bread

Ayasofya’nın derinliklerinde neler oluyor?

 

Yönetmen Göksel Gülsensoy’ un Ayasofya’ya olan aşkı sayesinde onunla birlikte biz de eşsiz yapının gizemlerinin en azından bir kısmını çözme, 1700 yıllık tünel ve dehlizlerine ışık tutabilme şansı bulacağız. Çekimine 1998 yılında başlanan belgesel bütçe, resmi izinler ve müzede sürdürülen restorasyon çalışmasının çıkardığı engeller nedeniyle ancak tamamlandı ve 50 dakikalık “Ayasofya’nın Derinliklerinde” sonbahardan itibaren bizlerle. Projenin mağara koordinatörü Levent Karataş, bu çok önemli proje için alanının en iyisi olan mağaracı ve dalgıçları ararken yolu mağaracılığa gönül vermiş ağabey kardeşler Barış Kurt’05 ve B.Ü. Felsefe 3. sınıf öğrencisi Pelin Kurt ile Türkiye’nin sayılı su altı fotoğrafçılarından Ozan Çokdeğer’87 ile kesişti. İşte ilk elden edinilen bilgiler ile Ayasofya’nın derinlikleri…

Hikayeniz nasıl başladı?

O.Ç.: 1982 yılında İnşaat Mühendisliği’ne başladım, sonra yüksek lisansımı tamaladım yani epey bir süre Boğaziçi’nde eğitim gördüm. Kulüp faaliyetlerim çok fazlaydı, ilk olarak BÜFOK’ta fotoğrafçılığı öğrendim. Nuri Bilge Ceylan, Sarkis gibi çok değerli hocalarımız, arkadaşlarımız oldu. Sonra BÜMAK’a üye oldum ve çok yoğun 6 sene geçirdim mağaracılıkta, fotoğrafçılık yaptım. Bir kaç tehlikeli tecrübe atlattık ve sonrasında mağaracılığı bırakıp oradan BÜSAS’a geçiş yaptık ve dalmayı öğrendik. En yoğunu BÜMAK’tı ama 3 kulüpten de çok iyi eğitimler aldım. O sayede çok iyi bir altyapı ile çok maceralar yaşayan bir su altı fotoğrafçısı haline geldim. Sualtı mağaralarına daha bir korkusuz girer oldum, fotoğraf geçmişimle de bunları birleştirdim ve enteresan bir karışım oldu. Tabi kişiliğime de çok büyük katkıları oldu kulüpçülüğün. Kulüplerde öğrendiğim, tecrübe ettiğim şeylerin bana aldığım akademik eğitimden bile daha büyük katkısı olduğuna inanıyorum.

“Ayasofya’nın Derinliklerinde” adlı belgeselin yönetmeni olan Göksel Gülensoy ile nasıl yollarınız kesişti?

O.Ç.: Göksel arkadaşımız 1999 senesinde bizimle temasa geçti. O zamanlarda pek çok yarışmaya giriyor ve ya 1. ya 2. oluyordum. Göksel de proje için bir teknik ekip kuruyor Levent Karataş liderliğinde. Dar bir alanda aklını kaçırmadan, serinkanlılığını bozmadan burada kalabilecek bir kişiye ihtiyaçları var. Bu proje için ilk önce çok iyi bir dalgıç olmanız, ondan sonra psikolojinizin çok sağlam olması gerekiyor çünkü çok dar bir alandasınız. İyi dalgıç var, iyi fotoğrafçı var, iyi mağaracı var ama bunların üçünü birden yapabilecek çok az insan var. Onun üzerine beni buluyorlar.

Belgesel için Ayasofya’nın altındaki kuyulara indiniz, orada neler yaşadınız?

