bread

Doğa Koleji’nde Erişte Şenliği: Akıllı tahta ve sofra tahtası birarada

Erişte kesmek için önce yusyuvarlak yufkalar açtık: Daireyi ve 360 dereceyi, akıllı tahtadan sonra sofra tahtasından da öğrendik. Sonra yufkayı ikiye kestik: Yarım daireyi ve 180 dereceyi öğrendik. Ardından yufkaları üst üste koyup erişte kestik. Erişte kese kese kesirleri öğrendik. Şenliğin sonundaysa yaptığımız erişteleri pişirip afiyetle yedik.

Sofra tahtasında ders

Sınıflarlardaki “kara” tahtalar” artık tarih oldu. Doğa Okulları’ndaki her sınıfta artık “akıllı tahtalar” var. Kara tahtadan vazgeçtik ama sofra tahtasından vazgeçemedik. Akıllı tahtada öğrendiklerimizi, sofra tahtasında uyguluyoruz. Daireyi önce akıllı tahtada gördük ve kalemle ikiye böldük. Sonra sofra tahtasının üstünde yufka biçiminde gördük ve bıçakla ikiye böldük.

Hayaller ve eller…

Matematik dersimizde daire, açılar ve kesirler konularını işlerken bu konuların hayattaki karşılıklarını da araştırıyoruz. Açıları öğrenirken açı ölçerlerimizi elimize alıp doğaya çıkıyor ve ağaç dallarının açısını ölçüyoruz. Hem konuyu pekiştiriyor hem de sağlıklı bir doğa yürüyüşü yapıyoruz. Derslerde işlediğimiz hemen her konuyu mutlaka somut yanlarıyla da işliyoruz. Doğa’da, somut ve soyut birleşiyor. Hayal gücümüzü çalıştırdığımız kadar ellerimizi de çalıştırıyoruz. Derslerimize hayatı katıyoruz. Her konuyu yaparak, yaşayarak ve deneyerek öğreniyoruz. Her şeyden önemlisi, eğlenerek öğreniyoruz.

Kese kese kesirler…

Erişte Şenliğimizden önceki hafta, matematik dersimizdeki konumuz, daire ve açılardı. Sınıfımızdaki akıllı tahtada konumuzu “her açıdan” işledik. Ama erişte şenliğimizde sofra tahtasının üzerinde açılan yufka sayesinde konuyu pekiştirdik. Üst üste koyduğumuz yufkaları ince ince keserken de kesirleri öğrendik. Akıllı tahtada işlediğimiz konuları sofra tahtasına taşımak, gelenekle geleceğin de iç içe geçmesini sağladı.

Erişte Farsça, oklava Türkçe

Erişte şenliği yaptığımız hafta işlediğimiz Türkçe dersinde de un, yumurta, yufka, hamur, erişte ve makarnaya ilişkin sıfat tamlamaları, birleşik isimler, deyimler ve atasözlerine yer verdik. “Erişte”nin Farsça kökenli bir sözcük olduğunu ve “rişte”nin Farsçada “iplik” anlamına geldiğini öğrendik. İnce ince kesildiğinden dolayı ipliğe benzeyen hamurdan dolayı bu yemeğe “erişte” adını vermişiz. Yufka açmakta kullandığımız “oklava”nın da peşine düştük ve kökenini araştırmaya başladık. Oklavanın Türkçe kökenli bir sözcük olduğunu ve çok eski zamanlarda oklavaya “oklağı” ya da “oklağaç” denildiğini öğrendik (galiba “ok”a benzediği için). Dimdik duran insanlara da “oklava yutmuş” denildiğini öğrenmek, bizi epey eğlendirdi.

Makarnanın tarihi

İtalyanların “pasta – spaghetti”, İngilizlerin “pasta – macaroni”, Amerikalıların “spaghetti – noodles – macaroni”, Almanların “Teigwaren – Spaetzli”, Çinlilerin “mein”, “Japonların “udon” adını verdikleri makarnanın kökenleri konusunda farklı fikirler bulunuyor. Ama makarnanın el yapımı erişte olduğu konusunda herkes birleşiyor. Makarnanın anavatanı konusunda çeşitli tartışmalar var. Uzmanlar, makarnanın anavatanının  Çin ve Uzak Asya olduğu konusunda genel bir fikir birliğine varmış sayılırlar. Günümüzde, makarnanın merkezi İtalya’dır. Ünlü gezgin Marco Polo’nun 1292 yılında, makarnaya Çin’de rastladığı ve İtalya’ya getirdiği söyleniyor. Öğretmenimiz Marco Polo’nun maceralarına değinirken Çin’den Avrupa’ya sadece makarnanın değil, ipek, baharat, porselen gibi çok değerli ürünlerin de geldiğini söyledi. Bu vesileyle Çin’den İtalya’ya uzanan “İpek Yolu” ve “Baharat Yolu”nu da öğrenmiş olduk.

