bread

Üreticisinden Mutfağınıza Doğal Ürünler…

İtalya’da geçtiğimiz Kasım ayında, birçok ülkeden yerel üreticinin gıdanın tekelleşmesini protesto etmek üzere katıldığı Terra Madre toplantıları gerçekleşti. Organizasyona katılan Türk heyeti içinde Cem Birder ’88 de yer aldı.

Birder, amaçlarından birisi küçük çiftçi ve tüketici arasındaki iletişimi geliştirmek olan www.toprakana.org sitesinin ve küçük çiftçilerin ürünlerini doğrudan tüketici ile buluşturan www.toprakana.com.tr sitesinin kurucusu. Cem Birder ile toprak ana projesi üzerine konuştuk.

Toprak Ana projesinin oluşum aşamasından başlayalım isterseniz. Nasıl böyle bir proje fikri ortaya çıktı?

Birçok sebep bir araya geldikten sonra bu proje fikri doğdu. Bu sebeplerin biri şu; ne yazık ki bugün küçük üreticilerin tüm dünyada ve Türkiye’de mağdur durumda olduğu gerçeği var. Çünkü gıda ürünlerinin, özellikle taze sebze ve meyve ürünlerinin satışa sunulduğu noktalarda işin kaymağını aracılar ve son satıcılar yiyor. Baktığınız zaman üreticinin eline satış fiyatlarının %10’unun altında bir bedel geçiyor. Bu her şeyden önce çok büyük haksızlık. Gıda salt ekonomik bir değer değil. Gıda aynı zamanda kültürel bir değerdir, sağlıkla ilgili bir değerdir, bir ulusun geçmişini barındıran bir üretimdir. Her yerde aynı mısırı, aynı patatesi, aynı domatesi yiyemezsiniz. Bu hem coğrafi olarak böyledir, hem de onu yetiştiriş şekli itibariyle böyledir. Dolayısıyla onu yetiştiren toprakları koruduğunuz kadar onu yetiştiren çiftçileri de korumak zorundasınız. Eğer bugün gıda sektörü özellikle son 5-10 yıldır, metalaştıysa, bir yatırım aracı haline dönüştüyse, bu aynı zamanda bahsettiğimiz değerlerin yok oluşu anlamına gelir. Gıda sanayisini, tarımı, bir plastik sektörü, demir-çelik sektörü gibi kar amaçlı görmeye başladığımız andan itibaren gıdanın o saydığımız nitelikleri hızla erozyona uğrar ve sonuçta sizin elinize domates görünümlü, biber görünümlü, patlıcan görünümlü bazı şeyler gelmeye başlar. Aslında bunlar bir nesil önce annelerinizin veya iki nesil önce anneannelerinizin, babaannelerinizin tükettiği sebzelerden, meyvelerden çok farklıdır. İşin geniş bir perspektifte bakış açısı ne yazık ki köylülerimizin topraklarını tamamen satıp kentlere göç ettiği, topraklarını terk etmeyenlerin ise satmış olduklarına işçi olarak çalıştığı bir dünyayla karşı karşıyayız. Bilinçli olarak toprak değersizleştiriliyor. Bir başka sorun da tohum savaşlarıdır. Gıda sektörü ne yazık ki bir silah haline gelmiştir. Türkiye asırlar boyu dünyada çok şanslı bir coğrafyaya sahip olarak gıdanın egemenliğini doğal olarak koruyan ve sahip olan bir ulustur. Bu Hititlerden itibaren böyledir. Anadolu toprakları, Mezopotamya’yla beraber, dünyanın biyoçeşit açısından en zengin yerlerindendir ve bu topraklarda yaşamak bir lütuftur. Bu zenginliği ele geçiren kişiler, şirketler veya devletler bu zenginlikleri artık bir silah olarak kullanma yöntemlerini kullanıyorlar. Bunun silah olarak kullanılma yöntemleri tohumla başlıyor; tohumları kısırlaştırırsanız, bu kısırlaştırılmış tohumları dünyada üç, beş firmanın tekeline sunarsanız ve kendi üreticilerinizi de bu şirketlerden alışveriş yapmaya yönlendirirseniz. Türkiye bunu bir silah haline getirsin demek istemiyorum ama ne yazık ki Türkiye kendi zenginliğini kullanma fırsatını kaçırmak üzere.