O.Ç.: Engin Aydın adlı videocu arkadaşımızla birlikte kuyulara indik. Önceden bir ip ile kamera sarkıtılıyor, onunla ön keşif yapılıyor ve delikler vb. görülüyor. Aslında burada amaçlanan şey oradaki bazı kayıp odaları bulmak. Ayasofya’nın altında girilmemiş bazı bölümler var ve sismografi aletleri ile deprem dalgaları simule edilerek bütün boşluklar tespit ediliyor. Mesela Kripta odası diye bir yer var; burası apsisin altında, kiliselerde kutsal emanetlerin, en değerli şeylerin saklandığı bir oda. Ayasofya Bizans İmparatorluğu döneminde bütün Hristiyan aleminin en kutsal kilisesi idi. En değerli şeyleri aldığı, hatta kutsal kasenin bile burada olduğu rivayet olunur. Bunları bulabiliriz umudu ile Göksel arkadaşımız bir çalışma başlattı.

İzinlerin alınma aşaması nasıldı?

O.Ç.: İzinlerin alınması gerçekten zordu. O zaman Kültür Bakanı İstemihan Talay’dı ve 1998 senesinde onun özel iznini aldık.  Bizim yaptığımız keşiflere göre yaklaşık 10-15 açılmamış kapak var. Bunlardan yalnızca birinin kolay açılabilen bir demir kapağı vardı. Diğerleri bir mermer kapak ile kapatılmış ve etrafı antik taş ile sıvanmış. Biz onlardan birinin orijinal kapağını açtık ve de demir kapaklı olana girdik.

Yalnızca iki kuyuya girmek için mi izin aldınız yoksa olay bu şekilde mi gelişti?

O.Ç.: Biz iki tanesine girebildik, zaten iznimiz yalnızca bir gündü ve hata yapma riski yoktu. Hazırlıklarımızı yapıp, iki kuyuya daldık. Oradaki amacımız bir galeri bulmaktı. Tabii şehir efsaneleri var: buradan giriyormuş, taa adalardan çıkılıyormuş… Bir de Yerebatan Sarnıcı ile bağlantılı olduğu, saray ile bağlantılı olduğu söylenir dehlizlerin, tünellerin… Mağaracılar olarak biz bunu sahalarda da çok duyuyoruz fakat bu bir klasik cehalettir. Mümkün değil o boyda bir tünelin olması çünkü çöküntüler oluyor. Biz Kripta odası ve boş odalar bulunur amacı ile bir galeriyi, suyun altından bir geçişi keşfetmeyi hayal ettik. Aslında indirdiğimiz kamerada var gibiydi ancak tam bir ölçeklendirme yapamadığınız için net olamayabiliyor. Neticede bulamadık da. Bazı çöküntüler yaşanmış kuyunun duvarlarında, bu çöküntüler kapatmış olabilir o kısımları. Orası kazılsa veya diğer kapaklar açılsa belki bir galeri bulunabilinir.

Pekiyi bu kapakların açılma durumu nedir? Neden izin verilmiyor?

O.Ç.: Kapsamlı araştırma yönünde yetkililerde bir istek yok zannedersem. Bize bir günlük bir izin verdiler. Aşağıda elime gelen bazı tarihi eserleri çıkarttım ve görevliler tarafından bunlar videoya çekildi,  belgeselde göreceksiniz onları: İngiliz asker mataraları, Osmanlı kandilleri, çok güzel şeyler… Resmen tarihe bir yolculuktu bu. Onları kafama attılar neredeyse… İşiniz bitti mi diye sordular ve ben içerideyken fırlatarak attılar kuyunun içine, başlarına iş çıkmasın diye. Halbuki kuyuların içleri temizlense, galeriler ortaya çıkarılsa müzecilik açısından bulunan 3- 5 parça bile Ayasofya’nın koridorlarında çok güzel bir şekilde sergilenebilinir. Belki de- bir inşaat mühendisi olarak söylüyorum bunu- Ayasofya’nın ömrü uzayacak. Zamanında bu kadar kuyunun açılması, bu kadar drenaj kanallarının yapılması bu suyu tahliye etmek ve temellerin kuru kalması içindi. Yüksek drenaj kanalları şimdi çalışmıyor, bu yüzden su seviyesi çok yüksek. Bunların çalışmaları Ayasofya’nın geleceği açısından çok önemli. Aslına bakarsanız bizim yaptığımız bu çalışmanın özeti daha çok çalışma yapılması ve arkeolojik bir ekip tarafından bunların tek tek açılıp temizlenmesi gerektiği.

