ara
face
Son Yazılar
Yazının DevamıSezar ve Napolyon, turşunun askerleri için cesaret kaynağı olduğunu söylemişler....
Yazının DevamıYapımının hayli zor olması nedeniyle tadı ve kıvamı taklit edilemeyen...
Yazının DevamıBüyükannelerimizi işlerken gördüğümüz ve bir dönem demode bulunarak çeyiz sandıklarında...
Yazının Devamıİlkbaharın habercisi leylekler, özellikle Türkiye’de en sevilen hayvanlardan biri. Öyle...
Yazının DevamıSoğuk kış aylarının sıcacık yemişi… “Kestane kebap yemesi sevap…” Sobanın...
Ajda Pekkan’ın siyah beyaz portresi
Ajda Pekkan’ın, üç beş yıl önce, hem de Ediz Hun ile birlikte “Şöhret Sandalı”na yeniden binmesi, bütün o siyah-beyaz geçmişi yeniden hatırlatmıştı herkese. Her şey, bir film şeridi gibi geçti yeniden gözlerimizin önünden. Bu da normaldi zaten; filmlerden oluşan bir geçmişin, herkes ve her şeyden çok böyle yapmaya hakkı vardı. Klişeler de, kırk yılda bir tam da yerine denk gelir, doğru bir an ya da duruma işaret ederdi işte. Film şeridimiz 1963 yılında “Adanalı Tayfur” ile başlıyordu gözlerimizin önünden geçmeye, 60’ların sonlarındaki “Harun Reşid’in Gözdesi” ne kadar da devam ediyordu. Anlı şanlı bir kitsch tarihi olarak da okunabilecek bu beş-altı yıllık döneme çok fazla şey sığdırmayı becermişti Ajda Pekkan; oyunculuk hariç neredeyse her şey… Bu kategoriden emekli olabileceği kadar fazla sosyetik ve şımarık kız tablosu, muhtelif köşkler-bahçeler-salıncaklar, yüzlerce uşak-hizmetçi, binlerce sevgili-aşık, milyonlarca kazık-terkediliş-yalnız bırakılış-sen gönül eğlendirilecek ama asla evlenilmeyecek kızsın durumları… Hep sarışınlık, biraz hanımefendi vamplık, derin yırtmaçlar, türlü çeşitli mayolar, tüyler-tüller, bin ayıptan fazlasını örtebilecek bir vücut, striptiz olduğu varsayılmış tutuk kol bacak hareketleri, üç-beş şarkı da kalan açığı gediği kapadı. Bütün bunlardan asla dişe dokunur bir şey çıkaramayacağını, elde edemeyeceğini anlayan Ajda Pekkan, sonunda kararını vermiş ve her zaman gönlünün çekmiş olduğu şey olan müziğe teslim etmişti kendisini; en tepelere kurulacağı, göründüğünde kimselerin gülmeyeceği, bu bir yana bağırlara basılacağı, süperstar ve diva payelerini elde edeceği bir alana adım atmıştı artık.
BEN Mİ, HÜLYA MI?
Aslında sinemadan önce müziğe ilgi duymuş ve şarkı söylemeye başlamıştı Ajda Pekkan. Henüz Ses’in yarışmasına girip birinci olacağı günlerden çok önce… İlham Gencer’in sahibi olduğu dönemin en önemli mekanlarından Çatı’ da sınavını vermiş ve “sevilen yeni bir şantöz” olarak ses getirmeye başlamıştı. O Günlerde, İlham Gencer’in, memleketi basmış los’lu İspanyol gruplarının büyük ilgi görmesinin üstüne Los Çatikos olarak adlandırdığı guruba dahil olmuştu Ajda Pekkan. İlk şarkılarını bu grup ile söylemeye başlamıştı. Basının; “Emekli bir deniz albayı olan babası tarafından gayet modern bir şekilde yetiştirilen Ajda” olarak bahsettiği bu genç kız, basamakları hızla tırmanacak, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin televizyon programlarında show yapacak, Los Çatikos’tan ayrılıp Atilla Berkan Orkestrası’na girecek ve tam her şey yolundayken, tam da iş artık plak yapmaya, tamamen sivrilmeye gelmişken vazgeçecek ve Ses’in sinema yarışmasına katılacaktı. Dergi, yarışmayı kazananlara epeyce büyük imkanlar sunuyor ve bilmem kaç filmlik anlaşmayı garanti ediyordu. Derginin tertiplemiş olduğu bu yarışma büyük ilgi görmüş ve “artist olmak isteyen binlerce genç kız ve erkek aday” arasından 30 erkek ve 29 genç kız elemelere katılmak üzere seçilmişti. Kimler yoktur ki adayların arasında?.. Mine Sun, Füsun Erbulak (o zamanlar Şahin), Süleyman Turan (o zamanlar Başturan), Hülya Koçyiğit, Ediz Hun, Gönül Akkor, Tunç Oral ve elbette Ajda Pekkan. 3 Temmuz Çarşamba günü yapılan son oylama ile birlikte, Ajda Pekkan ve Ediz Hun, “1963 Ses Film Yıldızı Müsabakası”nın birincileri olarak ilan edilirler. Ajda Pekkan, kolunun altında dönemin en önemli firmalarının okeylediği anlaşmalar ile çıkar kapıdan, müzik işi artık bitmiş, yeni bir sayfa açılmıştır önünde.
