hacıhüsrev’de mahalle düğünlerinde darbukacıya yardım ederek başladım. Sonra çıraklık devri başladı. Orta parasını topladım.  Burhan Tonguç’tan ritm dersleri aldım. 12 yaşında Galata Kulesi’nde profesyonel olarak çalışmaya başladım. Sonra askerlik dönemi geldi. Askerden sonra da albüm yaptım. Enstrümantal ‘Yaşayan Ruhlar’, ‘İstanbul Müzik İmparatorları’… Dört beş tane klasik Türk müziği plakları yaptım.  Sonra ‘Ağır Roman’. İki üç tane film müziği. ‘Randevu’, ‘Azgın’, yine enstrümantal olan ‘Bab-ı İstanbul’…  Kızımın odasında Q  base programım var. Orada çalışıyorum. Yeni bir albüm hazırlıyorum. Onu inşallah Şubat ayının sonu gibi çıkartacağız.

Nasıl bir albüm olacak?

Enstrümantal bir albüm olacak. Ben hiçbir albümümde darbukayı ön plana çıkartmadım. Ya en son parçadır ya da en sondan bir önceki. Ama bu işi bilmeyen bazı arkadaşlar var. Darbukayı ön planda tutanlar oldu. Pek ne yaptıklarını bilmiyorlardı. Biz de ‘Yaşayan Ruhlar’ı yaptığımızda, ne yaptığını bilmeyenlerdendik. Doğru yolu inançlarımız gösterdi. Şimdi özellikle ‘Ben Balık Ayhan’ diye bir albüm çıkartacağım. ‘Roman House’ olacak albümün adı. Biraz elektronik müzik de koymak istiyorum.

Buradaki ‘House’ house müzik mi?

Hayır. Biz hala Roman müziğini dünyaya tanıtamadık. Evlerimizde yaptığımız provalarımızı sahneye taşıyamadık. Sahneye çıktığımızda hep korkuyoruz. Tüm Roman müzisyenler için bu geçerli. 1994 yılında ‘İstanbul Müzik İmparatorları’nda ben ‘Godfather’ çaldım. Beethoven 5. senfoniyi çaldım ‘Pulp Fiction’ çaldım. Şimdi böyle şeyleri yeni yeni yapıyorlar. Ben taa 1994 yılında yapmışım. Albümde en fazla 6 tane enstrümancı olacak. Evimizdeki provayı öne çıkartmak gerekiyor. Ve darbuka öne çıkacak. Tamamen otantik olacak. Evi stüdyoya taşıyacağız. Albümün içinde canlı video kayıtları da düşünüyoruz.

Bu bahsettiğiniz korku neyin korkusu?

Ya bozarsak korkusu var. Evdeki çalışmamız sahneye yansımıyor çünkü sahnede korkuyoruz. Riske girmiyoruz. Zor yerleri geçiştiriyoruz.

Biz hala Roman müziğini dünyayatanıtamadık. Evlerimizde yaptığımız provalarımızı sahneye taşıyamadık. Sahneye çıktığımızda hep korkuyoruz. Tüm Roman müzisyenler için bu geçerli.

Roman müziğin günümüz müziğine katkısı nedir?

Roman müzisyenler kendilerine katkı yaptılar. Müzik adına bir katkı yapılmadı daha. Enstrümantal müzik yorumcularına dikkat edin. Roman müziği ülkemizden çıkmamıştır. Oyun havası çıkmıştır. ‘Ayılana gazoz bayılana limon’ gibi.  Avrupa’da da Türk roman müziğini bilmiyorlardı. Ben elimden geldiği kadar bunu sahneye taşıyorum. İş Sanat’ta ve diğer festivallerde, konserlerimde de sergiliyorum. Mesela Nisan aynında Portekiz’e gidip üç şehir dolaşacağız. Evimizdeki neşeyi, sokağımızdaki hüznü daha yansıtamadık. Goran Bregoviç bunu tanıttı ama Balkan müziği olarak. Balkan müziği ülkemizde pek sevilmiyor. Daha hareketli bir müzik. Balkan müziği açılış müziğidir benim için. Gerçi ‘Çingeneler Zamanı’nda çok güzel ‘Hıdırellez’ diye bir parça vardı. Ama arkası gelmedi. Mesela ‘Ağır Roman’ hala konuşuluyor. Hala bir duygusu var. Şimdi Mustafa Altıoklar ile yeni bir film yapıyoruz. Adı ‘Baba Fingo’. Hikaye benim, müzikleri de ben yapıyorum. O müzikler de çok konuşulacak. Baba Fingo, Romanların mitolojik kahramanıdır. Hıdırellez de Baba Fingo’nun denizin dibinden çıkıp geleceğine işaret eder.

