bread

Klasikleşmiş şarkıların altındaki imza: Ali Kocatepe

Birçok sevilen şarkının ya sözü ya bestesi ona ait. Ama genç kuşakların onu yeterince tanımadığından yakınıyor.  26 parçasının farklı sanatçılar tarafından seslendirildiği tribute albümüyle gündemde… Ali Kocatepe’ye biz de ‘41 Kere Maşallah’ diyoruz…

Kabarık bir ilgi alanları listeniz var. Müzisyenlik, gazetecilik, dergicilik, radyoculuk, televizyonculuk, spor  programı sunuculuğu yaptınız. Bir açıklamanızda “Hobilerimi mesleğim haline dönüştürebildiğim için kendimi hep mutlu hissettim” demişsiniz. Kolaylaştırıcı formül bu mudur?
Evet. Hobilerim mesleğim oldu. Sevdiğim konularda üretimde bulunmaya çocuk yaşlarda başladım. Küçükken futbol oynamayı çok seviyordum ama babam ‘ayak topu niye oynuyorsun, bir tarafın kırılır sakatlanırsın’ diyordu. İzlemeye götürecek kimse olmadığından, maçları radyodan dinlerdim. Radyo dinleye dinleye sonunda ilkokul döneminde maç anlatmaya başladım. Pazartesi günleri sınıfta öğretmen beni sıra üstüne çıkarır ‘hadi hafta sonu dinlediğin maçların gollerini anlat’ derdi. Bir seferinde Türkiye Macaristan’ı 3- 1 yenmişti. Türkiye ayağa kalktı. Çocuk balosunda üstümde Galatasaray forması, elimde mikrofon, sıranın üstünde Türkiye – Macaristan maçı gollerini anlattım. Bunlar bana çok keyif vermeye başladı. Yine o yıllarda içimde bir müzik tutkusu da gelişiyordu. Radyodan dinlediğim şarkıcılarla ilgili notlar alırdım. Kendi kendime evde dergi hazırlardım. Seyrettiğim filmlerin listesini tuttuğum ve çok güzel bir şekilde dizayn ettiğim defterlerimi hala saklıyorum.  Bunlar ilkokul döneminde başlayıp ortaokula kadar devam etti. Lisede  arkadaşlarımla bir orkestra kurduk ve konserler vermeye başladık. Gazetecilik hevesimi de yeni Asır Gazetesi’nde müzik sayfası yaparak gideriyordum. Sürekli dinlediğim Monte Carlo radyosundaki programlara özenip  İzmir Radyosu’nda haftanın plakları programı yapmaya başladım.

Tüm bu uğraşlar okulu aksatmıyor muydu?
Okul tabii aksamaya başladı. Türkiye’nin en zor okullarından biri olan İzmir Atatürk Lisesi’nde okuyordum ve Fen kolundaydım. Amacım mimar olmaktı. Fakat anladım ki bütün bu uğraşlarım her şeyin üzerinde. Liseyi çift dikiş bitirdim. Bu arada 1968’de TRT kurulmuştu. Ben de sınava girip prodüktör oldum. Brumberk (?) şirketinin İzmir satış mümessilliğine de başlamıştım. Bütün plakçıları dolaşıp sipariş topluyordum. Lisede öyle dolu dolu bir hayat yaşıyordum ki… Orkestrayla da gece bir gazinoda müzik yapıyorduk. Sabah dörtte eve gelip yedide okula gidiyordum. Bu tempo içinde yolumu seçmeye başlamıştım. Başka hiçbir mesleğin beni kesmeyeceğini anladım. Spor spikerliği de şöyle oldu. TRT Spor Müdürü beni Ankara’ya çağırıp canlı yayında bir Ankara Gücü – Göztepe maçı anlattırdı. Sonra da İzmir’deki maçları anlatmakla beni görevlendirdi. Sırf üniversite diplomam olsun diye Ege Üniversitesi’nde Dış Ticaret ve Turizm okudum. Ama artık hem kariyer yapmaya hem de para kazanmaya başlamıştım. 1973’te de 1 Numara Plak Yapım Şirketi’ni kurarak İstanbul’a taşındım. Geriye baktığım zaman fırsatları da kendim yarattığımı görüyorum. Herhalde ölünceye kadar da sevdiğim şeyleri yapmaya devam edeceğim. Bu işler beni zengin etmedi ama çok mutlu etti. Bunun karşılığı da maddiyatla ölçülemez.