Gıda aynı zamanda kültürel bir değerdir, sağlıkla ilgili bir değerdir, bir ulusun geçmişini barındıran bir üretimdir.

Toprak Ana projesi aslında bu noktada önemli bir yerde duruyor. Proje bu sistem içerisinde biyoçeşitlilik ve küçük çiftçinin korunmasına nasıl destek olacak?

Biz küçük çiftçilerin adil ticaret esasında kazanç sağlamasının yanı sıra üreticiyle tüketiciyi tanıştırmak, yakınlaştırmak için bu projeyi başlattık. Buradaki mesele sadece iyi domates, iyi biber satmak değil. Çok daha başka katmanlar içeriyor. Çiftçinin kimliğini gizlemek istemiyoruz, hatta tam tersine çiftçiyi ön plana çıkarmak istiyoruz. ‘Çiftçinin markalaşması esastır’ diyoruz, çünkü çiftçinin ana dürtüsü ekonomik değil toprak sevgisi ve kültürel bağımlılığıdır. Siz bunun önünü kestiğiniz ve onun kimliğini yok ettiğiniz zaman sadece onun ekonomisiyle ilgili sorunlar oluşturmakla kalmıyorsunuz, sosyal kimliğini de ortadan kaldırıyorsunuz. Atatürk, ‘Köylü milletin efendisidir’ demiş. Bu efendiliğini yaşatabilmenin tek yolu para değildir. Ona gerekli saygınlığı vermektir, onu tanımaktır, toplumda ona bir mevki vermektir. Benim hayalim bu projenin kent insanı ile köy insanı arasındaki kopukluğu bir miktar azaltabileceği yönündedir.

Sitenizden hangi ürünleri temin edebilmemiz mümkün?

Bir evin gıda ihtiyaçları ile ilgili azami ihtiyaçları oluşturmaya çalışıyoruz. Çeşitli peynir türleri, sebzeler, meyveler mevcut. Ama zaman içinde daha da zenginleştireceğiz. Farklı yörelerin farklı tatlarını sunacağız. Ayrıca sitemizde organik temizlik malzemeleri de kullanıcılara sunuluyor. Aslında projenin gerçekleşmesinde ilham kaynaklarından biri Slow Food oldu benim için. Slow Food geçtiğimiz Kasım ayında İtalya’da Terra Madre isimli bir toplantı yaptı. Slow Food ‘iyi, temiz ve adil’ diyor. Hatta bu sene ‘iyi, temiz, adil ve kutsal’ dedi. Yani tükettiğimiz ürünün iyi, temiz, kutsal olmasını talep edelim ki, o üretim sürdürülebilir olsun. Eğer siz bir şeyi talep etmezseniz, onu üreten kalmaz. Sistemimizdeki tüm çiftçiler, bizle yaptıkları sözleşmede kesinlikle genetiği değiştirilmiş tohum kullanmadıklarını beyan ederler. Kesinlikle kimyasal kullanmazlar. Yani doğa dostu tarım yaparlar. İkinci adımda Boğaziçi Üniversitesi ile bir anlaşma yapmak istiyorum. İlgili laboratuvar ile çalışarak, numunelerin kimyasal analizlerini yapıp müşterilere ürünlerin doğallığı ile ilgili bilimsel raporlar da sunmak istiyorum.

Anadolu toprakları, Mezopotamya’yla beraber, dünyanın biyoçeşit açısından en zengin yerlerindendir ve bu topraklarda yaşamak bir lütuftur. Bu zenginliği ele geçiren kişiler, şirketler veya devletler bu zenginlikleri artık bir silah olarak kullanma yöntemlerini kullanıyorlar.

Bu proje ile başka neler hedefliyorsunuz?

