bread

Anadolu’nun ötekileri

Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü’nün desteğiyle gerçekleştirilen “Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” başlıklı araştırma Anadolu’da muhafazakarlığın toplumsal hayatı nasıl etkilediğini derinlemesine mülakat yöntemiyle inceliyor.  Proje sorumlusu Prof. Dr. Binnaz Toprak ile araştırma sonunda ortaya çıkan düşündürücü tablo üzerine konuştuk.

Binnaz Toprak’ın proje sorumlusu olarak yer aldığı ve İrfan Bozan, Tan Morgül, Nedim Şener ile birlikte gerçekleştirdiği “Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” başlıklı çalışma medyada çok tartışılan konulardan biri olarak uzun zamandır gündemde. Özellikle iktidara yakın çevreler tarafından eleştirilen araştırma Türkiye ile ilgili kesin yargılar ortaya koymaktan çok şu anda mevcut olan bir tabloyu gösteriyor ve bu tablo üzerine herkesi düşünmeye çağırıyor. İlerleyeceği yönü Batı olarak belirlemiş, bunun için reformlar yapmış, politikalar geliştirmiş, AB üyesi olma yolunda ilerleyen bir ülke olarak Türkiye bugün muhafazakarlığın ve dindarlığın arttığı bir ülke mi oluyor? Araştırma bu soruya cevap vermiyor, ancak Anadolu’da farklı kentlerden 401 kişi ile yapılmış derinlemesine mülakatlar sonucunda ortaya çıkan tabloyu gösteriyor.

Bizim gençlerimiz bu kadar kısıtlı bir hayata sıkışmanın zorluklarını yaşıyorlar. Neden göç etmek istedikleri anlaşılıyor.

Araştırmanın amacını  “Dindarlık ve muhafazakarlık arasındaki yakın ilişkiyi derinlemesine irdelemek.” “Anadolu’da “öteki”ler baskı ile karşılaşıyor mu? ‘mahalle baskısı’ olgusunu somutlaştırmak ve varsa kime karşı yöneltildiğini anlayabilmek.” olarak  özetlemek mümkün.

Binnaz Toprak: Dindarlık ve muhafazakarlık arasındaki yakın ilişki önceki araştırmalarda ortaya konan bir saptamaydı. Anadolu’da farklı kimlikte olanlara karşı baskı var mı meselesi tabii ki İslami kesimi de kapsayabilir -ki bunu da raporda belirttik. Çünkü o kesimin de uzun yıllar cumhuriyetin ve laik kesimin kendilerini dışladığına ve baskıya maruz bıraktığına dair şikayetleri var. Bildiğimiz gibi başörtülü öğrenciler çok uzun süredir şikayetçiler. Dolayısıyla ‘Anadolu’da baskı var mı’ diye bakarken tümüne baksak bu kesime de bakmamız gerekebilirdi. Ama raporda da söylediğimiz gibi İslami kesim üzerine o kadar çok araştırma yapıldı ki. Ben de şahsen çok araştırma yaptım. Bu nedenle biz araştırmayı doğuştan elde edilmiş kimlikler –kadın, Alevi, Hıristiyan gibi- ya da sonradan benimsenmiş kimlikler- solcu, laik, farklı giyimli gibi– yüzünden baskıya maruz kalanlar üzerinde yaptık.

Araştırmanın ‘Farklı Kimlikleri Ötekileştirme ve Toplumsal Baskı’ başlıklı bölümünde gençler, laikler, Aleviler, kadınlar, Romanlar ve Hıristiyanlarla ilgili saptamalar ayrı kategorilerde ortaya koyuluyor. Bu bölümde ‘Değişen Anadolu Müslümanlığı’ başlığı altında Ramazan ayında kamusal alanda oruç tutmayan kişilerin yaşadıkları baskılar aktarılıyor.

