bread

İstanbul ve deprem

İstanbul’da büyük bir deprem olma olasılığı her yıl %2’dir

BU DÜNYANIN EN YÜKSEK İHTİMALLERİNDEN BİRİDİR…

Ürkütücü bir başlık ve bizler bu gerçekle yaşamak zorundayız. Ama gurur verici ve içimizi rahatlatan gelişmeler de yaşadık. Devletin ve halkın bilinci arttıkça, daha korunaklı binalarda yaşamaya başladıkça ve depremde ne yapacağımızı hepimiz bildikten sonra endişelerimiz azalacak. Bu yolda Türkiye’nin en çok çalışan kurumunun başında BÜ Kandilli Rasathanesi geliyor. Büyük bir sorumlulukla hem eğitim veren hem de servis hizmeti veren Kandilli Rasathanesi yeni Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik ile ürkütücü bir gerçekle yaşarken bilime inanarak ve tabii ki uygulayarak geldiğimiz noktayı ve bundan sonra ulaşmamız gereken hedefleri konuştuk.

 99 Depremi öncesi ve sonrası…

“deprem acil durum planı ile ilgili proje teklifimizi biz aslında 99 depreminden önce vermiştik”

1999 depreminin öncesinde de biz öyle bir depremin geleceğini biliyorduk ve bekliyorduk. İstanbul’da birçok değişik çalışma ve toplantı yapılıyordu. Hatta İstanbul’un deprem riski nedir ile ilgili olarak Dünya Bankası finansmanı ile ilk araştırmayı da 1997 yılında, daha ortada depremin lafı yokken yine biz yapmışızdır. Ondan sonra deprem oldu… Depremden sonra gündeme gelen deprem acil durum planı ile ilgili proje teklifimizi biz aslında 99 depreminden önce vermiştik. 99 depreminden sonra bu projenin gerçekleştirilmesi çabuk oldu. Deprem olmasa da bu proje büyük bir ihtimalle gerçekleştirilecekti çünkü çok kuvvetli nedenlerimiz vardı. Ama deprem olunca hızla hayata geçirildi. Sonuçta bu çalışmalar aslında 99 depreminden önce yapılmıştı. 99 depreminden sonra çok ciddi çalışmalar yapıldı Kandilli Rasathanesinde.

Deprem Mühendisliği

“Türkiye’de deprem mühendisi diplomasını sadece burası vermektedir, dünyada da sayılı yerlerden biridir.”

Depremle ilgili son derece önemli çalışmalar gerçekleştirilmekte Kandilli Rasathanesinde. Tüm dünyada benzer kapasiteye sahip sekiz yer arasında Kandilli Rasathanesi var. Deprem Mühendisliğinin burada olmasının en büyük bir avantajı jeofizik ve jeodezi gibi ilişki içinde olması gereken diğer birimlerin de burada olması. Kandilli’de hem servis hem de eğitim işleri var. Toplum genelinde daha çok bilinen servis işleri. Oysa verilen eğitim de çok önemli. Türkiye’de deprem mühendisi diplomasını sadece burası vermektedir, dünyada da sayılı yerlerden biridir. Neticede Kandilli’nin gerçekleştirdiği tüm aşamaların kaynağını da öğrencilerimiz teşkil etmekte. Onlar olmasa hiçbir şey yapamayız. Bütün uğraşımız kaliteli öğrenciyi almaya devam etmek. Bu kadar kaliteli öğrenciyi almaya çalışırken elbette Avrupa veya ABD’den çok güzide okullarla rekabet etmek durumundayız. Çoğunlukla onlara karşı mağlup oluyoruz bunun da sebebi araştırma ve eğitim imkanlarımızın eksikliği değil, öğrencilere sunacağımız burs, yurt gibi imkanların sınırlı olması. Sosyal imkanların artması öğrencilere cazip gelecektir. Bu nedenle Kandilli Kampüsünde yeni birimlerin kurulması, buraya daha çok öğrencinin gelmesi, Üniversite ile daha bütünleşik olması olumlu gelişmeler olacak. Deprem Mühendisliği bölümünde mezun olan öğrenciler hangi dallarda devam ediyorlar? Bir kısmı yine üniversitelerde çalışıyor. Önemli bir kısmı ise Türkiye’de sigorta sektöründe çalışıyor. Deprem sigortası, deprem sonrasında hasar belirlenmesi ile ilgili birimlerde görev alıyorlar. Yine önemli bir kısım mezunumuz büyük firmalarda projelerde, depreme dayanıklı yapı tasarımında çalışıyor.