Bölgelerimiz ve makarna

Sosyal Bilgiler dersinde “Bölgelerimiz” konusunu işlerken ülkemizde makarna tüketimine ilişkin bir proje ödevi gerçekleştirdik. Bu çerçevede makarna fabrikalarımızın hangi il ve bölgelerimizde olduğunu ve bölgelerimize göre makarna tüketim miktarını araştırdık. Araştırmamızın sonunda makarna fabrikalarının %40’ının Gaziantep ve çevresinde, %35’inin Orta Anadolu’da ve %25’inin de Ege Bölgesi’nde yer aldığını gördük. Makarna tüketiminin en fazla olduğu bölge ise Marmara Bölgesi’ymiş. Marmara’da kişi başına tüketim yılda 6,5 kg iken, Doğu Anadolu Bölgesi’nde kişi başına makarna tüketimi yılda 3,6 kg’a düşüyor. Bu fark, doğu bölgelerimizde ev yapımı erişte, bulgur, ekmek tüketiminin yoğunluğu ve alım gücünün düşüklüğünden kaynaklanıyor. Bu araştırmamız sırasında ülkemizde en çok tüketilen makarna çeşitlerinin “burgu”, “fiyonk” ve “spagetti” olduğunu öğrendik. Bu ödev sayesinde “bölgelerimiz” konusunu çok daha iyi bir şekilde pekiştirmiş olduk.

Anneannemizin bahçesindeydik sanki!

Sıra erişte yapmaya ve yemeye gelmişti. Bonelerimizi taktık, önlüklerimizi giydik. Sofra tahtasının başına toplandık. Un, süt, yumurta ve tuzu bir güzel yoğurduk. Yoğurduğumuz hamuru bir süre dinlenmeye bıraktıktan sonra sıra yufka açmaya gelmişti. Mutfak görevlimizin yardımıyla yufkalarımızı bir güzel açtık. Yufkalar sofra tahtasının üstüne yayılıp daire oluşturduğunda sınıf öğretmenimiz devreye giriyor; daireye ve açıya ilişkin bilgilerimizi tazeliyordu. Güzel bir ilkbahar günü, anneannemizin bahçesindeydik sanki: Tomurcuklanan erik ağaçlarının altında, kareli bir sofra bezinin etrafındaydık. Bir yandan hamurun kokusu, bir yandan oklavanın tıkırtısı…

Sizleri de bekleriz

Açılan yufkaları üst üste koyup ince şeritler halinde kesmeye başladık. Bu sırada öğretmenlerimiz eriştenin Anadolu’da “günlük” ve “kışlık” olarak yapıldığını söylediler. Kışlık eriştenin yapımı uzun sürüyor, kesilen eriştelerin güneşte kurutulması gerekiyordu. Bizim yaptığımız erişte “günlük” erişteydi. Kese kese bir sürü erişte üretmiştik. Sıra, pişirmeye gelmişti. Kaynayan suya bıraktığımız erişteleri, karıştırarak kısa bir süre haşladık ve süzerek sudan çıkardık. Beykoz Doğa Kampüsü’nde yapılan doğal tereyağını erittik ve tabaklara paylaştırdığımız eriştelerin üzerinde gezdirdik. Şimdiye kadar böylesine nefis bir erişte yememiştik. Afiyet olsun hepimize. Bir dahaki şenliğe sizleri de bekleriz.

 

“Doğa Koleji’nde Erişte Şenliği” adlı  bu yazı,  Tetra İletişim tarafından, Doğa Koleji için üretilen “Eğlendirici ve Öğretici Şenlikler” adlı kitapta (Temmuz – 2008) yer aldı. Kitaptaki tüm metinler Önder Kızılkaya tarafından kaleme alındı. Fotoğraflar Sinan Kesgin, Melih Aydın ve Teoman Gürzihin tarafından çekildi. Kitabın grafik tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı. Fotoğrafların rötuş ve renk ayarlarını Ahmet Erzincanlı (Punto Baskı Çözümleri) yaptı.