bread

Pop müziğimizin Avrupa macerası

Müzik piyasamızın Avrupa düşleri görmeye başlaması çok eski bir tarihe dayanıyor. Ama bu düşler, ancak 2000’lere girilmesiyle birlikte gerçek olmaya başladı. 1999 yılındaki  patlaması, ardından gelen Mustafa Sandal ve Sertab Erener girişimleri derken, ülkemiz müziği, artık dışarıdaki firma ve dinleyiciler tarafından çok da yabancı sayılmamaya başlandı.

Sınırlar dışına ilk çıkış noktamızı, 1964 yılındaki Balkan Melodileri Festivali olarak tesbit etmek yanlış olmaz. Bundan önce Baki Çallıoğlu’nun Yunanistan’da bazı çabaları var ama, Yunanlılar Çallıoğlu’dan çok şarkıları ile ilgilenmiş ve bu şarkıları ceplerine indirerek kendi şarkılarıymış gibi yan gelip yatmışlardı. Yani bu girişimden bizim hesabımıza yazılan pek bir şey yok. İbrahim Özgür’ün Amerika; İsmet Sıral, Ayten Alpman ve Hayati Kafe’nin İsveç maceraları da sahne çalışmaları ile sınırlı kalmış. Bu çalışmalar son derece başarılı olmuş ama geriye şarkıya da plak kalmamış. 1964 yılındaki Balkan Melodileri Festivali’ne ‘Milli Orkestra’ olarak tabir edilen bir grup eşliğinde Erol Büyükburç, Tülay German ve Tanju Okan’ı göndermişiz. Hayatlarının baharında bu üç solistimiz, festivalden büyük bir başarı ile dönmüşler. Bu başarının doğru olmadığı ya da abartılı olduğu sonraki yıllarda çok konuşulacak-tartışılacak da olsa; bu festivalde seslendirilen “Burçak Tarlası” (Tülay German), “Karakaş Gözlerin Elmas” (Erol Büyükburç) ve “Kundurama Kum Doldu” (Tanju Okan) adlı şarkılar, emekleme döneminde olan pop piyasamızı ateşlemiş ve bütün piyasanın “böyle bir müzik” peşine düşmesine sebep olmuştu.

German’dan sonra Timur Selçuk, Hümeyra, Ajda Pekkan, Ayla Algan ve Esin Afşar gelecekti. Hiç şüphesiz bu kadronun içinde en başarılı olacak olan Ajda Pekkan’dı. Pekkan’ın bu Fransa macerasından geriye epeyce şey kalacaktır.

KUMBAYA ve SONRASI
Dışarda layıkıyla yayınlanan-pazarlanan ilk plağımız da Tülay German’a aitti. “Burçak Tarlası”nın her zamanki gibi söylenmekte olduğu bir gece, seyircilerden birinin (“Bu deyyusun kaç tarlası var?” dizesini müteakiben) tabancasını çekmesinden, “Bu kadın yüzünden tarlalarımız elden gidecek!” diye ortalığı dağıtmasından hemen sonra, Tülay German Paris’e yerleşmeye karar vermiş ve 30 Mart 1966 Çarşamba sabahı da, yanında Erdem Buri ile birlikte uçağa atlamıştı. Fransa’ya gittikten sonra Philips’in desteğini arkasına alan German, (bir parça da, “deyyusların tarla sayısı” ile ilgili hesap-kitabı başkalarına bırakmış olmanın rahatlığı ile) kendini yapacağı plaklara kaptırmış , “Pardonne Moi” ve “Kumbaya” adlı plakları arka arkaya piyasaya sürmüştü. Aslında, dışarda yayınlanan ilk plağa sahip olma şerefi Barış Manço’ya aitti.

Manço, Belçika’da, Kraliyet Akademisi’nde eğitim görmekteyken, başta “Baby Sitter” olmak üzere birkaç plak yayınlamamış değildi. Ancak bu plaklar pek fazla ses getirmemiş, radyolarda çok dönmemiş, kayda değer bir liste başarısı elde etmemişti. Oysa German’ın her iki plağı Fransız radyolar tarafından kapışılmış ve ciddi miktarda da satmıştı. German’ın ardından yürüyeceklere de yolu açan bu başarı olmuştur zaten. German’dan sonra Timur Selçuk, Hümeyra, Ajda Pekkan, Ayla Algan ve Esin Afşar gelecekti. Hiç şüphesiz bu kadronun içinde en başarılı olacak olan Ajda Pekkan’dı. Pekkan’ın bu Fransa macerasından geriye epeyce şey kalacaktır. Çoğu da (“Viens Dans Ma Vie” 45’liği ve “Pour Lui” albümü gibi) başarılı olan plaklardı bunlar. German ve diğerlerinin Paris’i mesken tuttuğu sıralarda, önce Beyaz Kelebekler, ardından da Nilüfer başka ülkelerde şans aradı. Beyaz Kelebekler (“White Butterşies” olarak) Hollanda,
Nilüfer ise (“Miss Nilüfer” olarak) Almanya ve İtalya kapılarını çaldı o sıralarda. Her iki ekibin bu Avrupa seferi orta halli bir başarı yla sonuçlandı. Yer yerinden oynamadı ama listelere girildi, televizyonlara çıkıldı, Türkiye’de pop müzik de yapılıyor olduğu gerçeği oradakilerin kulağına bir kere daha fısıldandı.