Kuyuya iniş kısımlarına dönecek olursak…

O.Ç.: İlk giren daha net görüntü elde edecek, ikinci giren bulanık su ile karışılacaktı. Önce Engin kuyulara girip video çekti çünkü önemli olan belgesel için videoya çekiyor olmamızdı. O yüzden fotoğraflar video çekimi kadar başarılı değil açıkçası.

Kuyuların genişliği nasıldı?

O.Ç.: Tünele 50 cm bir çap ile giriyorsunuz, aşağıda 90 cm- 1 m çapa ulaşıyor ve dimdik aşağı iniyor, bildiğimiz su kuyusu. Taşla örülü, yer yer çöküntüler oluşmuş. Cihaz giremeyecek kadar dardı, sırtımızda tüpler vardı. Nargile usulü ile girdik; iki tüp dışarıda uzun bir hortum ile bizim ağırlık kemerimize bağlıydı. Ben bir de yedek dalış tüpü aldım yanıma, yukarıdan bir sorun olursa her şeyi bırakıp onunla çıkabileyim diye. Orada gaz sıkışması, zehirli gaz pek umurumuzda değildi çünkü temiz hava geliyordu dışarıdan. Bizi endişelendiren bizim kabarcıklarımızın korkunç bir kaldırma gücü uygulayabileceğiydi. Bir yatay tünel var ise ve o hava bir yerde sıkışır ise o kaldırma gücü ile çöküntüye yol açardı. Ama o şekilde yatay bir tünel yoktu, sadece bir zaman sonra göz gözü görmüyordu, kör bir dalıştı.

Ne kadar zamandır bu bölgelere kimse girmiyordu?

O.Ç.: Kurulduğu günden beri ilk kez biz girdik. İlk girdiğimiz kuyu mermer kapaklı olandı, içi nispeten temizdi ve yaklaşıp 10.5 m derinliğindeydi. Burada 25 dakika kaldık. Bizi bir kedi iskeleti karşıladı, bir duvarın çıkıntısında kalmış. Orada Osmanlı döneminden bir şey yoktu, Bizans döneminden vardı. Bazı testi parçaları, cam kırıkları, dün atılmış gibi duran tahta bir kürek sapı vardı mesela ama elimi attığım anda dağıldı, toz oldu. Yine yeni atılmış gibi duran demir kova gibi bir şey vardı, o da dağıldı.

Bu bahsettiğiniz şeyler kayıtlara geçti mi pekiyi?

O.Ç.: Sadece bir iki dergide, röportajlarda çıktı o vakit, onun dışında pek bir yerde geçmedi.

Çok merak ettiğim başka bir konu da kuyulara girdiğinizde sizi çok etkileyen ama sonrasında daha önce hiç bir yerde bahsetmediğiniz bir şey var mı? Ya da kuyulardan çıkar çıkmaz hatırlamadığınız ama oturup düşündüğünüzde aklınıza düşen?