B.T.: Gençlerin anlattıkları beni en çok kaygılandıran konular arasındaydı. Türkiye’de yapılmış  araştırmalar  yurtdışına gitmek isteyen gençlerin oranının başka ülkelere kıyasla oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Araştırma sırasında gördüğümüz tablodan sonra niye böyle hissettikleri anlaşılıyor. Bu gençlerin hayatları, üniversitede okumalarına rağmen, çok kısıtlı. Kampus haricinde bir hayatları neredeyse yok, kampus hayatı da çok kolay değil. Kız ya da  erkek fark etmiyor,  istedikleri gibi giyinemiyorlar. Bir erkek öğrencinin küpe takması, uzun saç bırakması, hatta mavi veya yeşil  renkli tişört giymesi tepki topluyor. Bu nedenlerle mahallesindeki gençlerden veya okuldaki ülkücü gençlerden dayak yiyen gençler var. Medyaya araştırma sadece İslamcılardan kaynaklanan baskıdan söz ediliyor gibi yansıdı ama araştırmamızda gençlerin yaşadıkları sıkıntıların özellikle  ülkücü kesimden kaynaklandığını söyledik. Kızların aynı şekilde giyim kuşamları baskı altında. Mesela Malatya’da iki kız sokakta kısa kollu tişörtle dolaşıyor diye bir adam “Malatya’lı fahişeler “diye hakaret ediyor. Adapazarı’nda erkek öğrenciler şortla balkonda oturdular diye kapıya polis geliyor… Bu tip çok şikayet dinledik. Gençler istedikleri kitapları okuyamıyorlar, kiralık ev bulmakta zorlanıyorlar, kız veya erkek arkadaşlarıyla rahat dolaşamıyorlar, duygusal ilişkiler, el ele tutuşup sinemaya gitmeler neredeyse imkansız. Bu gençler aynı zamanda televizyon izliyorlar, başka ülkeler hakkında programlara bakabiliyorlar, internette dolaşıyorlar ve onların dışında bir dünya olduğunu görüyorlar. Genç insanların maceralara atıldıkları, gezdikleri, eğlendikleri, istedikleri gibi düşündükleri, istediklerini söyleyebildikleri bir dünya…  Bizim gençlerimiz bu kadar kısıtlı bir hayata sıkışmanın zorluklarını yaşıyorlar. Neden göç etmek istedikleri anlaşılıyor.

Anadolu’nun Yeni Ötekileri: Laikler

 “Toplumdaki önyargıların pek çoğunun yeni olduğu iddia edilemez. Ancak laik kimliktekilere karşı olan iktidar kaynaklı ayrımcılık ve baskı, ramazanda oruç, namaz, Cuma zorunluluğu gibi toplumsal baskılar yeni bir ortamın mevcudiyetine işaret ediyor.”

“Atatürkçü düşünceleri savunmak artık cesaret istiyor.”

B.T.: Konuştuklarımız arasında sırf laik diye toplumsal baskı hissedenler diğerlerine göre daha azdı. Bize anlatılanlara göre, öğretmen, hemşire gibi kendi kimliğini laik olarak tanımlayan ve kamu sektöründe çalışanlar daha çok iktidarla ilişkileri bağlamında baskıya maruz kalıyor, görev yerleri değiştiriliyor, daha zor görevler veriliyor. Atatürkçü Düşünce Derneği ve benzeri derneklere üye olanlar ise artık üye bulmakta, etkinlik yapmakta zorlandıklarını söylüyorlar. Hatta çıkardıkları dergiye bağış olarak para verenlerin bazen isimlerinin kullanılmamasını istediklerini söylüyorlar.

Kadrolaşma sadece şimdi, AKP zamanında yaşanan bir sorun değil. Bütün iktidarlar zamanında olmuş. Ama tüm bunlara bir noktada dur demek lazım.

Toplumsal Baskının Zaman ve Mekan Ötesi Muhatapları: Kadınlar

 “Taşra kadınlarını yemekte” Arzu Çur (Kadınlar: Taşranın Yurtsuzları” başlıklı yazısından).

“Geceleri Anadolu, kadınsız kentlerde kadınsız erkeklerin yaşadığı, sönük, parıltısız, derin bir sessizliğe gömülmüş sokakların toplamı gibiydi”. Arzu Çur (Kadınlar: Taşranın Yurtsuzları” başlıklı yazısından).

“Gerçekten de, Anadolu’nun pek çok kentinde, “günah ve ayıp” tanımları, “namus” kavramıyla da birleşince, kadınların kendi yaşamları hakkında karar vermelerini, kendi vücutlarına sahip olmalarını, sokağa çıkabilmelerini, erkeklerin tacizinden kurtulup istedikleri tarzda giyinmelerini, kamusal alanlarda erkeklerle eşit ve erkeklerle birlikte yer alabilmelerini engelliyor gözükmekte.”

