ara
face
Son Yazılar
Yazının DevamıSezar ve Napolyon, turşunun askerleri için cesaret kaynağı olduğunu söylemişler....
Yazının DevamıYapımının hayli zor olması nedeniyle tadı ve kıvamı taklit edilemeyen...
Yazının DevamıBüyükannelerimizi işlerken gördüğümüz ve bir dönem demode bulunarak çeyiz sandıklarında...
Yazının Devamıİlkbaharın habercisi leylekler, özellikle Türkiye’de en sevilen hayvanlardan biri. Öyle...
Yazının DevamıSoğuk kış aylarının sıcacık yemişi… “Kestane kebap yemesi sevap…” Sobanın...
Özer Şenay’ın ardından: Cümbür cemaat hepimiz öksüzüz!
Bu yazı, Özer Şenay’ın ölümünün ardından yazılıyor ve hayat hikayesini anlatmayı, memleket müziğine yaptığı katkıları, getirdiği yenilikleri anmayı amaçlıyor. İzninizle yazıya kendi kişisel tarihimden satırbaşları vererek başlayacağım zira Özer Şenay benim için önemli bir isim. 1988’de Ankara’ya okumaya geldiğimde tanıdım, sonrasında peşinden koştum, bulduğum her şeyini heyecanla karşıladım. Onu, Erkin Koray’la birlikte tanıdım, birlikte sevdim. Yıllar sonra Erkin Koray en tasvip etmediğim partiye oy vererek ve onların çığırtkanlığını yaparak bana feyk attı ama Özer Şenay hep mağrur duruşunu sürdürdü. Ne yazık ki geçtiğimiz 9 Eylül’de onu akciğer kanserinden kaybettik. Bu yazı, yıllar sonra ona olan gönül borcumu ödemek için kaleme alındı.
1988’de okumak üzere Ankara’ya geldiğimde bocaladım. Tanımadığım bir şehir, bilmediğim bir hayat, taşradan büyükşehire gelmiş olmanın yarattığı korku ve denizsizliğin sıkıntısı üst üste gelince kendimi müziğe verdim. Her şeyi dinliyor, içimdeki ısrarlı öğrenme isteğine karşı koymuyordum. 16 yaşındaydım, ecnebi müzik dinliyordum, Mazhar Fuat Özkan ve Barış Manço’dan gayrısını bilmiyordum. Bir gün (Ankara’nın başkent oluşunu kutlama etkinlikleri kapsamında) Erkin Koray’ın konser vereceğini duydum. İki gün arayla önce Yüksel Caddesi’nde, sonra Derya Sineması’nda dinlemeye gittim. Basta Ahmet Güvenç, davulda Sedat Avcı eşliğinde sahneye çıktı ve aslında benim (belli ki filmlerden) ezbere bildiğim şarkıları söyledi. Erkin Koray’la bu ilk karşılaşma anı onu araştırmak için bir fırsat yarattı ve henüz plakların ortadan kalkmadığı bir dönemde ben deli gibi Erkin Koray plakları aramaya başladım! Çabalarım nihayet sonuç verdi: “İlla ki” albümünü Abidinpaşa civarında kıyıda köşede kalmış bir plakçıda buldum. İyi haber: Konserde en çok sevdiğim iki şarkıdan biri, “Kızları da Alın Askere” bu albümdeydi. Kötü haber: (Adının “Arap Saçı” olduğunu henüz bilmediğim) diğer şarkı yoktu. Neyse ki imdadıma tam da o dönemde Erdal Plak tarafından yayınlanmış iki Erkin Koray kaseti yetişti. Sadece “Arap Saçı” değil, “Fesupanallah”tan “Şaşkın”a bütün Erkin Koray “hit”leri vardı bu iki kasette. Ama ben bunlardan ziyade “İlla ki”ye takıldım. Açılışta yer alan ve albüme adını veren şarkıyı konserden biliyordum. Yıllar sonra (yine aynı albümden “Boşuna” ve “Deli Kadın”la birlikte) Devil’s Anvil albümünde rastladığımda yine heyecanlanacaktım ama o zamana kadar uzaktan sevdiğim şarkılar arasında kalacaktı. Albümün asıl bombası ise “İlla ki”nin hemen ardından gelen “Sarhoş Gibiyim” oldu. Şarkı ilk dinlediğimde bomba etkisi yarattı ve diğer şarkılara geçmeden iğneyi birkaç kere daha onun üzerine getirdim. Kim bilir kaçıncı dinlemede altındaki imzaya bakmak geldi aklıma: Özer Şenay. Adını ilk kez duyuyordum; aklımın bir köşesine yazarak Erkin Koray hattından akmaya devam ediyordum.