Siyasi girişimleriniz de var, Yeşiller Partisinin (1988) kurucuları arasındasınız. Ayrıca 2004 seçimlerinde CHP Şişli Belediye Meclis Üyeliği’ne seçildiniz. Siyasetle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Ben siyasetten hep uzak durmaya çalıştım çünkü politikayı sevmiyorum. Politika yapmak için doğmuş insanlar var. Ben o tarz bir yapıda değilim. Yeşiller Partisi kurulurken bana geldiklerinde, çevreci bir insan olduğum için buna sıcak baktım. Yeşiller Partisi’nin daha farklı bir yaklaşımı olacağına inandım. İlhan İrem ile birlikte gidip kurucu üye olduk. Ama sonra baktık ki kurucu üye olanlar arasında başka siyasi ihtirasları olan insanlar var. Bir süre sonra istifa ettim. Şişli Belediye Meclis üyeliği de bir siyasi çaba sonunda gerçekleşmedi. Bana bir öneride bulundular. Ben de çok başarılı bir belediye olduğunu gördüğüm Şişli Belediyesi’ne ve Mustafa Sarıgül’e, bir sanatçı bakışıyla katkıda bulunabilirim diye düşünerek meclise girdim. Bugün oradayım. Eğer beş yıl sonunda bir katkım olabilirse  kendimi mutlu hissedeceğim. Ama siyasi bir hedefim, ileri dönük planlarım yok.

‘41 Kere Maşallah’ albümünde 41 yıllık çalışmalarınızdan derlenen 26 şarkıyı bir albümde toplamak fikri nasıl oluştu?
Söz olsun, müzik olsun, 300’e yakın şarkım var. 41 senedir de bunlar okunuyor. Sağlığımda bir tribute albüm yapma fikri doğdu. Şarkılarımı yeni ve eski kuşak şarkıcıların yeni yorumlarıyla değerlendirmek istedim. Amacım bu albümü 40. yılımda yapmaktı ama yetiştiremedim. Albümün yapımı 1,5 yıl sürdü ve 2006’yla birlikte 41. müzik yılıma girdik. Albümün adı da böylece ortaya çıktı: ‘41 kere Maşallah’. 36 yorumcu ve enstrümentalist katkıda bulundu. Hepsi çok önemli, çok saygı duyduğum isimler. Devam niteliğindeki ikinci albümde genç rock grupları Kocatepe şarkılarını yorumlayacaklar. Yılbaşına kadar ‘Rock Yorumlarıyla Kocatepe Şarkıları’nı bitirmeye çalışıyorum. Bu şekilde genç kuşakların Kocatepe’yi daha iyi tanıyacağını düşünüyorum. Üçüncü albümde de Türk Sanat Müziği yorumcularına yer vereceğim. Bu projenin dördüncü ayağında da Akdeniz ülkeleri sanatçılarının Kocatepe şarkılarını İspanyolca, İtalyanca, Fransızca, İbranice, Rumca sözlerle yorumları yer alacak. Kendime hep yeni hedefler koyuyorum. Birer birer o hedeflere vardıkça yeni hedefler koyuyorum. Arada yaş da ilerliyor ama enerji tükenmiyor. Hiçbir zaman kendinizi emekli gibi hissetmiyorsunuz. Bu sene 41. yıl nedeniyle bir hayli gündeme geldim. Kışın da konserler periyodik olarak devam edecek.