O.Ç.: Beni en çok etkileyen bu kedi oldu: Bizans kedisi. Düşmüş, çıkamamış ve orada ölmüş. Ona çok üzüldüm, bir de özelikle ikinci kuyu tarihe yolculuk gibiydi. Burası 6 m derinliğindeydi, orada balçığı biraz karıştırdım. Kapağı kolay açılan yer ise tarihin çöplüğü gibi kullanılmış resmen yani belli ki zemin yıkanmış, kırılan her şey ona atılmış. Kuyularda bir kronoloji var ama 1917’de başlayan bir kronoloji. Onu da asker mataralarından anlıyoruz, İngiliz askerleri kutsal su olarak buradan su doldururken kulpundan kaçmış ve içeriye düşmüş yaklaşık 10-15 matara vardı. Bunlardan bazılarını oradan çıkartıp yukarı verdik. Su bulanıktı ama gözüme iyice yaklaştırınca mataraların üzerindeki 1917 tarihini çok net görebildim ve işte o zaman tarihe yolcuk başladı. Biraz daha eşeledim, Osmanlı dönemi kandilleri çıktı ortaya. Bu büyük kandiller vardır, içinde mum yakılan onlardan. Onun ters konulan camlarının kırık olanları atılmış oraya. Biraz daha eşeleyince testi parçaları çıktı ve sonrasında da Bizans dönemi camları… İçinde 7 rengi görebileceğiniz, içerisinde bol bol hava kabarcığı olan antik camlar… Ve tüm bunlar 5 dakikalık bir karıştırmada bulduklarım. Beni en çok etkileyen olaylardan biri de zannedersem bir esir atılmış oraya, bacaklara takılan pranga çıktı. Kemiğe falan rastlamadım ama zannediyorum ki birisi oraya canlı canlı atılmış Bizans zamanında. Biri 6 metrede, öbürü 10 metredeki bu kuyularda demek ki bayağı bir tarih var… 60 sene önce bir kere suyu boşaltmaya çalışmışlar. 2 büyük itfaiye pompası gelmiş ve yenememiş suyu, gürül gürül su geliyor imiş. Kancalama yöntemi ile falan biraz tarihi eser çıkartmışlar ama şimdi bundan kimsenin haberi yok. Ayrıca dalışlarımız bittikten sonra 2. kez aşağıdaki odalara ufacık tünellerden girdik. Rahip mezarları mı imparator mezarları mı oradan çıkan mezarlar sergilenmiş ve oradan bazı şeyler çıkartılmış. Ama eskiden, Cumhuriyet kurulduğu zamanlarda herhalde…

Mezar odalarında neler yaşadınız?

O.Ç.:İmparator mezar odası çok etkilemişti bizi, bin bir rica ile gezdik buraları. Ayasofya’nın etrafından dolaşan çok büyük bir galeri var. Bizanslı taş ustaları tarafından çok iyi bir taş işçiliği ile örülmüş ve bunu sonradan çok kaba bir duvar işçiliği ile kapatmışlar çaprazlamasına. Sonradan kapatılmış o galeri bir yerlere gidiyor, bazı odalara açılıyor. Ama araştırılmamış olmasına çok üzüldüm. Biz hayatımızı tehlikeye atarak ilk kez girdik buralara. Bizim arkadaşlarımız daracık tünellere girdi, metan gazı, CO birikmesi olabilirdi. Masa başında arkeoloji olmuyor, buna sıkı bir bütçe, alt yapı ve donanımla girilmesi lazım. Bu çalışmanın bir uyandırma zili olacağını umuyorum. Türkiye bunu yapacak ve İstanbul’a gelen turist sayısı iki katına çıkacak. Bizler bu başarılarımızı hep üniversitemize, kulüplerimize borçluyuz. Yoksa imkanı yok ben bugün bu dehlizlere dalamaz ve bunları yapamazdım.

Bu projede kimler yer aldı, destek oldu?

