bread

Yaya Yaşam Derneği

Bir grup Boğaziçi mezunu “Rahatça yürüyebileceğimiz bir şehir istiyoruz. Yürümeyi seviyoruz. Temiz ve huzurlu bir şehirde, daha keyifli, daha sağlıklı bir yaşamı hakediyoruz” dediler ve Türkiye’nin ilk yaya derneğini kurdular.

Mine Hasçelik 04 ve Barış Andırınlı 01, yürümeyi bir yaşam kültürü olarak benimseyen  Boğaziçi mezunu iki yaya. Yaya haklarına sahip çıkan bir kurum olmadığını öğrendiklerinde, harekete geçtiler ve Türkiye’de ilk defa bir yaya derneği kurdular. Rahatça, keyifle ve güvenle yürüyebilecekleri sokaklarda yaşamak ve motorlu taşıtlar tarafından işgal edilen sokakları geri almak istiyorlar. Ve kendileri gibi düşünen ve sokaklarına sahip çıkan tüm yayalarla aynı çatı altında buluşmak istiyorlar.

Biz de neden böyle bir dernek kurduklarını ve ne yapmak istediklerini sorduk ve çok keyifli bir sohbet çıktı ortaya.

Nereden çıktı bir yaya derneği kurmak?

Barış Andırınlı: Eskiden Levent ve Zincirlikuyu’nda çalışıyordum. İşten Hisarüstü’ne her gün yürüyerek dönüyordum. Orada bir hayli engelle karşılaşıyorsunuz. Etiler bile olsa yol, yayalar için çok zorlu. Bu engellerle başa çıkacak bir oluşum olmalı diye düşündüm. Çünkü yayaların yaşam alanlarının çok ciddi şekilde kısıtlanması söz konusu. Sonra bu konuda beraber çalışabileceğim, katılabileceğim bir dernek var mı diye bir araştırma yaptım. Ve olmadığını görünce de çok şaşırdım.

Nasıl engellerdi yürürken karşınıza çıkan?

Barış Andırınlı: Mesela 10 metrelik bir kaldırım var daha sonra kaldırım sona eriyor. Tekrar yola inmek gerekiyor. Normal standartlarda böyle bir kaldırım olmaması gerek. Kaldırımlar otopark girişleri ile sık sık bölünüyor. Onun dışında araçların kaldırıma park etmesi çok daha büyük bir sorun. Kaldırımlar otopark gibi kullanılıyor, parkeden arabaların arasından geçmek imkansız, ya duvara sürünerek geçmek ya da yola inip geçmek gerekiyor. Ben okul hayatımda hep yurtta kaldım bu yüzden bu sorunun pek farkında değildim. Mezun olduktan sonra çalışmaya başladım ve gördüm ki insanlar bu konuda çok eziyet çekiyor. Ben de çekmeye başladım. Ve o noktada dedim ki benim de bir şeyler yapmam lazım. Çünkü çok sıkıntılı bir durum gerçekten. Araştırdığımda pek bir şey yapılmadığını gördüm. 1990’larda bir şeyler yapılmış ama şu an trafik içinden çıkılmaz bir hal almışken bir şeyler yapmaya kalkan hiç kimse yok.

Peki yollar nasıl buluştu, nasıl kuruldu bu dernek?

Barış Andırınlı: Bizler çok farklı işler yapıyoruz profesyonel hayatımızda. Ben Endüstri Mühendisliği mezunuyum ve bir danışmanlık firmasında finansal danışman olarak çalışıyorum. Mine de işletme mezunu ve bir şirkette kategori müdürü olarak çalışıyor. Yani mesleklerimizin bu dernekle uzaktan yakından ilgisi yok. Fakat hepimiz yürümeyi çok seven ve gideceğimiz yerlere mümkün olduğunca yürüyerek gitmeyi tercih eden insanlarız. Sanırım bizi bu çatı altında birleştiren de bu oldu.