B.T.: Kadın sorunu çok boyutlu. Kadın çalışmaları apayrı bir konu ve bu konuda çok araştırma yapıldı. Biz bu raporda sorunun her boyutunu kapsamış değiliz. Ama kadın olmaktan kaynaklanan giyim kuşam, davranış gibi baskı türlerini yakalayabilir miyiz diye baktık . Ortaya çıkan, eğer yaşadığınız yerin yerlisiyseniz her hareketinizin kısıtlandığı. Batman’da bir radyo sahibi gelen telefonların çoğunun genç kızlardan geldiğini söyledi. Sokağa çıkmayan, erkeklerle konuşması yasak olan, okula gitmeyen, çalışmayan kızların tek iletişim kanalı bu telefonlar olmuştu. Anadolu’daki bu kentlerde kadın olmanın çok zor olduğunu herkes ifade etti. Eskişehir, Aydın gibi yerler hariç diğer şehirlerde geceleri dolaşırken tek bir kadın görmüyorsunuz. “Bu kentte herhalde bir tek erkekler yaşıyor” diyorsunuz.

Anadolu’nun Görünmeyen, “Görünmemek” Zorunda olan Mağdurları: Aleviler

 “Devlet memurlarının ya da yetkililerin, hatta seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanlarının bile Alevilere karsı önyargılarını rahatlıkla dile getirebildikleri ya da Alevileri rahatsız edebilecek uygulamalara gidebildikleri birçok örnekle anlatıldı.”

B.T.: Alevilere karşı insanın içini burkan önyargı hikayeleri dinledik.  Neredeyse konuştuğumuz her Alevi hayatı boyunca ayrımcılığa maruz kaldığını anlattı. Tabii bunlar yeni değil, çok eskiden beri var olan önyargı ve davranışlar. Haklarında, mum söndü yaptıkları için namuslarına güvenilmez dendiği, kestikleri et yenmez dendiği gibi hurafelere dayalı önyargıları herkesten dinledik. Komşusu Alevi hanımın verdiği aşureyi gözünün önünde çöpe atıyor, verilen etler köpeklere atılıyor. Bunlar çok acı hikayeler.  Onun dışında öğretmenlerin Aleviler hakkında sınıfta söyledikleri var. Bunlar ne kadar yaygın bilemiyorum ama biz bu tür birçok hikaye dinledik. Hangi ile giderseniz gidin Alevilerden hep benzer şikayetler duyuyorsunuz.

İçe Dönük Yaşama Mahrum Bırakılanlar: Anadolu Hıristiyanları

“Tarih boyunca Anadolu halklarıyla içiçe yaşayan, Anadolu kentlerinin yaşamına ve sanatına damgasını vurmuş ve Anadolu’da artık tek tük kalmış Ermeniler ya da Süryaniler, geçmişte yaşanmış olayların da etkisiyle, görünmez olmayı tercih ediyor, kendilerini kent yaşamından soyutlayarak ve kendi dünyaları içine hapsederek var olabiliyorlar. Aleviler gibi onlar da, Sünni Türklerin Anadolu’sunda görünmez olmak zorundalar.”

B.T.: Araştırmamızda bu gruba ufak bir bölüm ayırdık, çok rastlayamadık. Hem bulmak hem de konuşmak zor. Trabzon’da Hrant Dink suikastı, Malatya’da misyoner katliamı ile ilgili sorularımız oldu. Elbette her iki şehirde de son derece aklı başında insanlar var. Ancak “az bile yapmışlar” diyen bir kesim de var.  Sonuçta azınlıkların neden görünmez olmaya çalıştıkları ortada. Ayrıca bu olaylardan sonra kahvelere bir takım adamlar gelip halka kimseyle bu konu hakkında konuşmamalarını söylemişler. Ciddi bir gizleme de var. Korkunç şeyler de duyabiliyorsunuz. Mesela bir öğretmen sınıfta “Sivas’da, Madımak otelini yakanlar cezaevinde cezalarını çekiyor, öbürleri de yanarak cezalarını çektiler” diyebiliyor. Ve bunu bir öğretmen söylüyor…

İktidar Kaynaklı Baskı ve Cemaat Faaliyetleri

Araştırmanın “İktidar Kaynaklı Baskı ve Cemaat Faaliyetleri” başlıklı ikinci bölümünde iktidar kaynaklı baskı ve araştırmada özellikle aramadıkları halde her yerde karşılarına çıkan Fethullah Gülen cemaatinin faaliyetleri üzerinde duruluyor. İktidarın devletin gücünü kullanarak ideolojisini yaygınlaştırmaya yönelik çalışmaları olarak öncelikle devlet içindeki kadrolaşma ele alınıyor.   

 “Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde idari yapısını hızla değiştirmesi gereken bir dönemde Türkiye’de iktidarların hâlâ kadrolaşmada ısrar etmeleri sistemin etkin çalışmasının önünde ciddi bir engel olarak duruyor.” “Kadrolaşmanın yanısıra “laik” kimliktekilere karsı baskı uygulandığı ya da ayrımcılık yapıldığı da anlatılanlar arasındaydı.”

