bread

Fanatizme karşıyım

Hukuk eğitimi gören Halit Kıvanç radyo ve televizyonda pek çok ilke imza atmış bir sunucu, bir söz sohbet üstadı. Fenerbahçeli olan Kıvanç, “Galatasaray’ın  kazandığı maçı da aynı güzellikte anlatmak namus görevim” diyerek futbolda fanatizme karşı olduğunu söylüyor.

Televizyonun siyah beyaz yayınlar yaptığı dönemlerde ekrandaydı Halit Kıvanç. Türkiye ilk yarışma programını onunla izledi. Dünya Kupası maçlarını ilk ondan dinledi. Gazetecilik, radyoculuk, televizyonculuk yapan Halit Kıvanç’ın en önemli özelliği ise çevresinde bir sevgi halesi oluşturması. Fenerbahçeli olmasına rağmen Fenerbahçe’nin ezeli rakipleri olan Galatasaray ve Beşiktaşlılar tarafından da her zaman çok sevildi. Çünkü Galatasaray’ın kazandığı maçı da aynı güzellikte sunmayı bildi. Halit Kıvanç, başarılı işlere imza atmasının yanı sıra   nüktedan kişiliğiyle de çok sevilen bir isimdir. Bugün 83 yaşında ve hâlâ televizyonda, radyoda program sunuyor. Yaptığı işlerde büyük başarı gösteren Halit Kıvanç hayatı ve çalışmalarıyla gençlere çok şey anlatıyor…

Tuğçe Karakurt: Buraya gelmeden önce sizinle ilgili bir ön bilgi edinmek ve sizi daha iyi tanıyabilmek için biraz araştırdık. Çevremizde sorup soruşturduk. Kimle konuştuysak herkes size hayran, sizi çok seviyor herkes, etkilenmiş sizden.

Ben 60 senedir Fenerbahçe Kulübü üyesiyim. 30-40 sene maç anlattık, yazı yazdık, ama Galatasaraylı Turgay Şeren, Metin Oktay evimden çıkmazdı, yani çok samimi arkadaşız. Beşiktaş’ın iki şampiyonluğunu, Galatasaray’ın iki şampiyonluğunu, Trabzonspor’un 25. yılını sundum, anlattım. Yani ben fanatik değilim, Fenerbahçe kazansın isterim ama Galatasaray’ın kazandığı maçı da aynı güzellikte anlatmak benim namus görevim. ikincisi, ben fakir bir ailenin çocuğuydum, fakat bugün kimseye muhtaç olmayan bir durumdayım. Hiçbir zaman kimseye haset etmedim, yani kötü kıskanmadım kimseyi. Mali durumumu düzeltince akrabalarıma, sıkıntılı olanlara imkan yaratmaya çalıştım. Bundan da mutluyum. Kötü huylarım fazla olmadığı için bu kadar sene geldik. Radyoda, televizyonda birçok ilke imza attım. Türkiye’nin en ünlü kişileri ile yedik içtik, seyahatler yaptık, hiçbiriyle bir satır bir yerde dedikodu çıkmadı.

Aslıhan Erkal: Biz gençler sizin yaşayan bir tarih olduğunuzu düşünüyoruz. Sizin yaşadığınız gençlik döneminiz ile bizim dönemimizi kıyasladığınızda avatajlarınız ve dezavantajlarınız nelerdir?

Birinci fark, maneviyatı da etkileyen teknik gelişmeler. Ben doğduğum zaman bizim mahallede bir evde radyo vardı, hiçbir evde telefon yoktu; sonra bir gün televizyon geldi. Ben televizyon Türkiye’ye gelmeden önce televizyona çıkıp program yapmış bir insanım. Türkiye’ye 1969’da gelmiş televizyon ama ben 1963’te ingiltere’de, BBC’de çalıştım. Dünyanın bir numaralı radyo ve televizyon kurumunda.    Bana orada kalabileceğimi söylediler ama ben ülkeme dönmeyi tercih ettim. Çünkü kendi televizyonuma faydalı olmak istiyordum. fiimdi elbette yeni kuşakların avantajları çok fazla, çünkü teknik çok ilerledi. Ama manevi bakımdan gerileme var. Eskiden komşuluk denen bir paylaşım vardı mahallede, insanlar birbirlerine gider, sohbet ederlerdi. Bu kalmadı artık, çünkü televizyon dizileri var. Televizyon insanları eve bağladı. ‘Bilgisayarda istediğimi bulurum’ dediği için genç kuşak kitap okumuyor. Yani gençlik için bugün avantaj gibi görünenlerin dezavantajları da var.