Mine Hasçelik: Derneğin kuruluş aşamasına geçmeden önce, bu konuları kendi içimizde ve çok yakın çevremizde tartışıyorduk. Yakınımızdaki pek çok insanın benzer sıkıntıları yaşadığını gördük. Sonra araştırma yaptık, neler yapılmış bu konuyla ilgili, yurtdışında çalışmalar var mı diye. Ve daha sonra da gerçekten bu konuda bir şeylerin yapılması gerektiğine inandık

Sekiz kurucu üye olarak yola çıktık. Bunların beşi Boğaziçili.

Şu anda dernek ne aşamada?

Mine Hasçelik: Derneğin kuruluş aşaması yeni bitti. Bundan sonra artık biraz daha ekibi genişletip bu alanda bizimle çalışmak isteyen kişilerle buluşup ortak bir şeyler yapmak istiyoruz. Şimdiye kadar hep ortak bir fikir zemini oluşturmak yönündeydi çalışmalarımız. İnternet sitemizi oluşturduk. Daha sonra facebook üzerinden de bir grup kurduk. İnsanlara ulaşmak için bir broşür hazırlayıp dağıttık.

Barış Andırınlı: Aslında şu çok ilginç; Ben “böyle bir derneğimiz var” diye insanlarla konuştuğumda “bu fikir nereden aklınıza geldi” diye çok şaşırıyorlar. Aslında bu derneğin bu zamana kadar kurulmamış olması asıl ilginç olan. İstanbul ‘da 11 milyon insan yaşıyor. Ve bu konuda hiçbir şey yapılmamış. Yapılanlar bisikletçiler tarafından yapılıyor, fakat yayalar tarafından yapılan hiçbir şey yok. Aynı zamanda bir çok yürümeyi seven insanın da sıkıntı çektiğini biliyoruz. Bu röportajın bunun için de vesile olacağını düşünüyoruz. Bizim hedef kitlemiz çok kalabalık aslında. Eminim bir çok insan bu konuyu duyduğunda bizimle çalışmak isteyecektir. Biz hem kendimize hem de onlara bu konuda bir şeyler yapabilme fırsatı vermek istedik.

Yaya yaşam kültürü ile kastettiğiniz nedir?

Barış Andırınlı: İşin özü şu aslında; senede yüz binlerce araç piyasaya sürülüyor. Bu sene ilk dört ayda trafikteki araç sayısı 280 bin artmış. Ayda 70 bin araç yollara çıkıyor. Herkes araba almaya devam ederse bu işin içinden çıkılmaz. Bu yüzden köklü bir bilinç dönüşümü yapmak gerekiyor. Bu da hemen olacak bir şey değil. Toplu taşımaya ağırlık vermek gerekiyor. Ama toplu taşıma bu kadar kötüyken insanları otobüsleri kullanmaya çağırmak da haksızlık olacaktır. Bunun da farkındayız. Fakat insanlar, sokaktan çekildikçe sokaklar motorlu taşıtlara ve suça terk edilmeye başlıyor. İnsanlar yürüyemez hale geliyor, çünkü özellikle hava karardığında sokağa çıktığınızda eğer araba çarpmazsa bu sefer gasp tehlikesinden ya da taciz tehlikesinden endişe duymaya başlıyorsunuz. Aslında biz tehlikeyi gördükçe ya da sıkıntıya gelemedikçe kendimizi geri çekmişiz. Biz geri çekildikçe motorlu taşıtlar ya da çeşitli suç unsurları caddeleri tamamen kaplamış. Buna karşı insanların biraz daha sokağa inmesi lazım. Sokaklarına sahip çıkması, sokaklarını yaşam alanlarına çevirmeleri lazım. Bu zaten bizim sloganlarımızdan bir tanesi:“Sokağınıza sahip çıkın”. İnsanlar sokaklarına sahip çıkmaya başladıkça belediye ve yetkili merciler de oraya gereken önlemleri ve altyapı yatırımlarını yapmak zorunda kalacaklar. Çünkü biz çok kalabalığız. Hemen hemen herkes hayatının bir bölümünde ya da günün bir saatinde mutlaka yaya. Ve böyle olunca doğrudan hayatımızı bu kadar ilgilendiren bir konuda belediyelerin duyarsız kalması mümkün değil. Çünkü ciddi bir oy potansiyeliyiz. Bizim yapmamız gereken otomobil kültürüne alternatif bir şeyler yaratmak. Bu yüzden biz geçici iyileştirmeleri değil, yaya kültürünü, yürüme kültürünü söylem olarak ön planda tutuyoruz.