B.T.: Kadrolaşma sadece şimdi, AKP zamanında yaşanan bir sorun değil. Bütün iktidarlar zamanında olmuş. Ama tüm bunlara bir noktada dur demek lazım. Geçmişte İslami kesime baskı yapıldı diye aynı zihniyetin devam etmesi gerekmiyor. Kadrolaşma gerçekten rasyonel bir bürokrasi açısından düşündüğünüzde çok sakıncalı bir durum. Şöyle bir durum da var, AKP’nin kadrolaşması başka herhangi bir partinin kadrolaşmasından farklı çünkü Türkiye’de zaten var olan İslamcılık ve laiklik bölünmüşlüğünün tam da damarına basıyor. Dolayısıyla ortam daha geriliyor.

Kadrolaşmanın yanı sıra devlet otorite ve yaptırım gücünün kullanılarak toplumsal hayat üzerinde oluşturulmaya başlanan baskılar da mülakatlarda ortaya çıkıyor. Bunlar arasında içkili mekanların kaldırılması veya toplumsal hayatın dışına taşınmasına yönelik uygulamalar, Cuma namazı saatlerinde hastanelerde dahi işe ara verilmesi, Kutlu Doğum Haftası gibi daha önce resmi programda yer almayan uygulamaların başlatılması yer almakta.

 “Gittiğimiz kentlerin çoğunda cuma günleri büyük market ya da alışveris merkezlerinin dışında dükkanların da kapalı olduğu, esnaf arasında namaza gitsinler ya da gitmesinler kepenk kapatmanın bir zorunluluğa dönüştüğü de bize anlatılanlar arasındaydı.”

“Hatta devlet dairelerinde bile din temasını işlemek üzere her türlü etkinliğin bahane edildiği de duyduklarımız arasındaydı. Örneğin, Aydın’da Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi bir kamu çalışanı, “Orman Şehitleri Günü” diye bir tarih ortaya atılıp devlet dairesinde Kur’an okutulduğunu söylüyordu.”

Binnaz Toprak ve ekibinin araştırma sırasında aramadıkları halde gittikleri her yerde karşılarına çıkan Fethullah Gülen cemaatinin faaliyetlerine de raporda geniş yer verilmiş. Faaliyetler eğitim ve iş hayatı ekseninde ele alınmış ve cemaatin bu konularda geldiği etkin nokta ile ilgili olarak mülakata katılanların anlattıklarına yer verilmiş.

“Yaşam koşulları açısından daha avantajlı konuma gelmek ile cemaat mensubiyeti arasında bağ olduğu anlaşılıyordu.”

“Cemaate ait eğitim kurumlarında oluşturulan “ahlak adaları”nın cumhuriyet kurulduğundan bu yana izlenen eğitim politikalarından farklı bir model sunduğu, bu kurumların daha muhafazakar bir toplum yaratmak için önemli bir basamak oluşturduğu kanısındayız.”

Çok rahatsız edici önyargı hikayeleri dinledik. En ürkütücüsü de, öğretmenlerin hatta üniversite öğretim görevlilerinin bile bu önyargılarda taraf tutumları. AB’ye gireriz giremeyiz bilemem ama eğer Türkiye farklı kimliklerin bir arada yaşayacağı bir toplum olacaksa, farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği bir toplum olacaksa bu tabloyla uğraşmak lazım.

SONUÇ

 B.T.: Derinlemesine mülakata dayalı bu çalışma, ‘bütün Anadolu halkı böyle midir’ sorusunun cevabını veremez. Zaten böyle bir iddiamız da yok. Bu araştırma Türkiye genelini temsil etmiyor ama bir takım önemli sorunlara da parmak basıyor. Bunlar münferit olaylar denecek şeyler değil çünkü tekrarlıyor ve benzer şekilde tekrarlıyor. Çıktığımız televizyon programlarına gelen binlerce benzer mesaj var ve çok benzer hikayeleri anlatıyor insanlar. Burada bu tablonun ortaya koyduğu bir gerçeklik var ve bunun ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Araştırma şöyle bir tabloyu da ortaya koyuyor: AKP teşvik ediyor olsun olmasın, cemaat liderleri yol gösteriyor olsun olmasın, tam olarak bilemeyeceğim bir atmosferden dolayı muhafazakarların çok daha rahat hareket ettiklerini düşünüyorum.  Bunca yıldır bu ülkede yaşıyoruz, öğretmenlerin sınıf ortamında böylesi şeyler söyleyebileceklerini –Aleviler hakkında atıp tutmalar, Hıristiyanlara dangalak demeler, bir üniversite hocasının oruç tutmayan öğrencisi dokundu diye “mekruh oldum orucum bozuldu” demesi- aklım almıyor.

