bread

Kapitalizme alternatif ekonomi sistemi

Kimine göre kapitalizm artık sonuna yaklaşıyor, kimileri ise kapitalizmin hiç olmadığı kadar güçlü olduğunu çünkü alternatifi kalmadığını iddia ediyor. Kim ne derse desin Dünyamızın hiç de hafife alınamayacak sorunlarla boğuştuğu bir gerçek: zengin ve fakir arasındaki uçurum, açlık, savaşlar, değişen iklim, azalan kaynaklar… Dünya’yı bu sorunlardan kurtaracak alternatif bir sistem var mı? Alternatif akımın ABD’deki önemli isimlerinde Michael Albert ile kapitalizme alternatif olarak geliştirdiği ekonomik sistemi konuştuk.

Michael Albert gelecekteki özgür ve katılımcı bir toplum üzerine yaptığı çalışmalarıyla biliniyor. Robin Hahnel ile birlikte geliştirdiği Katılımcı Ekonomi vizyonu kapitalizme alternatif bir ekonomi sistemi sunuyor. BGST Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilen son kitabı Umudu Gerçeğe Dönüştürmek’te vizyonunu ekonomik alanın ötesine, siyasi sistem, toplumsal hayat alanlarına da yayan Albert Katılımcı Toplum vizyonunu anlatmak üzere BGST’nin davetlisi olarak üniversitemizde konferans verdi. Albert aynı amaçla Türkiye Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) Ankara’da  düzenlediği “Kamu Girişimciliği Sempozyumu”na da konuşmacı olarak katıldı.

Kapitalist sisteme alternatif arayanlara umut vadeden bir sistem geliştirdiniz. Bize sisteminizi kısaca anlatabilir misiniz?

Sizin de belirttiğiniz gibi, amaç insanların kapitalizme alternatif olarak görecekleri, farklı bir ekonomi oluşturmak ve bunun adı da “katılımcı ekonomi” (participatory economics). Aynı zamanda “katılımcı toplum” (participatory society) da sistemi destekliyor; bu da katılımcı aile, kültür, toplum, politika gibi sistemin toplumsal tarafı. Benim daha çok üstünde çalıştığım katılımcı ekonomi. Bu sistemde temel fikir, ekonomiyi belirleyen anahtar kurumları değiştirmek. Kapitalist sistemde bu anahtar kurumlar özel mülkiyet, piyasa ekonomisi, kurumsal işbölümü ve ücretlendirmedir. Bunlar kapitalizmin en önemli özellikleridir ve katılımcı ekonomi bunların hepsinin yerini dolduruyor. Bunu yapmasının nedeni de katılımcı ekonomi insanların sadece üretip tüketmediği bir sistem oluşturmak istiyor. Bunu yaparken de insanlar arasında dayanışmayı artırmayı, eşitliği sağlamayı ve insanlara kendi hayatlarının kontrolünü (kendini yönetme) vermeyi amaçlıyor. Bunlar sistemin ana değerleri. Özel mülkiyetin yerine genelleştirilmiş sosyal mülkiyeti getiriyor. Katılımcı ekonomi sistemi içinde mülkiyet kavramını bile unutabilirsiniz. Halkın tümü ekonominin tümünün sahibi oluyor.

Geri kalan özelliklerden, kurumsal iş bölümü yerine dengeli iş bölümü (balanced job complexes); yukardan aşağı doğru karar verme mekanizması yerine kendini yönetme (self management); mülkiyetiniz veya konumunuz karşılığında para kazanmak yerine ne kadar uzun, ne kadar ağır çalıştığınıza göre ücret alma ve piyasa ekonomisi yerine katılımcı planlama (participatory planning) sistemi geliyor.

Sosyalizmden farkı ne?