İrem Önal: Bildiğimiz kadarıyla hukuk eğitimi aldınız ve üç ay kadar yargıçlık yaptınız…

İki sene üç ay yaptım. iki sene yargıç adayı olarak bir dönem geçirdim, onun sonunda yargıçlık sınıfına girdim. Doğu’da çalıştım. Dört sene evvel Doğu’ya gittim yine. Benzin istasyonları, asfalt yollar var artık. Ama o zaman yol yoktu, katır ile gidiliyordu her yere. Kısa bir dönem mahrumiyet yaşadım. Devam edebilirdim işime ama üniversitede okurken İstanbul’da gazetede çalışmaya başlamıştım. O taraf ağır bastı ve gazeteciliğe devam ettim. Gazetede çalışırken bir şans çıktı, o şansı kullanarak radyocu oldum, derken televizyon… Sonra serbest sunuculuk yaptık.

Tuğçe Karakurt: Bildiğimiz kadarıyla birçok ilkin içinde yer aldınız..

Evet, mesela televizyondaki işim sayesinde 10 Dünya Kupası gördüm. ilk Dünya Kupası’nı ben anlattım. ilk radyo yayınları, ilk televizyon yayınlarının içinde yer aldım… Vatikan’a gidiyordu bir Türk takımı, onlarla gittim ve Papa’yla konuştum. Papa’yla konuşan ilk Türk gazeteci benim. Atatürk hariç bütün devlet adamlarımızla konuştum. Atatürk’ü de çocukken uzaktan gösterdikleri kadar hatırlıyorum. İsmet Paşa’nın evine gidip karşılıklı kahve içmiştik. Dünyaca ünlü film yıldızlarıyla röportajlar yaptım. Bir dönem herkesi ekran başına kitleyen Dallas dizisinin başrol oyuncusu Ceyar’ın evinde resimler çektirdim. Bütün bunların dışında sporun dışına çıkarak yarışmalar da sundum. Televizyonda ilk yarışmayı ben sundum.

Tuğçe Karakurt: Bu ilklerin zorlukları nelerdi? Nasıl başardınız?

Başlangıçta şans yüzüme güldü, sonra kendi şansımı kendim yarattım. Bir sürü önemli yerin açılışında, değişik organizasyonlarda sunuculuk yaptım. Mesela Hilton’un 50. yılında sunuculuğu bana yaptırdılar çünkü 50 yıl evvel de Hilton açıldığında o geceye muhabir olarak katılmış ve röportajlar yapmıştım. Türkiye’nin de yakından tanıdığı yıldızlarla görüşmelerim oldu. Dünyanın o yıllar için bir numaralı erkeği sayılan Moris Şovalye ile oteldeki odasında söyleşi yapmıştım. Sonra Liz Taylor’la röportaj yaptım. O zamanlar “Rhapsody” filmiyle Oscar almıştı.

İrem Önal: Bu listenin en üst sırasında Pele olmalı herhalde. Hikayesi nedir?

Benim için de en unutulmaz röportajlarımdan biri Pele’dir. 1948’de ilk dünya kupasına ben gitmiştim. Favori takımlar üç-dört futbolcu getiriyorlardı basın toplantısına. Brezilya da favori takımdı ve 16-17 yaşında genç bir çocuk vardı Brezilyalı futbolcular arasında. Avrupalı gazeteciler tanınmış olan Brezilyalı şöhretlere akın ettiler. O çocuğun yüzüne ise kimse bakmadı. Ben Brezilyalı spikere gittim, “Bu çocuk kim?” diye sordum. “O çok yetenekli bir çocuk, takıma girerse müthiş olacak” dedi. “Röportaj yapayım mı?” dedim. Pele tek kelime ingilizce bilmiyordu. Spikerin yardımıyla onunla röportaj yaptım, resim de çektik. O çocuk iki gün sonra takıma girdi ve Pele oldu. Geçen sene Pele Türkiye’ye geldi, basın toplantısında 50 senelik resimleri çıkardık önüne, bana “Senyor istanbul” diyor, Halit Kıvanç’ı tutamıyor aklında. Brezilya büyük elçiliğimizden bana telefon geldi. Müsteşar dedi ki, “Halit Bey, bir haftadır bütün Brezilya sizi seyrediyor.” Çünkü Pele bir basın toplantısı yapmış, “Dünyada benimle ilk konuşan, beni adam yerine ilk koyan bir Türk gazetecisidir” demiş ve resmimi gazetelere vermiş.