Projenin resmi olarak bağlı olduğu bir şirket var. Benim hayalim bu projeyle birlikte alışılagelmiş şirket anlayışını da değiştirmek. Şirketin bir Sivil Toplum Kuruluşu gibi hareket edebilirliğini ispatlamak istiyorum. Özetle hayalim kâr maksimizasyonu değil. Kendi ayakları üzerinde duran, sürdürülebilir, daha az kârla yetinen bir oluşum. Hayalim bugün gördüğümüz şirketler ve Sivil Toplum Örgütleri arasında bir şey yaratmak. Bu aslında şirketin kendi ekonomik menfaati için de olumlu bir şey. Her ne kadar kâr maksimizasyonu hedeflemeseniz dahi sizin böyle bir şeyi ispat etmeniz, şirkete olan ilgiyi arttırır. Eğer bir gün buradaki hacimler büyürse buradan elde edilecek paranın yine bir kısmını çiftçilere yatırmak, onların eğitimini, organik veya doğa dostu tarımın gelişmesi konusunda kitapçıklar, fuarlar veya geziler organizasyonuna harcamak isterim. Bunun yanında projenin sürdürülebilirliği konusunda destek vermek isteyen insanlarla da işbirliği yapmak istiyorum. Ziraat Mühendisi, akademisyen, gazeteci, felsefeci olabilir. Farklı disiplinlerden insanların bir araya gelmesi benim hayallerimden biri. Başarı kriteri de benim için para değil. Belki bir mutluluk. Nihai noktada varmaya çalıştığımız kelime mutluluk. Bu mutluluğun açılımları artık size kalmış.

Son olarak söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Proje ile ilgili, kritik kelimelerden biri yerel tohum. Esas aldığımız kriterlerden biri ise adil ticaret. Küçük çiftçilik de kritik bir kelimedir, yani büyük şirketlerle yapılan organik tarımı benimsemiyoruz. Bir diğer kritik kelime doğa dostu tarım. Büyük şirketlerin yaptığı işlerin salt kâr amaçlı olduğunu düşündüğümüz için öncelikle küçük çiftçinin hayatta kalmasına destek olmak istiyoruz. Türkiye’deki bütün küçük çiftçiler mutlu mesut olsaydı benim şirketlere söyleyecek bir şeyim olmazdı tabi ki, ama onların bir faaliyeti bir takım küçük çiftçiyi ortadan kaldırıyorsa o zaman biz ‘Dur!’ diyoruz. Küçük çiftçilik ölmemeli. Küçük çiftçilik gıda egemenliğinin teminatıdır. Küçük çiftçiler ve köylüler bu yüzden milletin efendisidir.

Atatürk, ‘Köylü milletin efendisidir’ demiş. Bu efendiliğini yaşatabilmenin tek yolu para değildir. Ona gerekli saygınlığı vermektir, onu tanımaktır, toplumda ona bir mevki vermektir.

Açık Radyo – Toprak Ana

Cem Birder, aynı zamanda Açık Radyo’da Toprak Ana isimli bir program yapıyor. Her Perşembe saat 14.00’da programı takip edebilirsiniz. Bu programda da küçük çiftçiliği, tohumları, geleneksel üretimi, kent yaşamındaki alışkanlıklar konuşuluyor. Birder’in konukları bazen akademisyenler, bazen tüketiciler, bazen çocuklar oluyor. Amaç aynen www.toprakana.com.tr projesinde olduğu gibi farklı katmanları toplayıp, el ele tutuşturmaya çalışmak. Çünkü Birder, herkesin birbirinden alacağı ve öğreneceği şeylerin olduğuna inanıyor. Programların tamamına www.toprakana.org sitesinden ulaşabilirsiniz.

Buğday Derneği

Cem Birder, bir şirkette çalışma sürecine Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nde çalışmaya başlama kararıyla son verdi. Bir süre dernekte genel müdürlük yaptı. O dönemde Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ile Türkiye’nin ilk organik tarım pazarını kurulumunda yer aldı. Bu Pazar hala her Cumartesi Şişli Bomonti’de faaliyet gösteriyor. Türkiye’nin her yerinden farklı, küçük çiftçiler ağırlıklı olarak geliyorlar ve organik sertifikalı ürünlerini bu pazarda satışa sunuyorlar.

Türkiye’deki bütün küçük çiftçiler mutlu mesut olsaydı benim şirketlere söyleyecek bir şeyim olmazdı tabi ki, ama onların bir faaliyeti bir takım küçük çiftçiyi ortadan kaldırıyorsa o zaman biz ‘Dur!’ diyoruz. Küçük çiftçilik ölmemeli. Küçük çiftçilik gıda egemenliğinin teminatıdır. Küçük çiftçiler ve köylüler bu yüzden milletin efendisidir.

Doğal ürünlere ilişkin bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 136. sayısında (Ocak 2009) yer aldı. Sabanur Yılmaz tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.