REZİL DE VEZİR DE ETMEYECEK FİLMLER
Bu yeni sayfanın hemen başında “Adanalı Tayfur”un koluna girer sanatçımız, bir daha da çıkmaz zaten. Yarışmanın ikincisi Hülya Koçyiğit, Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” filminde oynar ve film Berlin’den ‘Altın Ayı’ ile dönerken, yarışmanın birincisi Ajda Pekkan, komedi filmlerine kilitlenmiş ve gayet modern olarak yetiştirilmiş olmanın hakkını vermeye başlamıştır. Bir insanı rezil de, vezir de etmeyecek (çok zorlarsanız birincisini edecek) Filmler arka arakaya çekilir, o set senin bu set benim koşturulur, cebe giren paralar pek de düzgün rakamlara ulaşmadığı için aynı hızla çıkar gider, setler arası koşturmacaya mecburen devam edilir… Tam o sıralarda, büyük ilgi görmüş Hint filmi “Avare”nin yerli versiyonu yapılacaktır ve film için Ajda Pekkan’a teklif yapılması herkesi şaşırtır. “Ajda’nın komedi artisti hüviyetinden değişik bir kalıpta da başarılı olup olmayacağı” herkesin merak etmeye başladığı şey olur. Ajda, “Avare”de dram oynayacaktır bu sefer. Ses dergisi, film daha çekim aşamasındayken, yarışmasının birincisine destekte kusur etmez ve “filmin çekilen kısımlarını görenler”e dayanarak, Ajda Pekkan’ın dramı da kıvırabildiğini ilan eder herkese. Film Burgaz’da çekilmekte, “Dünyanın en güzel manzaraları filmin ele aldığı konu ile tam bir kontrast” yapmakta, “sosyal dram tarafı ağır basan” bu filmde, Ajda Pekkan, Sadri Alışık’ın karşısında elinden geleni yapmakta, başarmaya çalışmaktadır. Ama ne yazık ki sanatçının elinden gelen çok fazla değildir, üstelik, ama az ama çok, elinizden geldiği kadarının hemen kabul edilip “tamam oldu” denilebildiği bir dönemdir o dönem. Ajda Pekkan, olmamasına da aldırmaz ama, Öztürk Serengil ile samimiyeti ilerletir (ki Öztürk Serengil’in anılarından bu samimiyet derecesinin epeyce olduğunu okuruz sonradan), “Abidik Gubidik”, “Şepkemin Altındayım” ve benzeri filmlere renk katmaya devam eder.