İKİNCİ ADAM OLMAK GÜZEL
Özer Şenay adının bundan sonra nerede karşıma çıktığını hatırlamıyorum. Belki bir Biricik plağında, belki “Cümbür Cemaat”in kapağında, belki de bir Zeki Müren albümünde… Şundan eminim ama: Her nerede karşıma çıktıysa beni illa ki yeniden heyecanlandırmıştır. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Bugüne kadar ilk dinleyişte sevdiğim ve bestecisini bilmediğim nice şarkının altında onun imzasına rastladım. Dolayısıyla Özer Şenay’ı kendime yakın bildim ve olaya hakim olduktan sonra onun şarkılarını ve onunla ilgili haberleri ayrıca toplamaya başladım. Sonrası geldi zaten: Özer Şenay seven arkadaşlarımla onu anan uzun sohbetler yaptığımızı ve kendi aramızda şarkılarını söylediğimizi biliyorum. Roll’da bir Özer Şenay söyleşisi gördüğümde deliye döndüğümü de hatırlıyorum: Bir çırpıda okumuş, sonra başa dönüp sindire sindire yeniden okumuştum.
Özer Şenay’ı hiç canlı görmedim ama hep yakınımdaymış gibi sevdim. Ölüm haberini Ankara’da bir yağmurlu akşamüstü Serkan Seymen’den aldığımda çok yakınımdaki bir insanı kaybetmiş gibi üzüldüm. Telefonda konuşurken “umarım doğru değildir” cümlesini kaç kere kurduk hatırlamıyorum ama işe yaramadı. Aynı hafta, Radikal Cumartesi için bir yazı yazdım: “İkinci adam gitti; ‘Arap Saçı’ öksüz” başlığıyla 29 Eylül 2007 tarihinde yayınlanan bu yazının girişini izninizle buraya almak istiyorum:
“İkinci adam olmak güzel. Garanti ikinci adamsın çünkü. Üçüncü olmuyorsun, bu güzel.” Roll dergisinin 64. sayısında bunları söylüyordu Özer Şenay. Pek çok insanın yanındaydı, bir türün yaratıcısıydı, hep ikinci adamdı ve sıradan bir hayatı olduğundan dem vuruyordu. Bunu kendi seçmişti üstelik. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Erkin Koray, belki de en güzel çalışmalarını Özer Şenay’ın desteğiyle yaptı. Genç nesillerin Funda Arar’dan da bildiği “Arap Saçı” onundu mesela. Müslüm Gürses’in “derin” şarkısı “Benim Meselem” ve Ferdi Tayfur’un “Canıma Yetti Kader”, “Aramızda Engeller Var” gibi şarkıları da… Nilüfer’in arabesk denediği yıllarda bir Özer Şenay şarkısı olan “Tövbekâr”ı seslendirmesi elbette tesadüf değildi. Suavi’nin Altın Güvercin yarışmasında bir Özer Şenay bestesiyle dikkati çekmesi de: “İki Gözüm İki Çeşme”nin 90′lı yılların başında patladığını, Zeki Müren’den İbrahim Tatlıses’e pek çok sanatçı tarafından seslendirildiğini nasıl unutabiliriz? Belki de en çok parayı bu şarkıdan kazandı Özer Şenay ama gözü parada falan değildi. Müzik yapmak istiyordu. Belki de bunun için “ikinci adam”lığı seçti. Belki de bunun için sessiz sedasız aramızdan ayrıldı. Özer Şenay’ın ölümünü gazetelerde okumadık. Sevenleri kendi aralarında fısıltıyla söylediler bu haberi birbirlerine; doğru olmamasını dileyerek. Ne zaman ki magazin programlarının birinde cenaze görüntülerine rastladık, o zaman inandık. Bu görüntülerin yayınlanma sebebi bile onun ölümünü haber yapmak değildi: Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve arabeskin diğer yıldızları “ilk kez” bir araya gelmişti ve bu kimileri için kaçırılmayacak fırsattı! Başlıkta çok klişe bir laf kullandık ama Özer Şenay’ı anlatmanın başka yolu yok galiba: Sadece “Arap Saçı” değil, bütün şarkılar öksüz kaldı.
