ara
face
Son Yazılar
Yazının DevamıSezar ve Napolyon, turşunun askerleri için cesaret kaynağı olduğunu söylemişler....
Yazının DevamıYapımının hayli zor olması nedeniyle tadı ve kıvamı taklit edilemeyen...
Yazının DevamıBüyükannelerimizi işlerken gördüğümüz ve bir dönem demode bulunarak çeyiz sandıklarında...
Yazının Devamıİlkbaharın habercisi leylekler, özellikle Türkiye’de en sevilen hayvanlardan biri. Öyle...
Yazının DevamıSoğuk kış aylarının sıcacık yemişi… “Kestane kebap yemesi sevap…” Sobanın...
Leman Sam & Şevval Sam: Her dilden her telden
Daha önce hiç beraber röportaj vermiş miydiniz?
Leman Sam: İlk defa birlikte röportaj veriyoruz. Televizyona bile çıkmadık beraber.
“İstanbul’s Secrets” ile başlayalım. Bu proje nasıl ortaya çıktı?
Şevval Sam: Aslında benden türkü albümü bekleniyordu. Önce pat diye bir alaturka albümü yaptım ardından da ‘İstanbul’s Secrets’ gibi dünya müziğ tarzında bir albüm çıkardım. Bundan sonra da bir Karadeniz türküleri albümü yapacağım. Bu bir tür kafa karışıklığı olarak algılanabilir ama benim müziği algılayış biçimimle doğru orantılı bir gelişme aslında. Ben tek tip müzik dinleyemiyorum. Benim için, sevdiğim şarkılar, söyleyebildiğim şarkılar diye bir kategori var. “İstanbul’s Secrets” uluslararası düzeyde yayınlanacak ve dağıtılacak. Up Bustle And Out, Radio Tarifa, Thievery Corporation gibi gruplar ve New York’lu bazı DJ’ler yer alıyor. İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve Türkçe şarkılar seslendirildi. Türkçe şarkıların sözlerini ben yazdım. Dünyanın çok iyi ve önemli sanatçılarıyla bir arada olma şansım oldu. Aslında yurtdışı için tasarlanmış bir albüm.
Teklif kimden geldi?
ŞS: Teklif, ‘Up Bustle And Out’dan geldi. Daha önce de ‘Mexican Sessions’, ‘City Breakers’ gibi etnik füzyon albümleri yaptılar. ‘İstanbul’s Secrets’ onuncu albümleri.
Siz de farklı dillerde şarkı söylemeyi seviyorsunuz.
ŞS: Bizim ailece dile bir yatkınlığımız var. Yani sadece ulusal diller değil etnik dillerde de şarkılar söylüyoruz. Buna da devam edeceğiz. Dil bizim için aynı zamanda müzik ve ritimden oluşuyor. Şarkılarımızda yabancı dil kullanmaya özen gösteriyoruz.
LS: Şevval küçüklüğünden beri çok değişik müzikler dinlerdi. Mesela 15 – 16 yaşındayken okul arkadaşlarından kurulu bir ekiple beraber Vakkorama’da bir konser verdi. Ben bir anne olarak değil sadece, bir profesyonel olarak hayran kaldım. Bir ‘Angie’ söyledi, Mick Jagger dinleseydi derdi ki ‘bunu ben artık söylemeyeyim bunu Şevval söylesin’. O kadar güzeldi. Ama pop dışında arabesk de, alaturka da, caz standartları da dinliyordu. Tek tip müziğe bağlanmamak lazım. Şevval’in en büyük avantajı bütün müziklere açık olmasıydı. Hepsini dinledi ve bunları harmanladı. Şimdi hangisini söylese güzel söylüyor.