Yetkin mühendislik

“özellikle devletten gelen talep çok önemli rol oynuyor”

Halktan gelen talep tek başına yeterli değil. Biz yıllardır Türkiye’de yetkin mühendisliği (profesyonel mühendislik) çıkartmaya çalışıyoruz. Türkiye’de bugün 4 yıllık inşaat mühendisliği eğitimini alan herkes kanunen herhangi bir yapının projesine imza atabilir. Oysa Avrupa ve ABD’de bunun için bir ek eğitim veya tecrübe aranıyor. Devlet “şu tip projeler için bu yeterlilikte mühendisin imzası gerekiyor” şartını ihale metinlere sokarsa o formasyondaki mühendise talep yaratılır. O zaman daha çok öğrenci bize gelir, daha çok mezunumuz olur. Bu nedenle özellikle devletten gelen talep çok önemli rol oynuyor, bu talep arttıkça uzman sayısı da artacaktır.

Halkın eğitim

“devamlı sponsor arayışında olmak bizim için çok zor”

Afet Birimimiz depremden sonra kuruldu. Şu anda üniversitemiz eğitim fakültesinden destek almaya çalışıyoruz. Ayrıca İstanbul Valiliği’nin de sponsorluğu için çalışıyoruz. Zira bizim buna ayıracak büyük bir bütçemiz yok. Yine büyük kurumların sponsorluğu da çok önemli. Mesela  deprem eğitim tırı için Hazır Beton Birliği’nin desteğini aldık. Onların sponsorluğu yıl sonunda bitecek. Sonrası için yine sponsor bulmak lazım. Böyle devamlı sponsor arayışında olmak bizim için çok zor. Bu nedenle daha uzun yıllar sürdürülebilir çalışmalar yapılmalı. Ben, afet birimimizin araziye gidip bilfiil eğitim vermek yerine, deprem eğitim malzemesi üreten, mevcut eğitim malzemelerini denetleyen ve güncelleyen bir kurum olmasını tercih ediyorum. Çünkü sahaya gidip eğitim vermek yatay büyümek demek ve bunu yapacak kurumlar zaten var. Ama bizim onlara yardımcı olmamız, malzeme sağlamamız daha önemli.

Depremi önceden bilmek

“tüm dünyaya küçücük bir delikten bakıyorsunuz ve deliğin dışında ne olduğunu görüyorsunuz”

Şu anda dünyada depremi önceden haber veren bir sistem, böyle bir teknoloji yok. Deprem milyonlarca yıldan beri olagelen bir doğa olayı. Biz buna sadece son 50 yıldır bakıyoruz. Yani düşünün ki siz tüm dünyaya küçücük bir delikten bakıyorsunuz ve deliğin dışında ne olduğunu görüyorsunuz. Elinizde bir zar var ama zarın kaç köşesi olduğunu bilmiyorsunuz. Zar 6 köşeliyse sayıları görüyorsunuz, 1’den 6’ya kadar. O zaman ‘ben zarı yeniden attığımda aynı sayının yeniden gelme olasılığı 1/6 diyebilirsiniz’. Şimdi biz de deprem konusunda elimizdeki zarın kaç köşeli olduğunu bilmiyoruz, çünkü yeteri kadar atılmamış zar. O bakımdan, ne yapsanız kehanet oluyor. Biz bu tip çalışmalarımızı yüzlerce, binlerce tekrarlarsak bizden sonra gelen nesiller daha doğru kehanetlerde bulunacaklar. Şu anda yaptığımız araştırmalar hep geleceğe ışık tutmak içindir. Ama şu anda kesin bir çözümümüz yok elimizde.