O.Ç.: Biz 1998’de daldık, 1999’da NTV bunun sponsoru idi. Ekonomik kriz nedeniyle bu kadar önemli olan bir proje rafa kalktı ve çektiğim fotoğraflar o raflarda kayıp oldu. Bugün hiç fotoğraf yok, sadece video kasetleri kaldı. Göksel arkadaşımız şimdi Kültür Bakanlığı’ndan destek alıp projeyi tamamlıyor. Ama dalış için izin alınamadı bu sefer, tüneller için izin yenilendi. Bana danıştılar tünellere dehlizlere girilecek, kim var en iyi şekilde girip haritasını çıkartacak dediler. Tabii ki BÜMAK. Biz eski BÜMAK’lı arkadaşlarımız ile kurduğumuz Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Derneği(BÜMAD)’ne yönlendirdik onları. Yönetmen arkadaşımız Göksel de son derecede memnun kaldı. Çok da güzel haritalarını çizmişler, anlata anlata bitiremiyor. Ancak şimdi bu çalışmalar ile önceki çalışmalar birleşti ve Kültür Bakanlığı’nın desteği ile belgesel 15000 dvd kopyayla hazır durumda. “Ayasofya’nın Derinliklerinde” Antalya Film Festivali’nde de dokümanter olarak yarışacak.

Ozan Bey’in yer aldığı dalıştan sonra çalışmalara ara veriliyor ancak yönetmen Gülensoy 2009 yılında belgesel için bir gün daha izin almayı başarıyor. O günü orada olan Barış Kurt’05 ve B.Ü. Felsefe Bölümü 3. sınıf öğrencisi Pelin Kurt’tan dinliyoruz…

Sizin hikayeniz nasıl başladı?

B.K.: Ben Bilgisayar Mühendisliği bölümüne 2000 yılında girdim ve lisansta iken BÜMAK’a girdim. Bölümden bir arkadaşımı kırmayarak kulübe gittim ve gidiş o gidiş oldu. Aşağı yukarı 6 – 7 senedir sürekli BÜMAK’tayım, aktif olarak mağaracılıkla uğraşıyorum. İki sene önce BÜMAK’lı mezunlar olarak, bizi çatısı altında toplayacak yasal bir platforma ihtiyacımız olduğu için BÜMAD’ı kurduk. BÜMAK ile sürekli iç içeyiz, ortak geziler yapıyoruz.

“Ayasofya’nın Derinliklerinde” projesinin sizin için ortaya çıkışı nasıl oldu?

B.K.: 2009 Haziran ayında böyle bir proje var, Ayasofya’ya girecek gönüllü mağaracı aranıyor dediler ve ben de hemen kabul ettim. Herhangi bir mağaraya herhangi bir zaman girebiliriz ama Ayasofya’nın tüneline girmek insana hayatta bir kere nasip olur.

Bu teklifi doğrudan size mi getirdiler yoksa BÜMAD’a mı? Çünkü herkes böyle bir projenin içinde yer almak ister, niye siz?

B.K.: Açıkçası biraz şansımıza oldu. Çekimi Pazartesi yapmak gerekiyordu çünkü müzeler yalnızca o gün kapalı. Diğer arkadaşlar iş başı yaptıklarından o gün bu projeye katılabilecek bir ben vardım. Yoksa çok fazla talibi olurdu gerçekten.

Bizimle o Pazartesi günü yaşadıklarını paylaşabilir misin?

B.K.: Göksel Bey ve Levent Bey ile iki gün öncesinde bir toplantı yaptık Bize ne yapacağımızı anlattılar, plan yapıldı. Bir gün önceden malzemelerimizi hazırladık, Pazartesi sabahı erkenden buluştuk. Bir gün iznimiz vardı, o da mesai saatleri içinde. O süre içerisinde tünellerde gezip, ne var ne yok diye bakacak ve haritaları çıkartacaktık.

Tünellerin haritasını çıkartma işi nasıl oluyor?

B.K.: Aslında harita bir adet lazer metre veya herhangi bir metre ile çıkartılabilir. İnşaat mühendislerinin çok kullandığı bir metot var: belirli istasyonlar belirleyip, istasyonlar arasındaki uzunluğu ölçüyor ve pusula ile yönleri tahlil ediyorlar. Tüneller aynı yüzeyde devam ediyordu. Biz 4 kişi idik, Yaman arkadaşımızla ben bu harita işi ile uğraştık. Tünelleri gezdik ve ölçümlerini yaptık.