ŞS: Bir imaj çalışması değil de gerçekten bana dair bir şey olduğu için insanlar da kabulleniyorlar. Mesela Karadenizli olmamama rağmen Karadeniz müziği okuyorum. Kimse de yadırgamıyor. Benim için ‘Alaturka müziğimizin güzide sanatçılarından Şevval Sam’ ya da işte ‘halk müziğinin unutulmaz sesi’ demiyorlar. Unutulmaz olmak için biraz erken ama…
LS: Unutulmaz olmak için ‘Küçük Şevval’ olarak çıkmış olman lazımdı zamanında… (Gülüşmeler)
ŞS: Müziği evrensel bir dil olarak algıladığımız için kategorize edilmek de istemiyoruz. Söyleyebildiğimiz şarkılar var, söyleyemediklerimiz var. Her şeyi söylerim diye ortalığa da atlamıyorum.
Belki dönemsel olarak söylemek istediğiniz şeyler değişiyordur. Böyle denebilir mi?
ŞS: Dönem dönem dinlediklerim biraz değişiyor ama söylemekten keyif aldığım, zevk aldığım şarkılar kolay kolay değişmiyor. Onlardan sıkılmıyorum.
LS: Şunu ayırmak lazım. Kimileri değişik türleri moda olduğu için, gerektiği için söyler. Şevval’inki öyle değil.
Yani piyasanın talepleri doğrultusunda değişmiyor söyledikleriniz.
LS: Şevval, piyasanın bambaşka bir şey dinlediği dönemde, mesela alaturkanın hiç de o kadar gözde olmadığı bir dönemde bir alaturka albüm yaptı ve bunu hakikaten olması gerektiği gibi yaptı. Bence bu ilk albümünü herkes koleksiyonuna koyup yıllarca dinleyecek. Çünkü o şarkıların da modası geçmez, söyleyiş biçiminin de modası geçmeyecek.
ŞS: Daha devrimci bir tavır var. Piyasanın taleplerini yapımcılar belirliyor, onu talep haline dönüştürüyorlar. Biz de doğru olan bir şeyi talep haline dönüştürdük açıkçası. Şu anda en çok satan albümlerden bir tanesi. Zamanında aynı şeyi annem de yaptı. Bu da bir ortak özellik.
LS: Biraz anarşist bir yapımız var.
Sizin politik duyarlılığınız da farklı bir kulvara çekilmenize neden oldu yıllardır.
LS: Ben politik duruşumu mesleğime pek karıştırmak istemiyorum. Benim politik eylemlerim, tavrım, kendi hayatıma dair bir şeydir. Meslek hayatımda sevdiğim şarkıları söylemeye çalışıyorum. Bunların içinde devrimci şarkılar varsa ne ala. Devrimcilik sadece şarkı söylemek ve sadece pankart taşımakla olmuyor. Piyasanın taleplerine uymamak da bir nevi devrimciliktir.
ŞS: Yani biraz akıntıya karşı yüzmek, risk almak lazım. Fark yaratmadığınız müddetçe, hem başarıya ulaşmanız, hem çoğunluğa ulaşmanız, anlatmak istediğinizi duyurabilmeniz hemen hemen imkansız. Çünkü sahne üstü çok kalabalık.
Peki mesela şunu düşündünüz mü? Alaturka albümünde belli bir dinleyici kitlesine ulaştınız. Şimdi İstanbul’s Secrets tamamen farklı bir dinleyici kitlesine hitap ediyor. Her seferinde sıfırdan başlıyor olmuyor musunuz?
ŞS: ‘İstanbul’s Secrets’ daha evrensel bir çalışma. Dünya müziği, adı üstünde. Albümde, kim, nerede, ne şekilde kendinden bir parça bulursa onu alıp tüketecek. Yani Türkiye’de de öyle bir kitle var, yurt dışında da var, Türkiye’yle ilgilenen yada müziği başka bir yerden dinleyen insanlar var.
Fatih Akın’ın şu an çok konuşulan filminde de rol aldınız. Hayatınızda oyunculuk ve müzisyenliğin ağırlığı nasıl?