1999 yılında Tarkan önce Avrupa’yı, sonra da dünyanın geri kalanını sallamaya başladığında neye uğradığımızı şaşırdık. İlk defa bizden bir şarkıcı, hem de Türkçe şarkılarla çoğu ülkede (resmi) listelerin en üst sıralarına tırmanmış, bir kısım ülkede ise bütün yolu aşarak en tepeye kurulmuştu.

HEPSİ BİZİM Mİ?
Pop defterinin dürüldüğü 80’lerde, bu ‘yurt dışı’ konusu tamamen gündemimizden çıktı. Malum nedenlerle yurt dışında bulunan Cem Karaca, Melike Demirağ ve Nizamettin Ariç’in yaptıkları dışında pek fazla bir şey dönmedi bu alanda. Bir de Mazhar Fuat Özkan’ın Eurovision şarkıları vardı elbette. “Diday Diday Day” ve “Sufi”, epeydir ara verdiğimiz bu alanda yayınlanan yeni plaklarımız olmuştu 80’lerin ikinci yarısında. Grup Pan, İzel-Reyhan Karaca ve Aylin Vatankoş gibi diğer Eurovision ekiplerinin plakları ile ağır aksak giden bu iş, 1992 yılında Sezen Aksu’nun bizim buralarda satış rekorları kıran “Gülümse” adlı albümünün yayınlanması yla birlikte yeni bir tepe noktası gördü. Hem albüm hem de albüme eşlik eden “Hadi Bakalım” single’ı bayağı büyük bir gürültü kopardı. Eleştirmenler Sezen Aksu’yu bol yıldızlara boğdu, satışlar iyi gitti. Ama Tarkan sahne alana kadar da bu başarıların hepsinin pek de fazla bir şey demek olmadığını görmedik-anlamadık. 1999 yılında Tarkan önce Avrupa’yı, sonra da dünyanın geri kalanını sallamaya başladığında neye uğradığımızı şaşırdık. İlk defa bizden bir şarkıcı, hem de Türkçe şarkılarla çoğu ülkede (resmi) listelerin en üst sıralarına tırmanmış, bir kısım ülkede ise bütün yolu aşarak en tepeye kurulmuştu. İşin, “Ne olacak canım, oralarda yaşayan Türkler alıyor”dan bambaşka bir şey olduğunu anladığımızda ise şaşkınlığımız daha da arttı. Dışarıdaki Türkler, ancak bizim buralardan, oradaki her türden şeyin satıldığı marketlere giden ucuz albümleri alıyor, ‘full price’ ürünler için elini cebine atmıyordu.

Ama bütün bunları (artık) görüyor-anlıyor olmamıza rağmen, bu başarı, bizim buralarda tuhaf bir şekilde görmezden gelindi; bunun yapılamadığı zamanlar ise hafifsendi. Sanki her gün Avrupa listelerinin tepesine birilerini şutlamış ve bu işleri kanıksamış gibiydik. Enayiliğimize doymayalım. Türkçe şarkılar ile elde edilen bu başarı öyle büyük bir başarıydı ki, bu başarının açamayacağı kapı yoktu ve biz bu kapıları çalacağımıza, Tarkan’ın ardından başkalarını göndermek için seferber olacağımıza sustuk ve başımızı kuma gömdük.