“İnsanların bisiklet kullanabileceği, sonra rahatça yürüyebileceği ve gerekli yerlerde de konforlu bir şekilde toplu taşıma ile gidebileceği yollar istiyoruz.”

Aynı zamanda herkes her yere yürüsün demiyorsunuz herhalde?

Mine Hasçelik: Hayır. Zaten İstanbul gibi, bir yerden bir yere gidişin bir saat alabildiği bir şehirde bu imkansız. Yaşam alanları, yürüme yolları toplu taşımayla entegre olmalı. İnsanların bisiklet kullanabileceği, sonra rahatça yürüyebileceği ve gerekli yerlerde de konforlu bir şekilde toplu taşıma ile gidebileceği yollar istiyoruz. Mesela ben Etiler’den Bostancı’ya gideceksem tabiî ki oraya kadar yürüyemem, fakat toplu taşıta kadar rahatça yürüyebilmem daha sonra toplu taşıma ile konforlu bir şekilde bir yerden bir yere gidebilmem gerekir. Bu toplu taşımadaki konfor sağlandığı zaman bu tercih edilebilir bir hale gelecektir. Ancak o zaman trafikle, gürültüyle, çevre kirliliği ile başa çıkılabilir. Yayalar ve toplu taşıma yok sayılır, herkes otomobil almaya kalkarsa şehirler yaşanmaz hale gelir.

Barış Andırınlı: İlk bakışta otomobile karşıymışız gibi düşünülüyor. Ama biz otomobile karşı değiliz. Bu artık modern hayatın bir gerçeği bundan artık kimse kaçamaz. Bizim inancımız şu ki; motorlu taşıtlarla bisiklet ve yayalar arasında yeniden bir denge kurulması lazım. Bu denge yayalar aleyhine korkunç derecede bozulmuş durumda. Yayalar tarafında otomobilin baskısına bir karşı direniş olmadığı için, böyle bir örgüt ve böyle bir bilinç olmadığı için yayalar sürekli kenara itilmiş, ezilmiş, hor görülmüş. Yaya olmak ayıp bir şeymiş gibi algılanıyor. Yayayım arabam yok dediğinde paranın olmadığı düşünülüyor. Halbuki bu bir yaşam biçimi ve buna sahip çıkmak lazım. O dengeyi yeniden kurmak için çalışmalar yapmak lazım. Biz katılan herkesle birlikte bir bilinç oluşturmak, bir hareket yaratmak istiyoruz. Bu konuda yapılabilecek çok şey olduğuna inanıyoruz. Küçük küçük kazanımlarla ilerlemek istiyoruz.

Yeni yollar yapmak ya da var olan yolları genişletmek de çözüm olmuyor sanırım..

Barış Andırınlı: Ben trafik uzmanı değilim ancak şurası çok açık: Yolları genişletmek trafiği azaltmıyor. Yeni yapılan veya genişletilen yol, trafiğini de yaratıyor. Bir değil iki köprü daha yapsak bu iş bitecek mi? Mesela Balmumcu’da kaç sene yol düzenlemesi yapıldı. Peki ne oldu? Burada trafik rahatladı ama artık Yıldız’da tıkanıyor. Artık şunu görmek lazım, bu şehir bu kadar arabayı kaldırmıyor. Ve kaynakları otoparklara, yollara harcayınca araba sayısı artıyor. Toplu taşıma da konforsuz olunca, parası olan mecburen araba alıyor.

Biraz da hiçbirimizin bilmediği yaya haklarından söz edelim mi?