Bu tablonun değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok rahatsız edici önyargı hikayeleri dinledik. En ürkütücüsü de,  öğretmenlerin hatta üniversite öğretim görevlilerinin bile bu önyargılarda taraf tutumları. AB’ye gireriz giremeyiz bilemem ama eğer Türkiye farklı kimliklerin bir arada yaşayacağı bir toplum olacaksa, farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği bir toplum olacaksa bu tabloyla uğraşmak lazım. Bu tablo kendiliğinden düzelmez. Hiçbir ülkede de değişmedi. Bunlarla uğraşıldı. Eğitim sisteminde uğraşıldı, medya kanalıyla uğraşıldı, siyasal partiler uğraştılar, devlet bizzat uğraştı. Bunun en güzel örneği ABD’de afro-amerikalılar için uygulanan yöntemler. Barack Obama durduk yerde seçilmedi. Orduyu hiçbir şekilde içişlerine karıştırmayan ABD, 1960’lı yıllarda, Kennedy döneminde Mississippi’ye ordu gönderdi. Çünkü Amerika’nın güney eyaletlerinde polisinden tutun mahkemesine kadar herkes ırkçılığa bulaştığı için sistem çalışmıyordu. Dolayısıyla merkezden müdahale edildi. Bizde de insanların eşit olduğu, herkesin, kız çocuk veya Alevi hiçbir fark gözetmeksizin okumaya, çalışmaya hakkı olduğu, kimseye karşı ayrımcılık yapılmaması gerektiği, kadınlara karşı şiddet veya baskı kullanılmaması gerektiği gibi konuların topluma öğretilmesi için uğraşmak lazım. Kendi haline bıraktığınız zaman tüm bu önyargılar kalıyor veya çoğalıyor.

2050’de Türkiye

2050’ye gelindiğinde Batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de nüfus artışının azalacağı öngörülüyor. İyi eğitimli genç nüfusun önemi artıyor ve bunların yurtdışına gitmek istemesi çok düşündürücü bir sorun. Başka araştırmalar kadın istihdamının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. 2050’lere gelindiğinde Türkiye’nin önemli bir küresel aktör olacağı hesaplanmış ama bunun gerçekleşmesi bu şarta bağlı: İyi eğitilmiş nüfusa ve kadınlara istihdam imkanlarının sağlanabilmesine. Çağımızda insan sermayesine önem verip, o insan sermayesini eğitebilmek çok önemli. Toplumumuzda hala bu kadar önyargının mevcut olması eğitimle de ilgili. Bu kadar önyargıyı besleyenler toplumun iyi eğitilmiş kısımları değil elbette. Genel olarak baktığımda, eğitim meselesinde Cumhuriyet başarısız oldu diye düşünüyorum.

2006 Araştırmasından sonra ne değişti?

En son 2006’da yaptığımız araştırma İslam devleti özlemi göstermiyordu. Ama görünen o ki toplum daha muhafazakarlaşıyor. Ramazanda oruç tutmamak eskiden bu kadar büyük baskı görmüyordu. Oruç tutmadığı için sokakta dayak yediğini söyleyen insanlar var. Cuma namazına gitmemek böyle bir baskı görmezdi. Cuma namazına gitmese bile kepengini kapayan esnaf var. İlkokul çocuklarına Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle ezberletilen ilahiler, Fethullah Gülen cemaatinin etkisi, içki yasakları gibi baskılar insanların eskisinden farklı bir hayata çekildiğini söylüyor. Eskiden içki içerken artık içmeyen, karısı açıkken kapananlar anlatıldı. Muhafazakarlık ve ona bağlı baskının arttığını gösteren bu tip göstergeler var. Bunun ne kadar yaygın olduğunu bilmiyoruz. Ama bunların üzerine düşünülmesi lazım, biz bunu söylüyoruz.

Araştırma raporuna Açık Toplum Enstitüsü’nün internet sitesinden ulaşmak mümkün.

Toplumumuzda hala bu kadar önyargının mevcut olması eğitimle de ilgili. Bu kadar önyargıyı besleyenler toplumun iyi eğitilmiş kısımları değil elbette. Genel olarak baktığımda, eğitim meselesinde Cumhuriyet başarısız oldu diye düşünüyorum.

Binnaz Toprak’la yapılan bu söyleşi , Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 137. sayısında (Şubat 2009) yer aldı. Pınar Türen ve Ozan Ekin Kurt tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.