Pelin ya sen neler yaşadın Ayasofya’nın derinliklerinde?

P.K.: Bu arada Aydın ve ben genelde dehlizlerin içini dolaşıyorduk. BÜMAD’a diğer üniversitedeki arkadaşlar da üye olabiliyor, Aydın da İTÜMAK’tan arkadaşımız aynı zamanda BÜMAD üyesi.

Ozan Bey’in de belirttiği gibi içeride gaz ve zehirlenme tehlikesi var. Bu durumu nasıl kontrol ettiniz?

P.K.: Biz daha önceki çalışmalarımızda bu gazın nasıl kontrol edilmesi gerektiğini öğrenmiştik, zaten içeride delikler vardı. Tünellere girmemiş olsaydım ben de fark etmeyecektim Ayasofya’nın yüzeyinden de dikkatlice bakıldığında görülebilen delikler var içeride. Mesela Ayasofya’nın kapısının yanında minicik bir delik var aşağıya doğru inen, o da tünellere iniyor.

B.K.: Yani aşağıda tünelleri dolaşırken yukarıdaki insanların ayaklarını görebildiğiniz yerler oluyordu, seslerini duyabiliyorduk.

Bu tünellere Ayasofya’nın neresinden giriliyor?

P.K.: Aslında Ayasofya’nın içinde bir kaç tane kapak var. Ana kubbelerin altında da bir kaç tane kapak var ve bütün kapaklar aynı tünelin bir parçası. Biz tam Ayasofya’nın girişindeki kapaktan girdik. İlk girdiğimiz yer bayağı geniş bir odaydı. Tavanı çok alçaktı ve orada güzel tuğlalar ile örülmüş kemerler vardı. Odanın iki ucundan tüneller devam ediyor. Tünellerin bu kısımlarına ilk giren biz değiliz çünkü buraları elektrik tesisatı için kullanılıyor. İçlerinde bir sürü kablo var. Hatta biz o kabloların etrafından sürünerek devam ettik yolumuza, bazen yürüyecek yer kalmıyordu.

Tünellere aynı anda 4 kişi mi indiniz pekiyi?

B.K.: Evet tüneller geniş aslına bakılırsa, Pelin ile Aydın daha çok görüntü alıyordu. Biz Yaman ile ölçüm yapıyorduk aslında iki farklı ekip aynı anda sürekli içerideydi. Biri önden biri arkadan gidiyordu tabii.

P.K.: Bir de içeride tek bir yol yok, bir sürü yol var.

Girmediğiniz yerler kaldı mı?

P.K.:  Barış’la Yaman ölçüm için her yere girdiler, biz Aydın ile çekim yapmak için daha ilginç yerler aradık. Ama vaktimiz yetmediği için gidemediğimiz yerler oldu. İçerisi çok karanlık olduğu için yanımızda halojen taşıdık ama bazı yerler epey uzaktaydı ve yanımızda yeteri kadar kablo yoktu. O yüzden bazı yerleri es geçmek durumunda kaldık.

En zorlandığınız an neydi?

B.K.: Bizim odayı keşfetmeyi çalıştığımız yer çok zorluydu. Kablo döşeli olan kısımlar gayet insan yapısı yerler, orada pek bir sorun yoktu. Ancak sonra bir yere geldik gittikçe mağaraya benzemeye başladı ve orada normal toprak duvarlarla karşılaştık. Bayağı süründük hatta bir yerde sürünüp tırmanmamız gerekti. İnerken de bayağı bir dikkat ettik çünkü orayı göçertebilirdik de. Umuyoruz bu çalışmaların devamı gelir…

“Ayasofya’nın derinliklerinde neler oluyor?” başlıklı bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 144. sayısında (Ekim 2009) yer aldı. Aslı Özdemir tarafından gerçekleştirilen söyleşinin portre fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Ayasofya’daki etkinlik fotoğraflarıysa Levent Kulu’ya ait. Konunun sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.