UYANDIM UYKUDAN ARADIM SENİ
Özer Şenay’ın ölüm haberi aklıma Zeki Müren’in yorumladığı eski bir şarkısını düşürdü; o gece kendi kendime onu söyledim durdum: “Uyandım uykudan aradım seni / Sağıma soluma bakındım anne / Geceler çok soğuk, sessiz ve karanlık / Üşüdüm üstümü örtsene anne…” Ölümün soğukluğunu, çaresizliğini en iyi anlatan şarkılardan birisi belki de bu. ‘80’li yıllarda herkesin dilindeydi, ben çok geç tanıştım ama o zamandan beri en sevdiğim, en duygulandığım şarkılardandır.
Kişisel Özer Şenay tarihimi burada sonlandırıp dilim döndüğünce “sahici” Özer Şenay tarihinin bir kısmını anlatayım. O kadar çok şey yapmış ki hayatında, istesem de hepsini anlatamam. Tam bu noktada Erkin Koray’a uzatalım mikrofonu: “Bir hikayemizi anlatmaya kalksak zamanın beyni durur, denizler kurur…”
Özer Şenay Manisa’da doğdu. Küçük yaşta bağlamaya merak saldı, 11 yaşında evden kaçarak bir posta kamyonunun arkasında İstanbul’a geldi. Daha o yıllarda Nezahat Bayram, Muzaffer Akgün, Ahmet Sezgin gibi sanatçılara eşlik ederek adını duyurdu. Müzik bilgisi mahalledeki abilerinden. Burada, babasının ahbabı Murat Germen’in ve ilkokul öğretmeni Haydar Bayçın’ın adını hayırla anmak gerek. Muallim Necati Bey İlkokulu’nda öğrenimini sürdürürken okulun müsamere koluna seçilmesi, hayatını değiştiren ilk hareket. Bir adım sonrası Gediz Sineması önünde (Manisa’ya konser vermek üzere gelen) Nezahat Bayram’a eşlik eden saz ekibinin şefi Hamdi Özbay’la karşılaşması… Bu karşılaşmanın ardından sahne gerisi ziyaretleri başladı. Bu arada babasından alaturka musiki terbiyesi, abilerinden Batı müziği öğrendi. Bir yandan bağlama çalarken diğer yandan kulakları bunlarla doldu ve kendi deyimiyle daha o yaşta “alacalı bulacalı bir adam” haline geldi. Tam bu dönemde, stajyer olarak İzmir Radyosu’na girdi ve Talip Özkan idaresinde çalıştı. Hamdi Özbay’ın teşvikiyle İstanbul Belediye Konservatuarı bünyesinde yer alan Adnan Ataman idaresindeki koroya girişi yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Abdullah Nail Bayşu, Özer Şenay’ın hayatını değiştiren “üstad”. Bir dönem onun evinde süregelen bitmez tükenmez “sohbet”lere katılan Şenay, bu sohbetlerde Orhan Gencebay, Vedat Yıldırımbora, Arif Sağ, Adnan Varveren, Orhan Akdeniz, Selami Şahin, Zeki Müren, hatta Yılmaz Güney gibi isimleri tanıdı. TRT’nin “Yurttan Sesler” tavrına tepki göstererek bağlamada yeni bir stil oluşturmaları bu döneme yani 60′lı yılların sonuna tekabül ediyor. Sonradan “serbest çalışmalar” olarak anacakları stilin tohumları Bayşu’nun evinde atıldı. Özer Şenay’ın stüdyo müzisyenliğine başlaması ve plaklarda dönemin mühim sanatçılarına bağlamasıyla eşlik etmesi bu yıllarda gerçekleşti. Aynı dönemde film müzikleri de yapmaya başladı. Müziğin yanı sıra güzel sanatlara olan ilgisi Fuat Özçelik’ten aldığı dekor eğitimiyle tescillendi. Tanju Okan vasıtasıyla tanıştığı Ümit Yaşar Oğuzcan’la, Şarkışla’nın Sivrialan köyüne giderek Aşık Veysel’i bulması, onu İstanbul’a getirerek telif haklarını toplamaya başlaması da bu dönemin enteresan olaylarından.