Deprem teknolojisi

“Ama depremi önceden tahmin etmeyi, depreme dayanıklı binalar yapmanın yerine veya aynı paralelde düşünürseniz bu yanlış bir yöntemdir”

Depreme karşı nasıl dayanıklı yapılar yapacağımızı biliyoruz. Bu konuda teknoloji çok hızlı ilerliyor. Ama deprem ile ilgili araştırmalar çok zor çalışmalar. Büyük bir depremden bahsederseniz depremin etkilediği fay hattının sahası 30×70 kilometre gibi bir yer düşünün. Burada deprem bir noktada başlıyor, küçük başlıyor, ya büyüyor ya büyümüyor. 20 kilometre derinde olan bir olay. Sonuçta söylemek istediğim şu anda depremi önceden bilebilen bir teknoloji yok. Ama nasıl bir binada ya da altyapıda yaşamanız gerekiyor, acil durumda neler yapılmalı, bunları biliyoruz. Zaten bunları bildikten sonra gerisi araştırma içindir, bilgiyi artırmak içindir. İnsanlar bu bilimsel çalışmaları da takip edebilirler elbette. Ama depremi önceden tahmin etmeyi, depreme dayanıklı binalar yapmanın yerine veya aynı paralelde düşünürseniz bu yanlış bir yöntemdir. Bizim için bilinenleri uygulama zamanıdır.

İstanbul’daki uygulamalar

“Bizim eksik olduğumuz konu daha çok halkımızın oturduğu konutlarda yaşanan sorun”

Şu anda çoğu alanda İstanbul’daki uygulamalarda dünyaya paraleliz. Köprüleri ele alacak olursak, hepsi elden geçmiş ve güçlendirilmiştir. Diyebilirim ki San Francisco veya Los Angeles’teki köprülerden daha bile iyi durumda olabilirler. Okullarımıza bakarsanız 500’e yakın okul binası güçlendirilmiş durumdadır. Daha çok sayıda okulun da projeleri hazırlanmış durumdadır. Hastaneler için de projeler var ama okul çalışmaları kadar kapsamlı bir şekilde çalışmaları başlamadı. Bizim eksik olduğumuz konu daha çok halkımızın oturduğu konutlarda yaşanan sorun ki o da zaten dünyada da çözülmüş durumda değil. Bu konuda kent bazında dünyada iki önemli hamle olmuştur. Bunlardan bir tanesi 40 yıl önce Los Angeles’te olmuştur ve oradaki güçsüz, yığma yapılar için belediye bir kanun çıkarmıştır. Hala da o kanunun gerçekleştirilmesi ile uğraşılıyor. Ancak %40 civarında gerçekleştirilmiştir. Üstelik çok kapitalist bir ekonomi olmasına rağmen. Bir diğeri de Çavuşesku zamanında Romanya’da hangi binaların boşaltılacağı, hangilerinin güçlendirileceğine dair kapılara levhalar asılmıştır. Ama öyle otoriter bir yönetim bile bu değişimi başaramamıştır. İstanbul’da tabii kimsede sihirli değnek yok. İnsanlara kredi verelim, gitsinler evlerini güçlendirsinler gibi bir durum olamadı. Bunun nedeni de bu iş için ilk öneriler Avrupa veya ABD’den gelmiştir. Oralarda biliyorsunuz ev için iki terim vardır, biri house diğeri home.  Bizde ikisi birden kullanılır. Ev bir imtiadır, alınıp satılabilir. Ancak çok zengin veya köklü bir aile, birkaç nesildir “home” dediği evinde yaşıyordur, işte o evini kaybetmek istemez. O zaman ne gerekiyorsa yapar evine. Ama bizde böyle bir ev kavramı olmadığı için, insanlar aldıkları kredi karşılığında evlerine yapacakları masraftan sonra evin değerinin artıp artmayacağını düşünüyor. Artmayacağını görünce de böyle bir kredi masrafına girmiyor. Onun yerine kredi alıp, elindeki evi satıp başka bir ev almayı daha uygun görüyor.