İki sistemde de aynı olan mülk sahiplerinden kurtulmak. Ama bunun dışında çok farklılar. Katılımcı ekonomi işbölümü açısından farklılaşıyor. Sosyalizmde işbölümü vardır, yukardan aşağı karar verilir. Oysa katılımcı ekonomide bunun yerine kendini yönetme sistemi vardır. Sosyalizm piyasa ekonomisi yerine merkezi planlamayı koyar ki bu da korkunç bir sistemdir, katılımcı ekonomi bunun yerine katılımcı planlamayı koyuyor. Bu saydıklarımız aradaki farklara kurumlar üzerinden bakmak. Aradaki farklılıklara bir bakış yolu daha var. Sosyalizm adil, eşit, hakkaniyetli demektir ancak maalesef tarih içinde sosyalist kurumlar bu erdemlere sahip olamadılar. Hatta bazı kurumlar yıkıcı oldular. Aradaki farklardan biri sınıflara (ekonomideki gruplar) bakış açısı. Kapitalizmde mülk sahipleri ve işçiler var. Ancak hepsi bu değil. İkisinin arasında, benim “koordinatörler” dediğim ve işte gücü elinde bulunduran bir grup daha var. Doktorlar, mühendisler, avukatlar, yöneticiler… Daha çok gelirleri var çünkü bilgi ve yeteneği tekellerinde tutuyorlar. Sosyalizm mülk sahiplerinden kurtuldu ama onların yerine koordinatörleri sistemin tepsinde tuttu. Mesela eski Sovyetler Birliği’nde nüfusun %20’si %2’nin yerini aldı. Oysa katılımcı ekonomide sınıf yok. Biz bir sınıfın gidip yerine başka bir sınıfın gelmesini istemiyoruz. Katılımcı ekonomide tek bir sınıf var o da çalışan insanlar. Özel mülkiyeti kaldırarak mülk sahiplerinden kurtulduk; işte güç tekelini ortadan kaldırarak koordinatörlerden kurtulduk. Artık herkes işte gücü paylaşıyor ve sınıf ayrımı da kalmadı.

Sizin sisteminizde Devletin rolü nedir? Sosyalist sistemlerde sizin koordinatör olarak adlandırdıklarınız genelde Devlet için çalışanlardı.

Bu durumun en önemli nedenlerinden biri o zamanlar yeterince doktor, mühendis, yönetici veya finans uzmanı olmaması. Bu mevkileri kaplayacak yeterince insan olmadığı için bu rolü devlet üstlendi. Bu nedenle devlet hem politikanın hem de ekonominin yöneticisi oldu. Ama bu böyle olmak zorunda değil. Batı veya ABD tarzında hükümetiniz ve sosyalist sisteminiz olabilir. Katılımcı ekonomide devlet ekonomide fazla rol oynamıyor. Politik şeyler yapıyor: yasama, yargı ve yürütme ile ilgileniyor. Katılımcı ekonomi ve diktatörlüğü aynı toplumda düşünmeniz mümkün değil, ikisinin aynı toplumda birlikte var olması imkansız. Katılımcı ekonomi insanları özgürleştiriyor. İnsanlara kendilerini ifade etme imkanı veriyor. Böyle bir sistemde yukardan emirle yönetim bekleyemezsiniz. Ama bu sosyalizmde mümkün. Katılımcı ekonominin hem yeni bir ekonomik sistemi var hem de politik sistemi. Bu sistem diktatörlüğe imkan vermiyor.

Tüketim toplumuyuz, bu değişebilir mi?

Tüketim aslında sanıldığı kadar kötü değil. Bugün dünyadaki tüketimin çoğu sizin veya benim tarafımdan yapılmıyor. Tüketimin çoğunu askerler yapıyor. Bir başka büyük tüketim alanı reklam, tanıtım, paketleme gibi alanlar. Katılımcı ekonomi, işe yaramayan (useless) tüketimi ortadan kaldırıyor. Bir de bugün “nasılsa yenisi alınır” mantığı ile kısa sürede bozulacak şekilde üretim yapılıyor ama katılımcı ekonomide buna gerek kalmayacak ve dayanıklı üretim yapılacak. Bunlar devamlı üretim ve tüketime karşı atılacak önemli adımlar. Ayrıca bugünkü piyasa sisteminde her şey çok bireysel. 10 milyon tane çamaşır makinesi var ama bunlar haftada 1 veya 2 kez kullanılıyor, geri kalan zamanda duruyorlar. Bunun hiçbir anlamı yok. Kolektif kullanım olsa bugünkü devasa üretim olmaz. Bir başka yanılgı da, kapitalist piyasa sisteminde insanlar tüketime çekiliyor. Reklamlar bize diyor ki “eğer bu tişörtü tüketirsen daha çok arkadaşın olur, daha iyi seks hayatın olur, tarzın olur, daha çekici olursun…” Yaşadığımız dünya öyle korkunçlaştı, öyle yoldan çıktı ki mutluluğun yolu tüketimden geçiyor. Eğer belli bir statünüzün olmasını istiyorsanız o statüye göre giyinmelisiniz ki insanlar o statüyü hak ettiğinize inansınlar. Ancak toplumu değiştirirseniz kimse insanları kandıramaz. TV sizi hiç de ihtiyacınız olmayan bir şey almaya itemez. Böyle bir şey olmamalı. Arabalar kullananlar için zaman kaybı, bütçelerine büyük zarar, ekolojik sisteme büyük zarar, tek yararı üreticilere. Biz gereğinden fazla tüketimden kurtulacağız. Burada, piyasa ekonomisinin göz ardı ettiği çok önemli bir nokta daha var. Ben bir araba satıcısı siz de alıcısı olsanız ve belli bir para verip araba alsanız, ikimiz de istediğimiz şeyi gerçekleştiriyoruz. Ancak bu arabanın çevreye vereceği zarardan etkilenecek birçok insanın sizin bu tercihinizde hiçbir etkisi olmuyor. Piyasa ekonomisi, geniş çaplı etkileri karar verme mekanizmasının dışında tutuyor ve sonuç olarak bu etkiler arabanın fiyatına yansıtılmıyor ve araba olması gerekenden daha ucuza satılıyor. Şu anda ABD’de benzinin galonu 3 dolar ama çevreye verdiği zarar hesaplandığında aslında 12-14 dolar olmalıydı! Kalıtımcı ekonomi ve onun getirdiği katılımcı planlama tüm bunları içereceğinden bu da tüketimin azalmasına neden olacaktır.

