bread

Ali Rıza Binboğa: Yarınlar yürek ister

MESAM Yönetim Kurulu Başkanı Ali Rıza Binboğa ile müzik ve MESAM macerasını konuştuk. Ve tabii efsanevi 1975 Erovizyon yarışması halk oylaması birincisi ‘Yarınlar Bizim’in perde arkasını…

Müziğe nasıl başladınız?
1950 yılında Kayseri’nin Sarız kazasına bağlı bir köyde doğdum. O dönemde Adana, Kahramanmaraş ve Kayseri üçgeninde çok fazla ozan vardı. Ve bu ozanlar her türlü konuyla ilgili destanlar yazarlardı. Köylerde çok itibar gören bu destanları ben de şiir gibi okumayıp, ezgiyle okurdum. Adana’da, Koza’da ırgatlık yapmaya giden köylülerimiz yeni destanlar öğrendiklerinde, Ali Rıza gelse de şunu bize söylese derlerdi. Radyolu evlerin pencereli duvarına ilişir, türküleri dinler ve ezberlerdim. Babamın söylediği ve düğünlerde duyduğum tüm türküler dağarcığımdaydı. Örneğin Muazzez Türing’in söylediği bütün türküler, ‘Şu Karşı Yaylada Göç Katar Katar’, ‘Sivas Ellerinde Sazım Çalınır’, ‘Aşağıdan Gelir Eli Dereli’, ‘Kirpiklerini Ok Eyle Vur Sineme Öldür Beni’… Sonra Muzaffer Akgün’ün, Ahmet Gazi Ayhan’ın, Ozan Veysel’in söylediği deyişler, türküler hepsini bilirdim.

Babanızda müzisyenlik var mıydı?
Hayır. Dört yıl askerlik yapmış bir köylü vatandaştı babam. Ama sanatı, şiiri, türküyü çok seven bir insandı. Sonra parasız yatılı öğretmen okuluna gittiğimde söylediğim türkülerle müzik öğretmeninin dikkatini çektim. Öğretmen Okulu’nun bağlama ekibine solist oldum. Ardından Ankara’da konservatuvar özdeşi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’ne katıldım. Burada piyano, keman, solfej, orkestra müziği öğretiliyordu. Nurhan Büyükgönenç, Sait Peküs gibi hocalarım oldu. Ben iki yıl konservatuvar okuduktan sonra Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na başladım. O arada TRT Çok Sesli Korosu’na girdim. Devlet Opera ve Balesi İstanbul Şubesi’nde yüksek bariton olarak yetiştirilmek üzere eğitime başladım. Burada yaşamımdaki şan eğitimimi borçlu olduğum, ilk sopranolarımızdan olan Saadet İkesus Altan ile çalıştım. Sonraki beş yıl boyunca hem İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okudum hem de opera stüdyosunda eğitime devam ettim. O dönemde TRT Bilim ve Sanat Ödülleri Yarışması’nda derece aldım. Bir halk türküsü düzenlemesini ve Yunus Emre için bestelenmiş bir Cenan Akın eserini Unkapanı’ndaki plakçıların isteği doğrultusunda 45’lik yaptım. Dostlar Tiyatrosu’nda oyuncu olmak üzere yapılan sınavı kazandığım için orada da Genco Erkal, Mehmet Akan ve Arif Erkin’den eğitim aldım. Mühendislikle müzik eğitimimi at başı götürdüm. UNESCO’nun Yunus Emre yılında, Yunus için bestelenmiş eserleri opera korosu eşliğinde Harbiye Tiyatrosu’nda ben seslendirdim. Muammer Sun hocam oldu. Hem besteleme tekniği açısından hem müzik genel kültürü açısından ondan çok şey öğrendim…

KLASİK ve GELENEĞİN SENTEZİ

Müziğinizde içerik olarak halk müziğinin ruhunu yansıttığınız, söyleyiş tarzı olarak da Batılı opera formlarına uyarladığınız söylenebilir mi?
Çok güzel özetlediniz. Ben şiirimi halk şiirine ulaşmayı amaç edinerek yazıyorum. Hatta kendime o kadar eziyet ediyorum ki; sözcükler iki üç harften oluşsun, tek heceli ama yine de anlamlı olsun diye. Aldığım klasik eğitimle halk türküleri geleneğini bir senteze taşımaya çalıştım. Ürettiğim eserlerin başka bir esere benzemeyişinin nedeni budur. Son albümümde ozan geleneğine iyice yaklaştığım, bir ozan kimliği kazandığım ortaya çıkıyor. Şuna inanıyorum ki müziğimizi doğru yorumladığımız zaman, yüreğimizden geleni beynimizle birleştirdiğimiz zaman dünya müziğinde kocaman bir koltuğumuz olacak.