BAĞLAMACILARA İADE -İ İTİBAR
Münir Nurettin Selçuk, alaturka musikiyi “ayağa kaldıran” adam olarak bilinir. Zeki Müren, bu sahneleri (kostümleri, dekorları ve mizansenleriyle) şenlendirmiştir. Batı müziğinde öncülük görevi ise Erol Büyükburç’a düşer. Özer Şenay, Arif Sağ ve Orhan Gencebay’ın yardımıyla halk müziğinde böyle bir tavrı sürdürdü ve bağlamacıların iade-i itibar kazanmasına vesile oldu. Öncesinde “karanlık tipler” olarak algılanırdı bağlamacılar ve “meyhanede masa üstünde kadın oynatır” diye bilinen “külhanvari” adamlardı. Özer Şenay onlara kravat taktırdı, ütülü gömlek giydirdi. Roll’daki söyleşide o günleri anarak “bağlamayı ara sokaklardan ana caddeye çıkardık” cümlesini kuruyor. Ana caddede ilerlerken başkalarına katkı sağlamayı da sürdürüyor. Örneğin, az önce sözünü ettiğimiz Erol Büyükburç. Askerlik sonrasında Büyükburç’un orkestrası Elçiler’e girmesi iki taraf için de büyük bir şans. Özer Şenay bu orkestrayla hem memleketi hem Avrupa’yı dolanıyor. Bu arada Erol Büyükburç’a da repertuar konusunda yardımcı oluyor. Büyükburç vasıtasıyla tanıştığı Hulki Saner’den ve Metin Bükey’den de ziyadesiyle feyz alıyor. ‘60’lı yılların sonuna yaklaştığında bağlamanın düzen ayarını değiştirmekle kalmamış, arabeskin de bambaşka bir yola girmesine vesile olmuş bir insan olarak çıkıyor karşımıza. Halk müziğini “muasır medeniyetler seviyesine” götürmek maksadıyla yola çıkan ancak memleket insanından uzaklaştıran Türk Beşleri’nin yapamadığını Şenay – Sağ – Gencebay üçlüsü (yani Şenay’ın deyimiyle Türk Üçleri) yapıyor. Bu üçlü Batı armonileriyle bağlamayı bir araya getirip çoksesli deneysel çalışmaların önünü açıyor ve bir köprü oluşmasını sağlıyor. Bu denemelerin geldiği en dikkat çekici nokta ise elbette elektro bağlamanın icadı. Özer Şenay bunu da şöyle anlatıyor: “İlk elektro bağlama Erkin Koray’ın gitarının manyetiklerinin Orhan Gencebay’ın bağlamasına takılmasıyla elde edilmiştir. Onunla da ‘Hey Gidi Koca Dünya’ çalınmıştır. Bu böyle biline.”
Erkin Koray, Özer Şenay’ın hayatındaki mühim isimlerden. “Hippi”lerin ortalığı sardığı, “çiçek çocukları”nın rengarenk giysileriyle sokaklarda dolandığı, “savaşma seviş” sloganının dillere düştüğü dönemde Koray’ı Emek Sineması’ndaki bir konserinde izliyor. Öncesinde de Ersen, Ünol Büyükgönenç, Seyhan Karabay, Taner Öngür gibi isimlerle Batı müziği – folklor münasebetiyle alakalı mesai yapıyor. Bu mesailerin sonucunda da “serbest çalışmalar”ın seyri ortaya çıkıyor.
DÜZENLEME GURUSU
Özer Şenay’ın bir de aranjörlüğü var. Neredeyse bütün Biricik albümlerinde, Huri Sapan’dan Adnan Şenses’e pek çok sanatçının ilk kayıtlarında, Mine Koşan, Neşe Karaböcek, Esengül gibi arabeskin sultanlarının arkasında ve hatta yakınlarda Sibel Can albümlerinde hem düzenlemeleri üstleniyor hem de bağlamasını konuşturuyor. Elbette Erkin Koray, Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur şarkılarının önemli bir kısmında da onun imzasına rastlamak mümkün. Muazzam bağlamasını duyduğunuzda “işte” diyorsunuz: Çalışı o kadar kendini belli ediyor. Müzik direktörlüğünü yaptığı albümler de diğerlerinin arasından hemen sıyrılıyor ve kendini gösteriyor. Misal, Ferdi Tayfur’la birkaç yıl önce yaptığı “İnceden”… Sadece bu albümdeki ince işçilik bile Ekşi Sözlük’te rastladığımız “düzenleme gurusu” sözünün altını doldurmaya muktedir.
Bu noktada onun bağlama çalışından söz etmezsek olmaz. Eylül 1976′da başlayan Almanya dönemi, müzisyenliğinin en ön plana çıktığı dönem. Altı milletten müzisyenlerle kurduğu Ensemble Oriental, maalesef bizim memlekette yayınlanmayan bir albüme de imza atıyor: Kayıtlarda 1983 tarihli olarak görünen bu albüm “Orient” başlığını taşıyor ve “Zühtü”, “Hüdayda” gibi düzenlemelerin yanı sıra “Espri”, “Dance of Saz” gibi özgün besteleri de içeriyor. Bu albümün ortaya çıkış süreci de enteresan. Ancak ona geçmeden 2006’da ARC tarafından İngiltere ve Amerika’da yayınlanan bir Özer Şenay albümünden söz edelim: “Shahrazat – Turkish Belly Dance” adını taşıyan albümde Özer Şenay’ın (“İstanbul’a Selâm”, “Benden Sana”, “Beyoğlu’nda Bir Akşam” gibi isimleri haiz) kendi besteleri var. Bu besteler, Halil Karaduman, Ercan Irmak, Günnur Perin gibi isimlerin katılımıyla yorumlanıyor.