Dünya ekonomik sistemde böylesi bir değişime hazır mı? Şartlar uygun mu?

Bir anlamda hazır, çünkü kendimizi öldrüyoruz. Sel basacak, devasa dalgalar altında kalacak şehirleri bırakın bir yana şu anda 10 milyonlarca insan açlıktan ölüyor. Şu anda dünyanın en zengin ülkesi olan ABD’de 7 milyon insan köprüaltlarında, sokaklarda yaşıyor ama aynı anda boş duran 7 milyon otel odası var. İlerde bir gün insanlar bugünlere bakınca bizim şimdi köleliği acayip bulduğumuz gibi bulacaklar bugünleri. “Hazır mı” diye soruyorsunuz, evet, bu yıl açlıktan veya salgın hastalıktan ölecek milyonlarca insan hazır, karton kutularda yaşayan insanlar hazır, ama aynı zamanda çalışan ve normal hayatlarını anca idame ettirebilen insanlar da hazır. Şartlar olarak hazırlar ancak farklı bir sisteme inanmak ve onun için mücadele etmek açısından hazır olmayabilirler. Bu nedenle bizim görevimiz ortaya çıkmak ve insanlara alternatif bir sistem olduğunu anlatmak. Bence şu anda değişimin önündeki en büyük engel “alternatif olmadığı” fikri. Bugünkü kapitalist sistemin devam etmesinin nedeni insanların onu sevmesi değil, alternatifi olmadığını ve meydana gelecek herhangi bir değişimin daha kötü olacağını düşünmeleri.

Eğer hiçbir şey değişmezse sizce 20 yıl sonra Dünya nasıl olacak?

20 yıl sonrayı bırakın şu anda bile bir holokost söz konusu. Eğer sadece kafaya silah dayayarak öldürmenin cinayet olduğunu sanıyorsanız bugün dünyamızda bol bol cinayet işleniyor ama eğer açlıktan ölümlerin, çok kötü şartlar altında hayatı anca idame ettirmenin, hiçbir özgürlüğe sahip olamamanın da cinayet olduğuna inanıyorsanız şu andaki dünya tam bir cehennem. Böyle giderse elbette 20 yıl sonra daha da beter olacak. Savaşlar artacak ama bugün de var. Açlıklar ve fakirlik devam edecek. Zaten bugün de var. En tolere edilemeyecek olan da çevre. Kanserli bir hücre gibi, yavaş yavaş her yeri kaplayacak. Dışardan bakıldığında hala canlı ama ölümü kaçınılmaz. Her gün biraz daha kötüye gidiyor. Belki bugün ölümcül değil ama zaman içinde herkes için ölümcül bir hal alacak. Aslında bu nedenle kapitalizm bu sorunla ilgilenmek zorunda kaldı, çünkü zenginlerin de nefes alması gerekiyor! Ancak alınması gereken önlemlerin çoğu piyasa sisteminin dinamikleriyle zıt düşüyor. Bu nedenle fazla ilerleme sağlamaları imkansız. Bunu ancak katılımcı ekonomi gerçekleştirebilir. ABD’nin dış politikası çevre felaketlerinden çok daha yıkıcı olduğunu da unutmamalıyız. Zenginleri de etkiliyor diye şu anda en tehlikeli şey çevre olarak görülüyor ama dünya için en tehlikeli şey fakirlik, adaletsizlik. Katrina felaketi binlerce kişinin canını alıyor ama açlık yüzünden milyonlarca insan ölüyor.

Michael Albert, Alternatif Medya alanında yürüttüğü çalışmalarla da tanınıyor. Albert, ABD’deki en prestijli alternatif medya girişimi olan Znet İnternet sitesinin koordinatörlüğünü yürütüyor.

Michael Albert’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 125. sayısında (Ocak 2008) yer aldı. Pınar Türen tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.