ŞS: Müzik biraz daha bireysel bir uğraşı. Sokakta önünüze mendil açıp kendi başınıza şarkı söyleseniz de birkaç kişi size para atar. Oyunculuk öyle değil. Çok ciddi bir ekibe ihtiyacınız var. İyi bir senaryo, iyi bir yönetmen, iyi bir kast, iyi bir yapımcı, iyi mekanlar, iyi bir makyajcı falan… Bütün şartların dört dörtlük bir araya gelmesi lazım. Dolayısıyla sinemada iyi projelere imza atmak biraz daha zor. Televizyon dizisi açısından bakarsak şu anda ciddi bir enflasyon var. Fatih Akın’ın filmine gelince; “Ben Seni Sevdiğumi’yi bir sahnede kullandılar. Benim de güzel yapılmış bir işe bir katkım olmuş oldu. Bu gurur verici bir şey.
Peki dizilere ara mı verdiniz?
ŞS: Ara vermedim, bir proje gelirse yapmayı düşünüyorum. Ama müzik biraz daha hızlı gidiyor bu aralar.
Birlikte proje yapmayı düşünüyor musunuz?
LS: Böyle bir proje teklifi geldi esasında. Nereden geldiğini söylemeyeceğim. Anne ve iki kızı olarak yapılacaktı ama ben çok erken olduğunu düşündüm. Benim diğer kızımın da albümü çıkacak. Ayrıca benim kızlarım şarkıcı ben de şarkıcıyım diye illa ki ortak şbir proje yapmamız gerekmiyor. O proje zaten olacağı varsa kendi aramızda konuşurken birden ortaya çıkar. Böyle projeler yapıldı, Erol Evgin Murat Evgin projesi gibi. İnsanlar da çok sevdi. Ama bizimki güzel olur olmaz bilemem.
ŞS: Güzel olur mutlaka ama çok ciddi anlamda bir ekiple çalışıp bunu ciddi anlamda projelendirmemiz gerekiyor. İnsanlarda şöyle bir şey var; “Aa ne güzel bunlar nasıl olsa anne kız, ikisini birden çıkardık mı reytingleri de tavana vurdururuz” gibi bir yaklaşım olduğu için çoğunlukla biz reddediyoruz. Çünkü annemin çok ciddi bir reytingi var. O artık efsaneleşmiş vaziyette. Bunu her konserinde görebiliyorsunuz. Herkes de bunu bir şekilde malzeme edip bir an önce tüketelim istiyor, biz de buna izin vermiyoruz. Ama ciddi bir proje gelirse neden yapmayalım. Biz sadece anne kız değil meslektaşız da aynı zamanda. Üstelik de hiçbir bağlantım olmasa da Leman Sam’la bir proje içersinde yer almak için herhalde debelenebilirdim.
LS: Bu yanlış anlaşılmasın, biz birbirimize böyle şeyler söylerken, o beni ben onu bazen çok tarafsız bir gözle kritik ederiz ve gördüğümüz yanlışları söyleriz.
ŞS: Kritik etmek zorundayız çünkü zaten birbirimizin kötü bir duruma düşmesini, yanlış bir şey yapmasını en başta istemeyecek olan bizleriz.
LS: Bir meslektaşın, kıskanmadan ve iyiliğini isteyerek tarafsız bir eleştirmen gibi sizi eleştirmesi büyük bir şans. Onun için biz her konuda birbirimize danışırız.
Peki diğer kızınız Şehnaz Sam’ın tarzı nasıl?