1975 yılındaki Erovizyon seçmelerinde halkın oyları sizi seçmesine rağmen jüri puan vermeyince sizin yerinize Erovizyon’a Semiha Yankı katıldı. Neler hissettiniz?
Halktan en çok oyu ben aldım ama 50 kişilik jüride bir kişi hariç herkes sıfır verdi. Halkın bir numarası, jürinin son numarası olarak sondan ikinci oldum. Beni sondan ikinci ilan etmeleri ayıp olacağı için iki tane birinci, iki tane ikinci seçtiler, ben de dördüncü oldum (gülüyor). Ben o zaman da gülmüştüm. Zaten PTT’de mühendistim. Provalardan sonra koşa koşa gidip ‘kablo ekibi nerede’, ‘ölçü bakım ne yapıyor’ diye işleri takip ediyordum. Ama sonuç olarak Erovizyon’la Türkiye, yeni şarkılar, benim gibi bir solist ve besteci, Semiha Yankı gibi, İskender Doğan gibi solistler, Nejat Yavaşoğulları gibi bir besteci, solist kazandı. Ben de beste yapabilirim diyen insanların sayısı arttı. Mesela 1977’de Erovizyon seçmelerine 480 kişi eser göndermiş. Ben o zaman da ‘Baharım Sensin’ ile Şnale kaldım. Bu şarkıya da ‘Yahu çok Anadolu kokuyor’ dediler (gülüyor). Batı’ya giderken batı gibi müzik yapılması gerektiğini düşünüyorlardı. Yanlış
bir düşünce tabii.

SON DAKİKADA YETİŞTİRİLEN BANT

‘Yarınlar Bizim’ nasıl bir dönemin sembolü haline geldi?
Ben o şarkıyı İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenciyken 12 Mart muhtırası günlerinde yazdım. 0 dönemde tam anlamıyla bir öğrenci kıyımı vardı. Bir gün okula geldiğimde kapıda polisler karşıladı, ‘sizleri alıp birkaç yere götürüp göstereceğiz’ dediler. Aranan kişilerin biz olmadığımız anlaşıldı. Dönüşte Makine Mühendisliği Fakültesi’ndeki piyanoya oturup ‘Yarınlar Bizim’i besteledim. Koridorlarda arkadaşlarla söylemeye başladık. Eurovizyon seçmelerinden haberdar olan bir arkadaş şarkıyı yarışmaya göndermemi önerdi. Ama öğrendik ki ertesi gün saat beşte Ankara’da olması gerekiyor bandın. Dostlar Tiyatrosu’nda birlikte çalıştığımız Arif Erkin’i aradım, birlikte, şarkıyı yeniden düzenledik. Ardından stüdyosu olan arkadaşım Sıtkı Acim’den bir gün sonrası için randevu aldık. Ankara’ya yetiştirmek iyice imkansızlaşmıştı. Ama ertesi gün saat ikide tek seferde banda okuduk şarkıyı. Tam stüdyonun kapısında Şerif Yüzbaşıoğlu ile karşılaştık. O da Ankara uçağına yetişiyormuş. Saat üç olmuştu. Gerekli belgeleri doldurmadığımız da ortaya çıktı. Neyse ki yanında fazla belge varmış. ‘Şurayı imzala ben üstünü doldururum’ dedi, aldı bandı gitti. Nitekim Şerif Abi saat beş olmadan bandı teslim etmiş. Ve şarkı finale kaldı. Ondan sonra karşılaştığımızda hep bana ‘Senin yüzünden kadere inanacağım’ derdi. Neden sembol olduğuna gelince; üniversite ve üniversite gençliği bir ülkenin siyasal lokomotifidir. Bir ülkenin hiçbir menfaat gütmeksizin yanlışlarını sergileyip doğruya ulaşmak adına teori üreten grubudur. Siz onları depolitize bir hale getirirseniz, bindiğiniz dalı kesersiniz. Nitekim kesilmiştir. Bu ülkede lider kadro artık çıkmaz. Ancak 12 Mart dönemindeki arkadaşları bir sayalım;. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil, Harun Karadeniz; hepsi bugünün liderleriydi. Şimdi o zamanın pasif çömezleri lider oldu. ‘Yarınlar Bizim’, halkın dillendiremediği özgürlük ve barış hasretine tercüman olmuştu. Bir umut oldu. Tarihe bakarsak hep bir şarkının gelecek değişimlerin önünde olduğunu görürüz. 27 Mayıs’a giderken ‘olur mu böyle olur mu kardeş kardeşi vurur mu?’ şarkısı vardır. ‘Yarınlar Bizim’ de o döneme damgasını vurmuştu. 1975’den sonraki seçimlerde CHP ‘Yarınlar Bizim’i parti şarkısı yaparak % 42 oy aldı. İktidar olur olmaz da ilk önce beni yasakladılar.