ON YEDİ YAŞINDA
Sanatçının bu dönemde yaptığı en hoş sürpriz, bu filmler sırasında yaptığı iki plak olur. Öztürk Serengil’in sahibi olduğu Serengil Plak, samimiyetin artan derecesine bağlı olarak kesenin ağzını açmış ve müzik tutkunu bu genç kızın isteklerini yerine getirmiştir. Sanatçının ilk plağı yarım bir plak olur. Baş komedyenimiz Öztürk Serengil, ortalığı inlettiği “Abidik Gubidik Twist” şarkısını plak olarak yayımlamak ister ve plağın “B” tarafını da bizimkine ikram eder. “Göz Göz Değdi Bana” plağa aktarılmış ilk Ajda Pekkan şarkısı olur ve çiftimiz, yan yana sevimli bir şekilde gülümserler kapakta bize. Bu yarım plağı tam bir Ajda Pekkan plağı takip eder, şanssız ve tamamen unutulacak bir ilk plak… Yarım plağa da söz yazmış olan ve Ajda Pekkan’ı desteklemekten bir an dahi vazgeçmemiş olan Fecri Ebcioğlu işe koyulur ve Adamo’ya okuttuğu “Her Yerde Kar Var” ile birlikte, “On yedi Yaşında”yı sürer sanatçımızın önüne. Adriano Celantano’nun çok sevilmiş şarkısına Türkçe söz yazmıştır Fecri Ebcioğlu. Herkesin Ajda Pekkan’ın ilk plağı olarak kabul edeceği “İki Yabancı”ya daha çok vardır, “Eller Birleşmemiş, Kalpler Sözleşmemişken” çıkar piyasaya ve resmen arada kaynar gider. Oysa Fecri Ebcioğlu zeki davranmış ve Ajda Pekkan’ın sinemadaki serüvenine paralel sözler yazmıştır: Genç kızımız yine sevecek, deliler gibi tutulacak, buluşacak edecek, sevildiğini zannedecek ama ne yazık ki (kimbilir kaçıncı kere) terkedilecektir. Şarkının sonunda, “on yedi yaşında” ki sevgili toz olacak, bizimki “şimdi köşebaşında bir ben bir gölgem” diye (kimbilir ne zamana kadar) iç çeke çeke ağlayacaktır. Bu şarkı, ancak doksanların ikinci yarısında, Ajda Pekkan tutkunu olduklarını açık açık söylemekten imtina etmeyen bazı eleştirmenlerin katkıları ile ön plana çıkarılacak ve mehtap, “gece aşk başka” deyip, yabancılara bir “şaka” yapmadan önce bu şarkının mevcut olduğunun altı çizilecektir.
PETROLLÜ DİVA
Müziğe yapılmış bu utangaç dönüş, sinemadaki işlerin bir türlü gerektiği şekilde gidememiş olması nedeni ile daha da hızlandı sonra. Türk popu almış yürümüş ve bu alanda Fecri Ebcioğlu saltanatını ilan etmişti artık. Ajda Pekkan, gelen film tekliflerini reddetmiyordu ama, müzik için de daha fazla zaman ayırmaya çalışıyordu. Dönemin en önemli firması Regal’in kanatları altına girmesi ile bambaşka günler (ki sonradan, bazı eleştirmenler tarafından “Ajda’nın Regal dönemi” olarak anılacak ve yere göğe konmayacaktı bu günler) başlıyordu Ajda Pekkan için. Sayfa “İki Yabancı” ile açılmış ve onlarca plak ile devam etmişti. Regal ve araya giren Odeon’lu günler sırasında, Ajda Pekkan son bir heves “Harun Reşid’in Gözdesi” ile dans kostümlerini kuşanarak sinemada bir tur daha dönecek, sonra da “bıktım olmaktan ebe” diyerek “sobe” çığlığını basacaktı. Philips, İstanbul, Kervan, Burç, Yaşar, Balet, Emre, Raks, Tempa & Foneks ve Elenor gibi firmalardan geçerek günümüze kadar hem superstar, hem de diva olarak gelebilen Ajda Pekkan’ın eşi benzeri zor görülür mücadelesi, şimdilik DMC’nin “Vitrin”ine takılıp kalmışa benziyor. 80’lerin hemen başındaki Eurovision bozgununun altından bile (yara bere almak pahasına) inandırıcı bir şekilde kalkabilmiş olan Ajda Pekkan’ın, bu virajı da layıkıyla alıp yoluna devam edeceği belli gibi. 60, 70, 80 ve 90’larda olduğu gibi, 2000’li yılları da en tepede olmasa bile, tepe sayılacak bir yerlerde geçirmeye kararlı. Bu konuda hem yeterince azmi, yeterince hırsı var. Ediz Hun’un koluna girip “Şöhret Sandalı”na atlaması dahi, kimseyi korkutmamıştı. O, bir ağızdan söylenen şarkılardan yana seçimini yapmış bir kere, bizi hiç yalnız bırakmayacak, hep söylemeye devam edecek. Haykıracak nefesi kalmasa bile.
Naim Dilmener tarafından kaleme alınan “Türkçe popta nostalji turu” adlı bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 8. sayısında (Mart – Nisan 2008) yer aldı. Yazıda kullanılan görseller, Naim Dilmener’in arşivinden edinildi. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır ve Orçun Peköz tarafından yapıldı.