Barış Andırınlı: Bu konuda 3-4 bildiri var. İlk olarak 1988’de Avrupa Parlamentosu yaya hakları bildirgesini yayınlamış. Orada yayalara ait çok ileri adımlardan bahsediliyor. Şehir merkezinin yayalara ait olduğu gibi. 1990 da ilk kez Türkiye’de İnsan Hakları Derneği bir yaya hakları bildirgesi yayınlıyor. Kent kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak yayalardan bahsediliyor. İnsan odaklı bir şehircilik anlayışının benimsenmesi söz konusu orada da. Daha sonra 1998 de yaya hakları için yurttaş lobisi diye bir hareket oluşuyor. Ve onların da yayınladığı bir yaya hakları bildirgesi var. Mesela bu bildirge de şöyle deniyor; Yer seviyesi yayalara aittir. Kimse yayaları alt geçitten ya da üst geçitten geçmeye zorlayamaz. Veya yayalara ait özel alanlar vardır buraya otomobiller giremez. Veya karşıdan karşıya geçerken yayalar için yakılacak yeşil ışığın süresi en yavaş yayanın geçebileceği kadar olmalıdır. Bu bildirge Kadıköy belediyesi tarafından 2000 yılında kabul edilmiş. Kadıköy belediyesi ben bunları taahhüt ediyorum diye bu 29 maddelik bildirgenin altına imza atıyor. Bu çok ciddi bir adım. Elbette belediyenin de yetkileri sınırlı, dolayısıyla bu bildirgeyi tek başına kabul etmesi de çok şeyi değiştirmiyor. Kaldırıma park eden araca ceza kesemiyor mesela. Diğer yandan bu konuda yavaş yavaş bazı bilinçlenmeler görüyoruz. Mesela ilk 2002 yılında Nişantaşı’nda yaya sergileri düzenleniyor, 2005 yılında da Karaköy’de düzenleniyor. Aslında onlar da bizim söylediğimizi söylüyorlar fakat bunu sanatla ifade ediyorlar.

Yurtdışında bu konuda pek çok dernek var. Onlar nasıl çalışıyor?

Mine Hasçelik: Aslında bu konu bizim güzel bir anımız oldu. Yurtdışında yaşanan deneyimleri araştırmaya başladığımızda İngiltere’de “Living Streets” organizasyonunu gördük. Baktık ki işler çok organize ve profesyonelce yürüyor. Yerel gruplar ve gönüllüler dışında 15 kişilik bir profesyonel kadroları var. Bunların geçmişi heralde 10-15 sene kadar vardır dedik. Fakat tarihçesine baktığımızda 1929 senesinde kurulduklarını gördük. Bu bizim için gerçekten büyük bir şaşkınlıktı.

Barış Andırınlı: O senede araba var mı yok mu bilmiyoruz J

Mine Hasçelik: İngiltere dışında da diğer pek çok ülkede var yaya dernekleri. Daha da yaygınlaşması ve organize bir şekilde çalışmaları 1990’lara dayanıyor. İngiltere ve Amerika’da bu dernekler çok daha güçlü fakat Bulgaristan, Yunanistan gibi daha gelişmekte olan ülkelerde de var.

“İnsanlar, sokaktan çekildikçe sokaklar motorlu taşıtlara ve suça terk edilmeye başlıyor.”

Siz Türkiye’deki yaya kültürünü nasıl buluyorsunuz? Ya da böyle bir kültür var mı?