Binalar nasıl yapılmalı?

“asıl düzeltici sebep konut üretiminin sanayileşmesidir”

Yeni bina yönetmelikleri son derece yeterli. Özellikle büyük inşaat firmalarının üstlendikleri projeler çok yüksek teknoloji ile gerçekleşiyor. Zaten İstanbul’da yeni yapılan binaların kalitesindeki bu artışta 99 depreminden sonra oluşan bilincin çok önemli bir rolü olması ile birlikte asıl neden enflasyonun düşmesidir. Çünkü enflasyon düştüğü zaman sermaye artar. O zaman büyük yatırımcılar devreye giriyor.  Eskiden büyük yatırımcı devreye giremiyordu çünkü sermaye akışını sağlayamıyordu. Sonuçta asıl düzeltici sebep konut üretiminin sanayileşmesidir.

Metro ve tüneller

“deprem sırasında raydaki araçta sıkıntı olabilir”

Depremde en az riskli yapılar tünellerdir. İstanbul’da metro olsun, diğer ulaşım tünelleri olsun korkulacak bir şey yok. Ama deprem sırasında raydaki araçta sıkıntı olabilir. Biz buna ‘raydan çıkma’ diyoruz. Bu nedenle deprem sırasında raydaki araçların durdurulması gerekir. Ama tünellerin kendisinde hiçbir sıkıntı olmaz. Zaten kuvvetli bir depremde araba bile kullanılamaz, sağa sola savrulur. Ama deprem sırasında metroda bir vasıtanın çalışmasını istemeyiz ki bu da erken uyarı sistemine girer.

Yüksek binalar

“Yüksek binalarda sıkıntımız giydirme teknikleridir”

Belediyenin talebi üzerine yüksek binalarla ilgili olarak İstanbul için bir şartname hazırladık. Yüksek binalarda sıkıntımız giydirme teknikleridir. Cam, taş ya da mermer, birçok değişik malzeme kullanılabiliyor. Bu farklı kaplama malzemelerinin bağlantı modüllerinin belli şartlara uyması gerekir. Bu kaplamalarla ilgili Türkiye’de bir şartname yoktu. Şimdi yeni çıkarılıyor. Bu nedenle şimdiye kadar yapılmış kendi mühendislerinin şartlarına göre yapmışlardır. Küçük bir depremde bile kaplamaların dökülme riski vardır. Bizim en büyük endişemiz budur ve bunun için büyük bir deprem de gerekmez. Küçük bir depremde bile çok tehlikeli bir unsurdur.

İstanbul’un deprem riski: Bir deprem olasılığı var mı? Var. Bu depremin büyük bir deprem olma olasılığı var mı? Var. O halde hayatımızla ilgili ne yapmalıyız?

Bu konuda yukardan aşağıya ve aşağıdan yukarıya gelen şeyler var. Yani haklın yapması gereken şeyler var, devletin ve yerel yönetimin yapması gereken şeyler var ve ortada buluşacakları konular var. Her şeyden önce yapmanız gereken en önemli şey, geceleyin yatağa yattığınız zaman şunu soracaksınız: şimdi bir deprem olsa, bütün elektrikler kesilse, iletişim kesilse, eşyalar kırılsa, etraftan bağırtı, yardım sesleri duysam, ben yaralanmış olsam, ne yapacağım? Bu soruya cevap verebiliyorsanız zaten olay sizin için çözülmüştür. O cevap apartmanın kendisindedir, ailenin kendisindedir, evin civarındadır. Diyelim bir yaralınız var, ambülans veya itfaiyeye ulaşamıyorsunuz. Eğer bu durumda ne yapacağınızı biliyorsanız, siz işi çözmüşsünüz.