Aslıhan Erkal: Nasıl bir öğrenciydiniz?

Çok çalışkan hatta sizin tabirinizle biraz ‘inek’ bir talebeydim. Annem okuma yazma bilmiyordu, babam eski harflerle yazmayı biliyordu. Okuma yazma bilmeyen ‘cahil’ annem benim iki-üç yabancı dil konuşmamı sağladı. Bir gün komşulardan istanbul Üniversitesi’nde lise öğrencilerine yabancı dil kursu verildiğini öğrenmiş. Biz de o zamanlar Fatih’te oturuyoruz. Ben çalışıp onlara destek olmak istiyorum ama onlar da benim çalışmama razı değil. Bu kursu duyunca hemen beni oraya yazdırdılar. Ondan sonra bir takım imkanları da kendim kullandım. Lisede bizim zamanımızda iftihar levhası ve iftihar kitabı vardı. Ders yılı bitince her sınıftan karnedeki notları en yüksek olan öğrenciler iftihar kitabına, iftihar listesine girer, duvara asılan bu listeler üç ay boyunca asılı kalırdı. Okulun iftihar listesine en çok girenlerin ismi Milli Eğitim Bakanlığı’na yollanırdı. Türkiye’nin iftihar kitabına her sene girdim. Hukuk Fakültesi’nde de hukuk birincileri kitabı çıkardı. Hukuk birincileri kitabına da her yıl girdim. Yedek subay sınavlarını da tıkır tıkır bitirdim. Askeri savcı yardımcılığı yaptım. fiimdi 83 yaşındayım, 84’e gidiyorum. Şu anda NTVSPOR televizyonunda ve NTV radyosunda program yapıyorum. Radyoya 55 senesinde başladım, 54 senedir radyo programı yapıyorum. Daha önce müzik programı da yapıyordum, ama bu sene gülmece ve mizah programı yapıyorum. Çünkü ekonomik krizi çözmenin tek yolu gülmektir. insanlar krize rağmen gülerse kriz de kendiliğinden çözülür ama surat asarsan kendi kendine kavga edersin ve bu ortam da böyle devam eder gider.

İrem: Spor denilince aklımıza hep futbol geliyor. Bunun sebebi sizce nedir?

Futbol heyecan uyandıran bir spor ve uzun zamandır profesyonel bir iş halini aldı. Seyretme zevkiyse hiç bitmiyor. Bir tenis seyircisine bakın, kafasını bir sağa, bir sola çeviriyor. Oyuncu raketi bir ters, bir düz vuruyor ama futbolu düşünün bir kere. Futbolda hiçbir gol birbirine benzemez. Futbolun özelliği pozisyonlarının değişik olması, onun için futbol daha önde.

Pele bir basın toplantısı yapmış, “Dünyada benimle ilk konuşan, beni adam yerine ilk koyan bir Türk gazetecisidir” demiş ve resmimi gazetelere vermiş.

Doğa Koleji’nde uygulanan t-MBA Modeli, öğrencileri geleceğe hazırlıyor. Bu çerçevede öğrenciler, mesleklerinde başarıya ulaşmış insanlarla bir araya gelip söyleşiyor. Bu toplantı ve buluşmalar, Tetra İletişim tarafından izlenip kayıt altına alınıyor. Yıl sonunda tüm konular, bir kitapta toplanıyor. Halit Kıvanç’la Doğa öğrencilerinin buluşması 2008 -2009 eğitim döneminde gerçekleşti. Buluşma, Türkşan Karatekin tarafından izlendi ve Cihan Aldık tarafından fotoğraflandı. Konunun ve kitabın editörlüğünü Türkşan Karatekin yaptı. Kitap tasarımı ve uygulaması ise Didem İncesağır’a ait.