Barış Andırınlı: Türkiye’de araba sahibi olmak bir zenginlik ve refah simgesi olarak algılanıyor. Bizim derneğimizin adı “Yaya Yaşam Derneği”. Neden yaya derneği değil ya da yaya hakları derneği değil. Çünkü bizim amacımız yayalık meselesine daha geniş ve farklı bir perspektifle bakmak. Yaya haklarını savunmak bizim amaçlarımızdan sadece bir tanesi. Ama onun dışında bize göre yürümenin bir kültür olarak algılanması lazım. Buna bir yaşama biçimi olarak bakmak lazım. Hem yürümek insanın kendine iyi bakması için de önemli. Yürümenin sağlık açısından faydalarını herkes kabul ediyor. O halde bizim yürüme fırsatlarını değerlendirmemiz gerek. Belediyeler de yürüme fırsatlarını artırmalı. İnsanların bilinçli olarak yürümeye ağırlık vermesi, çaba harcaması biraz da kendinden fedakarlık etmesi lazım. Bir insan ben yürüyorum yaşamımı böyle sürdürmeyi seviyorum diye kendini tanımlamadığı sürece bu otomobil bağımlı kültürden kurtulmak çok zor. Her yıl Türkiye’de yüz binlerce araç piyasaya sürülüyor. Bu koşullar altında zaten yaya haklarından tam olarak söz edemeyiz, çünkü bu kadar araba ile kaldırımların park yeri olması ve trafiğin içinden çıkılmaz bir hal alması doğal sonuçlar. Öncelikle yaya yaşam kültürünü oluşturmak gerek.

Yurtdışındaki herhangi bir dernekle bağlantınız var mı?

Barış Andırınlı: Tamamen bağımsız bir derneğiz. Yurtdışındaki bir derneğin şubesi değiliz. Tabiî ki o derneklerin çok ciddi deneyimleri var ve o deneyimlerden faydalanmak istiyoruz. Fakat bunun için onlara bağlı olmak gerekmiyor.

Mine Hasçelik: Tüm bu yurtdışındaki derneklerle irtibat halinde olmak istiyoruz. Onların başarıları kadar başarısızlıklarını da öğrenmek istiyoruz, sonuçta bu konuda çok tecrübeliler. Uluslararası düzeyde yapılan bazı konferanslar var, onlara katılmak ya da bunların Türkiye’de de yapılmasını organize etmek istiyoruz. Bir de bizim için çok önemli bir adım olan IFP (International Federation of Pedestrians) ‘a üyeliğimiz var. Uluslararası Yayalar Federasyonu 1963’de kurulmuş ve dünyadaki pek çok yaya derneği bu federasyona üye. Biz de yaya yaşam derneği olarak 17 seçici üyeden (voting member) biri olduk. Bu bizim için çok güzel ve önemli bir adım. Çünkü bu konuda çok ciddi deneyimleri var.

Yurtdışında bu konuyla ilgili nasıl çalışmalar var?

Barış Andırınlı: Mesela “walk to school” diye bir kampanya var İngiltere’de. Belli bir dönemde çocukları alıp okula yürütüyorlar. Bunlar yürüme kültürü açısından çok önemli çünkü bir çok insan çok kısa mesafeleri bile servis ile ya da arabayla gitmeye alışmış durumda. Bu kültür çocuklara çok küçük yaşlarda verilmeye çalışılıyor. Ayrıca hem yayalar hem de sürücüler için eğitim kampanyaları var.

Mine Hasçelik: Bunun yanında sokak denetimleri düzenliyorlar. Hep beraber kalabalık bir grup olarak hem yürüyüş yapıyorlar hem de geçtikleri yollardaki eksikleri ve yanlışları tespit ediyorlar. Mesela biz de belediye başkanı, derneğimize üye insanlar, belki engelli dernekleri, bisikletçiler hatta çocuk ve yaşlılarla birlikte yollardaki eksikleri tespit edelim istiyoruz.

Yaya Yaşam derneği olarak neler istiyorsunuz?