YARINLAR EMEK İSTER

O zamanın yarınları şimdinin yaşamakta olduğumuz bugünleri. Günümüz sizin kafanızdaki yarınlarla nasıl örtüşüyor?
Ben ‘Yarınlar Bizim’in ön koşulunu koymuştum: Bugün özgürlüğümüzü ve barışımızı ortadan kaldıran ve engelleyenler günün birinde dünyanın en önemli nimeti özgürlük ve barıştır derlerse o gün yarındır ve o yarın bizimdir. Sokakta beni çevirip soruyorlar, ‘Ali Rıza Bey yarınlar bizim yarınlar bizim diyordunuz, hani olmadı?’. Ben bunun üzerine de şarkı yazdım ‘Sorma!’. ‘Kardeşiz Biz’ albümünün çok önemli bir şarkısıdır. ‘Bunca seneler geçti bu yarınlar ne zaman bizim olacak diye sorma. Yarınlar yürek ister, yarınlar emek ister, yarınlar birlik ister, yarınlar barış ister. Sen şöyle bir bak geriye hangisinde varsın?’ Yarınlar çaba sarf etmeden olmaz.

O zamanlar MESAM gibi sanatçı haklarını korunmak için yola çıkan DEMAR içinde yer almıştınız…
Şanar Yurdatapan ve Attila Özdemiroğlu, Demokratik Sanatçılar Birliği’ni kurdular. DEMAR’ın ilk ürünü olarak bir albüm çıkarıldı. Ama sonradan bazı sorunlar oldu. Ve başka bir iş de yapılamadı. Nedeni şu: bu ülkede demokratik anlayışa ilkesel anlamda pek yatkın değiliz. Fraksiyonlar amip gibi çoğalıyordu. DEMAR içinde de öyle oldu. Böyle olunca da beraber bir şey kotarmak mümkün olmuyor.

EROTİK ŞARKI

Yeni albümünüz ‘Biz Aşkı Bahçelerde Toplamadık’daki ‘Ver Dudağını Al Dilimi’ şarkısı erotik bulunarak bayağı kendinden söz ettirdi…
Evet. Halbuki sevgide ölçü yoktur. Sevgi yok oluştur. Ben sevmişsem, senin oyuncağın olurum, beni saz gibi çalabilirsin. Dağ olurum, benim üzerimde gezebilir, beni çiğneyebilirsin. Söz gibi yazabilirsin. Şarkı bu. Şarkı bir deyiş ama ‘ver dudağını al dilimi’ lafına takarak yazdılar çizdiler. Aslında vatandaş anlıyor benim ne dediğimi. Bende suç yok.

Ne kadar zamandır MESAM’da aktif olarak çalışıyorsunuz?
Ben 1996’da MESAM’ın Teknik Bilim Kurulu’nda görev almaya başladım. 1998’de Yönetim Kurulu’na girdim. 2000 yılında Genel Sekreterlik görevini verdiler sonra Başkan Yardımcısı oldum. İki dönemdir de başkanlık yapıyorum. Türkiye’deki bu telif mücadelesinde bir nefer gibi çalışıyoruz.

‘Yarınlar Bizim’, halkın dillendiremediği özgürlük ve barış hasretine tercüman olmuştu. Bir umut oldu. Tarihe bakarsak hep bir şarkının gelecek değişimlerin önünde olduğunu görürüz. 27 Mayıs’a giderken ‘olur mu böyle olur mu kardeş kardeşi vurur mu?’ şarkısı vardır. ‘Yarınlar Bizim’ de o döneme damgasını vurmuştu. 1975’den sonraki seçimlerde CHP ‘Yarınlar Bizim’i parti şarkısı yaparak % 42 oy aldı. İktidar olur olmaz da ilk önce beni yasakladılar.

Ali Rıza Binboğa’yla yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 1. sayısında (Ağustos – Eylül 2006) yer aldı. Esra Okutan tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Yavuz Gündüz ve Murat Ateş tarafından yapıldı.