Gelelim Ensemble Oriental’e: Özer Şenay, Almanya’ya “müzik öğrenmek” üzere gidiyor, uzunca bir dönem Berlin Filarmoni Orkestrası’nı yöneten Herbert von Karajan’ın provalarını izliyor ve ‘60’lı yıllarda Cem Karaca’yla da çalışmış olan Werner Müller’in asistanlığını yapıyor. Bu beynelmilel grubu da tam o sırada oluşturuyor. Yazık ki bu grup Türkiye’de çok bilinmiyor. Ancak bu demek değil ki kısır bir alanda kalmışlar. Ensemble Oriental, bizim memleket hariç her yere uğruyor: Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İsviçre, Lüksemburg… Sadece konserler değil radyo ve televizyon programlarına da çıkıyorlar gittikleri ülkelerde. Ve hatta Özer Şenay üniversitelerde memleket müziğini anlatıyor. Nisan 1984’te ise memlekete dönüyor.
BANA AŞK BUDUR DİYE DERDİ SEVDİREN SENSİN
Almanya’daki kayıtlar konusunda bir fikrimiz yok ama neyse ki Özer Şenay’ın bir ses kaydı var. Almanya yıllarının başında (biraz da şakayla karışık) yapılmış bir tek 45′lik plakta kendi sesinden iki şarkısını dinlemek mümkün: “Sen mi Bendesin / Derdi Sevdiren”. Diğer şarkılarını başkalarının sesinden dinliyoruz. Bu “başkaları”, elbette geniş bir yelpaze: Erkin Koray’dan Zeki Müren’e, Ferdi Tayfur’dan Bergen’e, İbrahim Tatlıses’ten Vahdet Vural’a, Mustafa Topaloğlu’ndan Neşecik’e uzanıyor. Bilmeyenler için bir ek bilgi: Neşecik, bugün Zara adıyla bildiğimiz şarkıcının arabesk söylediği zamanlarda kullandığı isim.
Yerimiz sınırlı, daha fazla ilerlemeyelim ve yazının sonuna doğru iki kaynağı tavsiye edelim: Birincisi, ilk elden bilgi almak isteyenler için Özer Şenay’ın ailesi tarafından oluşturulmuş bir internet sitesi: www.ozersenay.com adresinden ulaşabilirsiniz. Bu yazıyı yazarken ziyadesiyle yararlandığım geniş kapsamlı bir biyografi ve sayfamızda göreceğiniz fotoğrafların çok daha fazlası var bu küçük sitede. İkinci kaynak Roll dergisinin başta sözünü ettiğim 64. sayısı. Bu aralar bulmak zor belki ama orada yapılmış Özer Şenay söyleşisi bugüne kadarkilerin en kapsamlısı. Buna ek olarak, Roll’un Kasım 2007 tarihli 123. sayısını da tavsiye edelim. Burada yayınlanan söyleşi notları, Nedim Hazar’ın NTV için hazırladığı “Arabesk – Her Acının Tiryakisi” belgeselinden alınmış ve daha ziyade Özer Şenay’ın müziğe bakışını bize aktarıyor.
Özer Şenay’ın anısı önünde saygıyla eğilerek bitirelim yazıyı ve bize kattığı her şey için ona teşekkür edelim. Gönlümüzde sevgiler, içimizde hasret, cebimizde leblebi, kadehteki “şurup”u onun anısına kaldırırken dilimizde hep aynı şarkı: “Bir derdim var dinleyin ey gökteki yıldızlar/Beni benden çalarak kaybolup gitti yıllar/Aşk yüzünden ıztıraba kul oldum/Ömrüm böyle tükendi, ne kadar zalim yıllar…”
Murat Meriç tarafından kaleme alınan “Özer Şenay’ın ardından: Cümbür cemaat hepiğmiz öksüzüz” adlı bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 7. sayısında (Aralık 2007 – Ocak 2008) yer aldı. Yazıda kullanılan görseller, Murat Meriç’in arşivinden edinildi. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.