Barış Andırınlı: İlk olarak yürünebilir yollar ve yaşanabilir bir şehir istiyoruz. Bu yüzden de ilk önce kaldırımların düzelmesi gerekiyor. Kaldırımlar için belirli standartlar getirilmeli. Kaldırımlara arabaların park etmesi önlenmeli. Sokaklar sağlıklı bir şekilde aydınlatılmalı. Böylece insanlar sokaklara çıkmaya başlayacaktır. Şimdi insanlar sokaktan kaçıyor. Oysa sokaklar insanların sosyalleştiği, beraber zaman geçirdiği alanlardır. Belediyeler yayaları dikkate almalı, yatırımları ona göre planlamalı. Otomobillere, yollara korkunç paralar harcanıyor. Bu kaynağın bir kısmının artık insanlar için harcanması gerekiyor. Belediyeler, şehir merkezine yollar, otoparklar yapıyor. Bunlar arabaları merkeze çekiyor. Oysa arabaları değil, insanları çekmek gerek. Bunun için geniş meydanlar, geniş kaldırımlar istiyoruz. Bu şehir bu kadar arabayı kaldırmıyor, bunu görmemiz lazım. Bu yüzden toplu taşımaya ağırlık verilmeli. Yürüme yollarının altyapılarının düzeltilmesi lazım. Mesela uzun güzergahlara tuvaletler konulmalı. Buralarda dinlenmek için banklar olmalı. Kısacası biz çok şey istiyoruz. Bunları elde etmek için sesimizi yükseltmek gerekiyor. Derneğimizin kuruluşu bunun ilk adımı.

Şu anda dernek neler yapıyor?

Barış Andırınlı: Yanlış adım atmak istemiyoruz. İstanbul çok zaman kaybetti bu yaya meselesinde. Çünkü şehrin gelişmesi aşamasında müdahalede bulunabilseydik, söz sahibi olabilseydik çok daha güzel şeyler yapılabilirdi. Ama yine de yapılacak çok şey var, yeni yollar yapılıyor, yeni düzenlemeler yapılıyor ve bizim şehrin gelişmesi ve planlaması sürecine müdahil olmamız gerekiyor. Bu anlamda IFP çok önemli bir destek olacaktır bizim için.

“Yayalar ve toplu taşıma yok sayılır, herkes otomobil almaya kalkarsa şehirler yaşanmaz hale gelir.”

Diğer derneklerle de yazışıyoruz mesela. Yunanistan’dan çok sıcak mesajlar aldık.

Dernek Ocak sonunda kuruldu. Web sitemizi hazırlamak bir hayli zamanımızı aldı. Çünkü Türkiye’de böyle bir kaynak yok. Şu an bayağı kapsamlı bir içerik hazırladığımızı düşünüyoruz. Özellikle araştırmaya öncelik verdik bu yüzden harekete geçmemiz henüz çok yeni.

Bundan sonraki plan ve projeleriniz neler?

Barış Andırınlı:Biz şöyle bir örgütlenme planlıyoruz; dernek bir çatı oluştursun. Ve komisyonlar kurulsun. Mesela Bostancı’da oturan insanlar bir komisyon kursun. Veya bir eylem etrafında birleşsin. Mesela otomobilsiz şehirler günü için bir komisyon kurulsun. İnsanlar farklı farklı işler yapsınlar ve bir çatı altında deneyimler diğer insanlara aktarılsın. Mesela Bostancı’daki insanlar küçük bir sokağın düzenlenmesiyle ilgili eylem yapacakları zaman hep beraber oraya gidelim. Oradaki halkı da toplayalım ve bir şenlik havasında tepkimizi gösterelim.

Mine Hasçelik: “Otomobilsiz Şehirler Günü” 9 senedir dünyada kutlanan bir gün. Çok büyük katılımlarla kutlanıyor, şu an 220 ülke olduğunu duydum. Bugünde büyük katılımlarla büyük gösteriler düzenleniyor. Türkiye’de eylül ayında yapıldı bir organizasyon ama çok sınırlı bir katılım oldu. Bu da yapmayı düşündüğümüz etkinliklerden biri, tabi ki çok daha fazla bir katılımla.

Dernek herkese açık, yaya yaşam derneği’ne www.yaya.org.tr adresinden ya da “Yaya Yaşam Derneği” adıyla facebook’tan ulaşabilirsiniz. Sorularınız için e-posta adresleri bilgi@yaya.org.tr

“Yaya olmak ayıp bir şeymiş gibi algılanıyor. Yayayım arabam yok dediğinde paranın olmadığı düşünülüyor. Halbuki bu bir yaşam biçimi ve buna sahip çıkmak lazım.”

Yaya Yaşam Derneği’yle yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 132. sayısında (Eylül 2008) yer aldı. Şebnem Akçıl tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.