LS: Şehnaz davul çalar, tarzı da daha alternatif rock tarzıdır. Eskiden Ece Bar’da okul arkadaşlarıyla müzik yapardı. Sonra Zeytin Grubu’nda çaldı Aylin Aslım’la. Onun müzik tarzı bize göre daha sektir. Rock soundu sever. Barış Manço hayranıdır. Ben ona dedim ki “yarın öbür gün sahneye çıktığın zaman hiç değilse bir tane şarkıda davul çal”. Bir kadının davul çalması bana çok çok çok hoş geliyor. Gerçi bunu keşke daha önce yapabilseydi diye düşünüyorum çünkü artık bir sürü kız davula heves ediyor. Eskiden bir Volvox vardı kız grubu olarak. Şimdi sanıyorum başka kız davulcular var.
ŞS: Şehnaz da alaturka sever, rock soundunda icra edilebilecek bazı türküleri sever. Ama soundu daha nettir. Biz daha farklı türlere açığız.
Vizontele 2’deki hikayenin sizin hikayeniz olduğu doğru mu?
LS: Evet, birazı. Aynısını yapmaya zaten imkan yoktu. Ama Vizontele 1’de de bir futbol oynama sahnesinde Leman diye uzun saçlı bir kız vardır.
ŞS: O ailede annem bir efsanedir zaten.
LS: O aileyle çok iyi tanışırım ben. Yani Yılmaz’ın (Yılmaz Erdoğan) en küçük amcası benim sınıf arkadaşımdı. Büyük amcası sevgilimdi.
ŞS: İlk aşkı…
LS: İlk aşkım evet. En son Ankara’ya gittiğimde Süheyla Hanım’ı ziyaret ettim. Birlikte fotoğraflar da çektirdik. Çok eskiye dayanan bir dostluğumuz var. Yani Vizontele 2’deki hikayede ufak tefek sapmalar olsa bile hikayenin özündeki aşk bizimkisi.
Siz nerelisiniz?
LS: O çok karışık ama Hakkarili olmadığım kesin. Ben Anadoluluyum, çok seviyorum Anadolulu olmayı.
ŞS: Bizim böyle bir ortak noktamız var anne. Sen Hakkarili zannediliyorsun, ben Karadenizli.
LS: Bana Rum, Ermeni, Yahudi, bir çok köken yakıştırılmıştır.
ŞS: Bu biraz söylediğimiz şarkılardan da kaynaklanıyor sanırım. Sen ladinolar filan da söylüyorsun.
LS: Ladinolar çok eski antik Rus Yahudi şarkıları…Bazen bakıyorum da repertuvarıma gerçekten şaşkına dönüyorum bunu da mı söylemişim diye…
Sizin Karadeniz türküleri albümü ne zaman çıkacak?
ŞS: Kasım ayı itibariyle başladık çalışmaya. Daha önce Karadeniz türküleri albümü yapmamamın nedeni şu: Gülbeyaz karakterinden sonra büyük bir beklenti doğmuştu ve herkes beni Karadenizli sanmaya başlamıştı. Hem bu durumu istismar ediyor gibi olmak hem de kendimi tek bir tarza hapsetmek istemedim. O yüzden alaturka albüm çıkartmam ters köşeye yatırdı insanları. Fakat benim hayata karşı duruşum, tavrım, kılığım, kıyafetim böyle alaturkacı gibi de değildi. Dolayısıyla İstanbul’s Secrets’ı çok da fazla yadırgamadı insanlar. Çünkü buyum yani anlatabiliyor muyum? ‘Sek’ gençleri alaturkayla barıştırdı diye düşünüyorum. Çünkü onlar çok sıkılıyorlardı takma kirpikli, maşalı böyle büyük hareketler yapan insanların görüntülerinden. Benim daha çağdaş görüntüm, müziğe bir hayat tarzı olarak bakmamaları gerektiği, iyi müziğin, iyi icra edildiğinde keyif verdiğini anlamaları açısından çok önemli bir detaydı. Fakat yine de bütün bu süreç içersinde Karadeniz türküleri talebi hiçbir zaman bitmedi. Şimdi bu kadar talep gelince de inat etmenin bir anlamı yok diye düşündüm. Çünkü insanlar benden Karadeniz müzikleri dinlemeyi seviyorlar ve artık kategorize edilmem gibi bir şey söz konusu da değil. Her telden her dilden eski TRT programları gibiyim valla…