ONUN ARABASI VAR
Öyle olunca da, Tarkan sonrası birkaç star daha yaratma imkanımızı kaybettik. Ama biz dursak bile dışardakiler durmuyordu. Dışardaki firma ve yapımcılar bize rağmen bizimle ilgilenmeyi sürdürdü. O yıllarda, Tarkan’ın hemen ardından başka bir Avrupa bombası patlatmak için işe koyulan ama (elinde patladığı için) beceremeyen Mustafa Sandal, nihayet birkaç yıl önce (hem güzel hem de başarılı bir DJ olan) Gülcan’ın da katkılarıyla bombayı (gerektiği yerde) patlatabildi. “Aya Benzer” adlı single (en azından) Almanya listelerini alt üst etti ve bu single’ın ardından “Seven” adlı bir albüm geldi. Son bir iki yıldır, yurt dışı defterimizin sayfaları bir parça daha hızlı çevriliyor. Eurovision kraliçemiz Sertab Erener (oralarda yalnızca “Sertab”) ve Mustafa Sandal’ın yaptıkları başta olmak üzere işler bir hayli hareketli. Erener’in “Everyway That I Can” ile görkemli bir biçimde girdiği Avrupa sahnesi, daha sonra, (şarkıcının bugüne kadar yaptığı en olağanüstü şarkı olan) “Here I Am”, “I Believe (That I See Love In You)” ve “Leave” single’larıyla sürdü. Bu şarkılar, bütün Avrupa ülkelerinde yayınlanmadı, hatta (“I Believe…” gibi) kimisi çoğunlukla promo aşamasında kaldı ama, bunların yarattığı rüzgar ile hem Sertab Erener hem de “No Boundaries” adlı albüm hep gündemde kaldı. Bu albüm daha sonra Japonya’da da yayınlandı. Sandal’ın da seferi sürdü. “Aya Benzer” sonrası ikinci single olarak kararlaştırılmış “Gel Aşkım” projesinin iptalinin ardından, “Araba” yeniden trafiğe karıştı. “Gel Aşkım” için hazırlanan kapak tasarımının aynısı (herhalde vakit kaybedilmesin diye, yoksa kafası biraz yana, hafifçe de öne yatmış-düşmüş Mustafa Sandal fotoğrafı çok da vazgeçilmeyecek bir şey değildi) “Araba”ya uyarlandı ve bu şarkı yeni mix’leriyle de listelere girdi. Bu şarkının başarısı “Seven”a da yeni bir tur şansı verdi. Albüm “new version” olarak yeniden pazarlandı. Albüm yeni turunu tamamen “Araba”nın başarısı üzerine atıyor olduğu için de; ilk versiyonda yer alan eşsiz güzellikteki (gerçekten eşsiz güzellikte; Mustafa Sandal’ın bütün müzik kariyerindeki en parlak nokta hatta) “Araba 2004” mix’i çıkarıldı, yerine şarkının (bu aralar) listelere girmiş hali kondu. 2004 model “Araba”, Cher’in “Believe”inin sahasında geziniyor olmasına rağmen olağanüstüydü ve bu versiyona yazık edildi. Ama mix’in türü ya da biçimi ne olursa olsun, Sandal’ın bu şarkı ile ilgili olarak yaptığı ayıp değişmemişti. Şarkının sözleri, ünlü söz yazarımız Hakkı Yalçın’a ait olmasına rağmen, bütün bu yurt dışı macerasında söz yazarı olarak Mustafa Sandal görünüyordu. Ne olmuştu acaba? Bu yapılanları, şarkı sınırı geçtiği için biz buralarda duymayız-görmeyiz mi sanılmıştı? Yoksa Sandal şarkıyı seslendiriyor olmayı, sözlerinin üzerine oturmak için yeterli mi bulmuştu? Tuhaf konular, hırsın sonu yok işte.

MACERA DOLU AMERİKA
Tarkan öncesi Rafet El Roman’ın (“Amerika”, “Bulmaca” v.b.) yaptıkları, daha sonra da Aynur, Kardeş Türküler ve Mercan Dede’nin katkıları da eklendiğinde, popüler müziğimizin yurt dışı macerasının nerelerden nereye ulaştığı net olarak görülmekte. Kardeş Türküler’in müthiş bir kapak tasarımıyla sunulmuş albümleri “Hemavaz”, Mercan Dede’nin en müşkülpesent eleştirmenlerden bile aldığı övgüler, aday gösterildiği ödüller ve sesi ile dışarıda herkesi mest etmiş bulunan Aynur, bu işin bu kadarla sınırlı kalmayacağını göstermekte. Bunların üzerine; oralarda bir başına neredeyse bin kişilik bir ekip kadar iş çıkaran Gülbahar Kültür ve Kalan ile Pozitif’in her geçen gün artan çabaları eklendiğinde, bu maceranın ‘pop’ olanı aşarak daha kalıcı bir yere doğru evrileceğini söylemek mümkün. Bu uğurda çaba harcayanların tek beklediği şey kendilerine engel olunmaması. “Oradaki Türkler alıyor” safsatasını bir kenara bırakarak yeni bir başlangıç yapabiliriz. En azından bir kısmımız.

Kardeş Türküler’in müthiş bir kapak tasarımıyla sunulmuş albümleri “Hemavaz”, Mercan Dede’nin en müşkülpesent eleştirmenlerden bile aldığı övgüler, aday gösterildiği ödüller ve sesi ile dışarıda herkesi mest etmiş bulunan Aynur, bu işin bu kadarla sınırlı kalmayacağını göstermekte.

Naim Dilmener tarafından kaleme alınan bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 9. sayısında (Mayıs – Haziran 2008) yer aldı.