Filmin konusu nasıl olacak?

Film Hıdırellez ile başlayacak. Hindistan’da geçecek. Bir göçü anlatıyoruz. Çingenelerin ilk göçü 8. yüzyıl’da başlar. Ve bütün dünyaya yayılırlar. Dört nedenden; dinsel, tinsel, cinsel ve açlık. Dokuz sekizlik ‘Ağır Roman’ın hikayesi. Baba Fingo’nun tüm dünyaya yayılan torunları. Biraz gerçek hayat biraz kurmaca.

Şimdi Mustafa Altıoklar ile yeni bir film yapıyoruz. Adı ‘Baba Fingo’. Hikaye benim, müzikleri de ben yapıyorum. O müzikler de çok konuşulacak. Baba Fingo, Romanların mitolojik kahramanıdır. Hıdırellez de Baba Fingo’nun denizin dibinden çıkıp geleceğine işaret eder.

Sizin özgeçmişinizden anlar var mı?

Pek yok ama bir sahne var. Orada anlaşılacak zaten benden bahsedildiği.

Yoksa Mahir Çayan’ın ilk darbukanızı vermiş olması mı bu sahnenin konusu?  

Vaaa!! (Gülüşmeler)

Bu hikayeyi bir de sizden dinleyelim…

Bizim mahallemizde kalmış rahmetli. Caminin orada duvara yazı yazıyorlar. Ben de fırlayıp gidiyorum ‘Abi bana boya kutusunu verir misiniz?’ diye.  ‘Ne yapacaksın?’ diye soruyorlar. ‘Darbuka yapacağım’ diye cevap veriyorum. İçlerinden biri de mahallenin delikanlısı, beni tanıyor. Bu durum bir yerlerde anlatılıyor.  Sonra bana mahallenin imamıyla beraber bir darbuka geliyor. Bunu abiler sana gönderdi diyor. Bizim ev caminin karşısındaydı. Çok vaktim geçerdi orada. Camiyi, temizler, süpürürdüm. Hoca da beni çok severdi. Hatta bir dedikodu vardı. Bu çocuk Tevfik Hoca’nın oğlu derlerdi.

Sulukule’nin yıkılması ve oradaki Romanlar’ın başka yere nakilleri konusunda ne düşünüyorsunuz?

Tarihi bir yerin yıkılmasını istemem tabii. Ama kendini değiştirmeyen topluluklar yok olmaya mahkumdurlar. Bir nesil öyle büyüdü tamam. Artık değişiklik olsun. Yıkılmasına tabii karşıyım. Ama daha güzel evler veriyorlar. Dün akşam televizyonda gösterdi. Oynayarak tapularını aldılar.

İstanbul Romanları Kültür Sanat Derneği Başkanısınız. Bu dernekte neler yapıyorsunuz? 

Geçen yıl çok güzel faaliyetler yaptık. Büyükçekmece Hıdırellez Şenliği yaptık. Yaklaşık 350 bin kişi geldi, izledi. Belediye ile Kadıköy Roman Festivali yaptık. Geçenlerde de İş Sanat’ta bir festival yaptık. Bu sene de 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’nde Portekiz, Lizbon’da olacağız.

Tülay Karaca’nın arkasında çaldınız uzun süre. Ritm atölyesinde oryantal yetiştirmek de istiyordunuz. Bu proje ne oldu?

Bunun için akademi kurmak gerekiyor. Benim de hayalim ilerde böyle bir ‘Akademi Roman’ kurmak ve dansçı, müzisyen, ritimci, oryantal yetiştirmek. Oryantal danslarını son dönemde beğenmiyorum. Artık çıkmıyor. Ritm bilmiyorlar, zil çalmasını bilmiyorlar. Asena çok iyi, Tanyeli süper. Başka da çıkmadı.

Bizim mahallemizde kalmış rahmetli (Mahir Çayan). Caminin orada duvara yazı yazıyorlar. Ben de fırlayıp gidiyorum ‘Abi bana boya kutusunu verir misiniz?’ diye.  ‘Ne yapacaksın?’ diye soruyorlar. ‘Darbuka yapacağım’ diye cevap veriyorum. Sonra bana mahallenin imamıyla beraber bir darbuka geliyor.

Balık Ayhan’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 7. sayısında (Aralık 2007 – Ocak 2008) yer aldı. Esra Okutan tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Yüksel Altıntop çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.