Sizin de albüm çalışmanız var sanırım şu anda. Biraz ondan bahsetsek…
LS: Valla pek yapmaya niyetli değildim. Ben bugüne kadar çok sıkıntı çektim. Avukatlarla falan işimi garantiye almadığım için bana daha kolay zarar verebildiler. Benim öyle bir saf yanım var, karşımdakini kendim gibi etiğe önem veren, ahlaklı biri zannediyorum. Öyle değil insanlar. Bayağı canım sıkıldı bu meseleden. Onun için de motivasyonum çok düşüktü. Ama insanlar da pek bırakmıyorlar. Konserlerde niye albüm çıkarmadığımı izah etmekten artık mahçup olduğumu söyleyebilirim. Şimdi işin repertuar bölümüyle uğraşıyorum. Beni en çok yoran repertuar bölümüdür. Çünkü sevdiğim şarkıları söylemek isterim. Ben böyle iki tane şarkı koyayım lokomotif olsun gerisini de doldurayım istemem. Hiçbir albümümde öyle olmadı zaten o yüzden albümlerim hala raflarda ve satıyor. Gerçi bana bir faydası yok satmasının da onu da söyleyeyim parantez içinde. Ben sadece müzik yapmak istiyorum, işin teknik yanlarıyla uğraşmak istemiyorum. Türkiye’de müzik konusunda kendin pişir kendin ye gibi bir durum oldu ve bu yüzden müzik yerlerde sürünüyor. Prodüktörler telif vermemek için ya da Türkiye’deki besteciler çok para istediklerinden kendi bestesi olan insanlara albüm yapmaya başladılar. O yüzden de kalite düştü. Bir kere temelden müzik sektörünün yıkılıp yeniden yapılanması lazım. Ben çok üzülüyorum; İran müziği dediğiniz zaman bir kimliği var, Yunan müziği dediğinizde belli bir kimliği var, İrlanda deseniz aynı şey ama bizde öyle değil. Bizde bir keşmekeş, bir curcuna gidiyor. Türler belirli değil, hepsi birbirinin içine girmiş. Fantezi, arabesk, arabesk pop, arabesk rock, pop rock, folk rock diyorlar. Yani böyle bir şey görülmemiştir. Yani bu nasıl bir çıfıt çarşısı gibi bir şey… Sinemamız biraz daha iyi durumda ama müzik öyle değil. Siz aynı fikirde değil misiniz? Böyle bir keşmekeş yok mu müzikte şu anda?
Türler artık eskisi gibi kesin olarak ayırt edilemiyor, birbirinden ama bu bir sorun değil bence.
LS: Peki başka kesin olan bir şey söyleyeceğim size; her önüne gelen, iki üç tane akoru yan yana getiren de eser icra ettim diyor, benim anlattıklarım da bunlar zaten
ŞS: Ciklet manisi gibi sözler var
LS: Evet ciklet manisi gerçekten… ‘Kulağımdan öp beni hoşnut kalayım’ diye bir şey duydum ben. Daha ne diyeyim yani. Müzik bu kadar haşin davranılmaya, bu kadar hafife alınmaya layık bir şey değil. Evet insanların hepsi şarkı söyleyebilir, iş yaparken söyleyebilir, dost meclisinde söyleyebilir ama her meslekten ve her katmandan her insanın da çıkıp şarkıcı olmasına, bu cüreti göstermesine ben çok şaşırıyorum. En sonunda şuna karar verdim; kulaklarımı tamamen dıştan gelen seslere kapatıp kendi içimdekileri söylemek, müziğimi de hayatım gibi sadeleştirmek istiyorum.
Leman Sam ve Şevval Sam’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 7. sayısında (Aralık 2007 – Ocak 2008) yer aldı. Esra Okutan tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.