‘41 Kere Maşallah’tan sonra pek çok insan “Aa bu şarkı Ali Kocatepe’ninmiş’ dedi. Sanki hangi şarkılarda imzanız olduğunun yeni farkına varıldı.
Bu çok enteresan. Beni yakından tanıyanlar bile, ‘Melankoli’, ‘Ben Sana Vurgunum’, ‘Küçük Bir Aşk Masalı’ gibi şarkıların benim olduğunu sanki yeni fark ediyorlar. Kendi söylediğim şarkıların dışında şarkı yapmamışım gibi bir kanı var.  Nedense besteciler ve söz yazarları, geri planda kalıyor. Bugün video kliplerde, şarkıcının ve şirketin adının yanında besteci ve söz yazarının adını da ısrarla koyduruyoruz ki  insanlar izlerken bir şeyin gerçek sahibini bilsinler. Yoksa ‘bu da mı senindi?’ gibi hayret nidaları ile karşı karşıya kalıyoruz.

Albüm kapağı  çok güzel olmuş. Fikir sizin mi, ressamın mı?
Prodüktörlük hayatım boyunca yaptığım albüm kapakları dillere destandır. Bülent Ortaçgil’in ‘Benimle ‘Oynar mısın?’ albümünden tutun yine o yıllarda Modern Folk Üçlüsü’ne yaptığım  ‘Kırk Yıl Sonra’ albümünün kapağı, Gökben’e yaptığım albümlerin kapakları kendilerinden çok söz ettirmiştir. Bu albümde bütün sanatçıları bir arada gösterecek, bir ressamın fırçasından çıkmış gibi bir tablo istiyordum. Ama kompozisyonu ressam bulacaktı. Aradığım ressamı sonunda yakaladım: Metin Ünsal. Yaptığı resimlerde yüzleri boş bırakıyordu. Kendisine teklif ettiğimde sabırla uğraştı, ve bence çok keyifli bir çalışma ortaya çıkardı.

Birçok kez Eurovision yarışmasına katıldınız. Bunların arasında unutamadığınız yarışma hangisi?
İki önemli hadise oldu. Biricisi; 1978 yılında iki şarkı göndermiştim. ‘Melankoli’ kafadan elendi. Sonra da 1978 yılında Altın Kelebek ödüllerinde bana yılın bestecisi ödülünü kazandırdı. İkinci parçam ‘Dostluğa Davet’ finale kaldı. Ama birinciliği alamadık. Yine de TRT hakkımız yendi diye bizi Seul Şarkı Yarışması’na yolladı. Ve orada Grand Prix’den sonraki en büyük ödülü aldık. Hem üzülmüştüm hem de Güney Kore’de ülkemiz adına aldığımız ödülle sevinmiştim. Bir başka hayal kırıklığım 1983 yılında oldu. Sezen Aksu, Coşkun Demir ve ben ‘Heyamola’ adlı şarkımla katıldık. Fakat favori gösterilmemize rağmen jüri şarkımızı birinci seçmedi. Ve ‘Opera’ birinci oldu. Ama şarkı Hey Dergisi’nden ‘Yılın 45’liği’ ödülünü aldı. Yani Eurovizyon’da kaybettiren şarkılar bana başka önemli ödüller kazandırdı. Bir tek şuna hayıflanmıyorum: 1985 yılında Sezen Aksu ve Özdemir Erdoğan ‘Küçük Bir Aşk Masalı’nı seslendirdiler. Dördüncü olduk. Ama o sene MFÖ birinci olmuştu ve bunu gerçekten hak etmişlerdi. Benim şarkım da klasik oldu. Bir Eurovizyon Türkiye birinciliğim var, o da 1981 yılındaki Ayşegül Aldinç ve Modern Folk Üçlüsü’nün seslendirdiği   ‘Dönmedolap’. Bu şarkıyı ‘41 Kere Maşallah’ albümünde Redd muhteşem bir şekilde yorumladı. Benim için Eurovizyon’lar 1978’de başladı 1988 de bitti. Daha sonraki yıllarda Eurovizyon için duyduğum bir heyecan da kalmadı. Amatörlerin ilgi duyması gereken bir yarışma olarak görüyorum.