Bilmiyorum!

“Herkesin şartları farklı, bu nedenle herkes kendi şartlarına uygun çözümlerini geliştirmeli.”

O zaman aile olarak, apartman yönetimi olarak hep birlikte ne yapmanız gerektiğine karar vermeniz lazım. Önce bu suali sorun. Sonra çözüm için çalışmaya başlayın. Herkesin şartları farklı, bu nedenle herkes kendi şartlarına uygun çözümlerini geliştirmeli. Mesela, bir depremden sonra toplanma yeri mahalledeki en sağlam binadır, bu da okul veya camii olabilir. Mahallenin doktorları oraya gitmelidir. Bir insanın yaralı birini taşıma kapasitesi 200 metre kadardır ve toplanma noktası bu mesafedeyse siz yaralınızı oraya ulaştırabilirsiniz. Olayın birincisini çözdünüz. Ondan sonraki olay daha çok yerel yönetime aittir. Yönetim yaralıları toplayabilmeli, yardım götürebilmelidir. İkinci sorun su yok, elektrik yok, yemek yok, şimdi ne yapacağız? Bu durumda çözümler üretmek, neler yapılabileceğini bilmek lazım. İlk 24-48 saat atlatıldıktan sonra yardımlar gelmeye başlayacaktır. Ama o ilk günleri atlatabilmek sizin planlamanız gereken bir konudur. Mahallelerde yürütülen bilinçlendirme programı hala devam ediyor ama bu tip eğitim ve örgütlenmelerin sürdürülebilirliği de yine insanların elinde. Herkesin kendi acil planını hazırlamış olması gerekiyor.

İstanbul’un deprem riski

“bilimsel olarak bilinen gerçek şudur ki İstanbul’da büyük bir deprem olma olasılığı her yıl %2’dir. Bu dünyanın en yüksek ihtimallerinden biridir”

Deprem önceden bilinmiyor. Bu nedenle bazen çıkan deprem olacak gibi haberlere itibar etmemek lazım. Ama şu anda bilimsel olarak bilinen gerçek şudur ki İstanbul’da büyük bir deprem olma olasılığı her yıl %2’dir. Bu dünyanın en yüksek ihtimallerinden biridir. Bu ihtimali İstanbul ile paylaşan iki kent daha var. Biri San Francisco, diğeri de Tokyo. Burada bahsettiğim büyük depremler. Mesela 1922 Kanto depremi yaklaşık 200 bin kişinin ölümüne neden olan çok büyük bir depremdir.  1906 San Francisco depremi yine bu ihtimalde bahsettiğim büyük depreme örnektir. İstanbul’da yaşanmış en son büyük deprem 1766 depremidir. 250 yıl geçmiştir ama bu deprem yaklaştı anlamına gelmez. Şöyle düşünün, her yıl torbaya 49 beyaz, 1 de kırmızı taş koyuyorsunuz. Kırmızı çıkarsa büyük bir deprem oluyor. Ama işin yanı her yıl taşları tekrar torbaya koyuyorsunuz. Yani bir yıl deprem olmadı diye ertesi sene ihtimal yükselmiyor.

Ürkütücü bir gerçek ve bilimsel çalışmalar

“İstanbul’da neredeyse 250 metrede bir sondaj yapılmıştır ki bu yoğunlukta sondaj dünyada başka bir tek Tokyo’da vardır”

Şu anda Kandilli tüm Türkiye’de kurmuş olduğu istasyon ağı ile herhalde Avrupa’daki en iyilerden biridir. Marmara ve İstanbul bölgesini ele alırsanız, inceleme bakımından Tokyo’dan sonra dünya ikinci durumdadır. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi inceleme ve araştırmalara çok büyük finansmanlar koymuştur. İstanbul’da neredeyse 250 metrede bir sondaj yapılmıştır ki bu yoğunlukta sondaj dünyada başka bir tek Tokyo’da vardır. Bilgi birikimimiz son derece iyi durumdadır. Avrupa Birliği projeleri kapsamında hazırlamış olduğumuz deprem tehlikesiyle ilgili riskin ölçülmesi yazılım programı bütün Avrupa ülkelerinde kullanılıyor. Kandilli Rasathanesi olarak düşey büyümeye devam etmek zorundayız. Deprem olduğu anda, nerede olduğu ve büyüklüğü hakkında haber verme yönünde ilerlemeliyiz. Türkiye’de uygulanması gereken şartnameler konusunda yapılacak çok çalışmalar var.