Sabahattin Ali’nin de Necip Fazıl’ın da şiirlerini bestelemişsiniz. Birbirinden çok farklı ideolojik duruşları olan şairler. Bu sizce rahatsızlık duyulması gereken bir durum mu, yoksa Türkiye’ye önereceğiniz bir olgunluğun simgesi mi?
Sabahattin Ali çok büyük bir hikaye yazarı. Az şiiri vardır ama  ben şiirlerini de çok severim. 8 tane şirini de besteledim. Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet ne kadar önemli ve değerliyse Necip Fazıl Kısakürek de o kadar önemlidir. Onun da iki şiirini besteledim. Politik ve hayat görüşleri çok farklı olabilir. Ama ben bestelediğim şiirlerin değerine bakarım. Onların arkasındaki şairlerin dünya görüşleri, siyasi görüşleri daha geri planda kalır. Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin yanına Necip Fazıl Kısakürek’in gelmesi çok büyük bir çelişki olarak görülse de, hepsi sanatçıdır, edebiyatçıdır, önemlidir ve değerlidir. Bu yüzden Cahit Külebi de, Cahit Sıtkı Tarancı da besteledim, Gevheri de Karacaoğlan da… Ben yıllardır şiir antolojileri okuyorum. Etkilendiğim şiirleri de müziğe döküp hayata geçiriyorum.

POPSAV  ile başlayan meslek birliği süreçlerine katkınız bildiğimiz kadarı ile MESAM ile devam etmiş, son olarak da MÜYORBİR ’de başkanlık yapıyorsunuz. Bu yapılarla sizin ilişkiniz nasıl şekillendi?
POPSAV, pop müzik sanatçılarının vakfı olarak kurulmuştu. Yıllarca yönetim kurullarında görev aldım. İlk kurulan meslek birliği MESAM’da ise 3 dönem boyunca yönetim kurulu üyeliğinde bulundum. Şimdi, bağlantılı komşu haklarının yorumcularla ilgili meslek birliği MÜYORBİR’in yönetim kurulu başkanlığını yapıyorum. Hem eser sahibi, hem yorumcu, hem de yapımcı kimliğimle tüm meslek birlikleriyle iç içeyim.

MESAM  – MSG bir birleşme sürecini tartışıyor. Bu yapıların ayrı olmasına ve şimdi birleşilmeye çalışılmasına dair görüşleriniz nelerdir?
MESAM ve MSG’nin aynı çatı altında buluşması telif sahiplerinin işlerini daha da kolaylaştıracaktır. O günü dört gözle bekliyorum.

Telif haklarının ödenmesi ve korsan yayıncılıkla mücadele konusunda sizce hukuki mevzuatımız yeterli mi? Bu mücadelede ne kadar yol katedildiğini düşünüyorsunuz?
Hukuki mevzuat yeterli. Ancak uygulamada boşluklar ve aksaklıklar var.

Son zamanlarda kitleleri peşinden sürükleyen bir hit şarkı çıkmamasından yakınılıyor? Yeni şarkıcıları beğeniyor musunuz? Sizce Türkiye müzik sektörü nereye gidiyor?
Yeni şarkıcı ve gruplar içinde çok iyi olanlar var. Ama medya tarafından çok çabuk tüketiliyorlar. Kalıcı şarkıların çıkıp çıkmayacağını zaman gösterecek. Müzik sektörüne gelince, dibe vurmuştu. Şimdi yerlerde sürünüyor. Albüm satışlarında bir sıfır silindi. Yapımcılar kan ağlıyor. Dijital ortamdan sektöre para akışı başlarsa yeniden canlanabilir.

Albümün yapımı 1,5 yıl sürdü ve 2006’yla birlikte 41. müzik yılıma girdik. Albümün adı da böylece ortaya çıktı: ‘41 kere Maşallah’. 36 yorumcu ve enstrümentalist katkıda bulundu. Hepsi çok önemli, çok saygı duyduğum isimler. Devam niteliğindeki ikinci albümde genç rock grupları Kocatepe şarkılarını yorumlayacaklar. Yılbaşına kadar ‘Rock Yorumlarıyla Kocatepe Şarkıları’nı bitirmeye çalışıyorum.

Ali Kocatepe’yle yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 2. sayısında (Ekim – Kasım 2006) yer aldı. Taner Koçak ve Önder Kızılkaya tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Murat Ateş tarafından yapıldı.