Kültürel mirasımız

“Şu anda İstanbul’da en büyük tehlike altında olan tarihi eser Fatih Camiidir”

Bir diğer çok önemli konu da ülkemizdeki tarihi eserlerin depreme karşı korunması lazım. Depremden sonra yerine koyamayacağınız iki şey var. Bir tanesi insan hayatı, diğeri tarihi ve kültürel mirasımız. Bu ikisini mutlaka korumak lazım. Ayasofya depremlerde çok hasar görmüştür ama tamir edilmiştir. Maalesef bizde tarihi eserin depreme karşı güçlendirilmesi gibi bir kavram yoktur. Bizde onun orijinal haline getirilmesi kavramı vardır. Bu kavramların da değişmesi ve bir şartnameye bağlanması gerekiyor. Şu anda İstanbul’da en büyük tehlike altında olan tarihi eser Fatih Camiidir. Zaten o tepeye konan her bir camii her depremde yıkılmıştır. Çok özel tedbirler alınması gerekmekte. İki numara Mihrimah Sultan Camiidir. Süleymaniye, Sultan Ahmet, Ayasofya gibi eserler daha sağlam. Ama hepsi için farklı projelerimiz var.

Deprem şu anda başladı. Kandilli ne yapacak?

“Marmaray tüpünden geçecek trenleri durduracağız.”

İstanbul’da bizim acil müdahale sistemimiz var. İstanbul’daki yaklaşık 100 istasyondan gelen veriler değerlendirilir ve İstanbul’un neresinde ne kadar hasar olduğu 3 dakika içinde İstanbul Valiliğine, 1. Ordu Komutanlığına ve İstanbul Belediye Başkanlığına bildirilir. Ondan sonra kurtarma işlemleri başlar. Diğer taraftan bizim sismoloji merkezimiz depremin yerini ve büyüklüğünü verir, bu da değişik örgütlere bildirilir. Bunlar depremden sonra olacak şeyler. Marmara’da olacak bir depremde (İstanbul da dahil olmak üzere), deprem dalgası daha İstanbul’a ulaşmadan, yerine göre ortalama 8 saniye içinde depremi haber verme imkanımız var. Bu sayede Marmaray tüpünden geçecek trenleri durduracağız. Bu tüpün zafiyetinden değil, tekerlekli vasıtanın raydan çıkma olasılığının yüksek olması yüzünden. Doğal gaz kesme işlemi şimdilik yok. Özetle, sistem 8 saniye önceden yaklaşan deprem şokunu haber veriyor. Deprem sonrasında da ilk 3 dakikada hasar raporlarını bildirebiliyoruz. Doğal gaz kesilmesi ana regülatörden yapılabilir. Ancak daha etkili olarak evlere giren doğalgazın kesilmesi gerekir. Son 4-5 yıldır yapılan sistemlerde bu mecburi ama daha eskilerde bu kesme sistemi yok. Belki bunlar da mecburi hale getirilebilir.

Şu anda devam eden birçok önemli projemiz var. Koşacağımız kulvarın yurtdışı ve özellikle Avrupa olduğunu belirtmeliyim. Neticede biz küçük ve butik bir üniversitenin parçasıyız. Aynı şekilde biz de yatay değil düşey genişlemeliyiz. Az sayıda insanlar çok iş yapmalıyız.

B.Ü. Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik’le yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 146. sayısında (Aralık 2009) yer aldı. Pınar Türen tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.