bread

Müzik ve sansür: Kuşları şarkı söylemekten alıkoyamazsınız!

25 – 26 Kasım günlerinde dünyanın dört tarafından müzisyenler, araştırmacılar ve medya temsilcileri İstanbul’da gerçekleşen ‘Müzik ve Sansür’ konulu  3. “Freemuse Dünya Konferansı”nda buluştu. Freemuse (Freedom of Musical Expression – Müziksel İfade Özgürlüğü) dünyanın her yerinde icracı ve bestecilerin ifade özgürlüğünü savunan uluslararası bir örgüt. Temel hedefler ihlalleri belgelemek, basını ve halkı bilgilendirmek, sansür mekanizmalarını tanımlamak, sansür edilen icracı ve bestecileri desteklemek, küresel bir dayanışma ağı gerçekleştirmek.

İki gün boyunca, konferansa ev sahipliği yapan Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda şarkılı sözlü oturumlar düzenlendi. Afganistan, Beyaz Rusya, Çin, Fildişi Sahilleri, Zimbawve, Endonezya, Ortadoğu, Batı Afrika, Küba ve Türkiye’den müzisyenler, kendi deneyimlerini paylaşırken, akademisyenler de bu ülkelerde yaptıkları araştırmaları dinleyicilere aktardılar. Çok başarılı ve dinamik bir şekilde organize edilen konferans sansürün ne kadar kompleks ve çeşitli olabileceğini gösterirken diğer yandan ne olursa olsun müziği susturmanın pek kolay olmayacağını kanıtlar nitelikteydi. Özellikle de bu gibi konferanslarla güçlenen uluslararası dayanışma daha da yaygınlaştırılırsa…

TÜRKİYE’DE SANSÜR

Konferansın pazar günü gerçekleşen Türkiye bölümünde MESAM Başkanı Ali Rıza Binboğa da kürsüye çıkarak onu kitlelere tanıştıran, 1977 yılındaki Erovizyon Şarkı Yarışması’ndaki deneyimini paylaştı. Ali Rıza Binboğa’nın ‘Yarınlar Bizim’ adlı parçası halk jürisi tarafından birinci seçilmesine rağmen resmi jüriden hiç puan alamamış ve yarışmada üçüncü olmuştu. Binboğa şarkısının daha sonra Adalet Partisi makamlarınca TRT’de yayınlanmasının yasaklandığını da anlattı.

Türkiye oturumu Ruhi Su’nun bir konserinden ekrana yansıyan görüntülerle açıldı. Şanar Yurdatapan sansürün Türkiye’deki tarihi üzerine kısa bir bilgi verdikten sonra konferansa katılamayan Attila Özdemiroğlu ile zamanında Erovizyon şarkı Yarışması’nda uğradıkları sansürü anlattı. 1980 yılında birlikte katıldıkları yarışmada TRT şarkının sözlerinin değiştirilmesini istemiş ama Atilla Özdemiroğlu’nun direnişiyle sözler değişmeden kalmış ve şarkı birincilik almıştı.

Şanar  Yurdatapan sırasıyla Hakkı Bulut, Selda Bağcan, Grup Yorum, Ferhat Tunç, Ayfer Düzdaş (Vengi Sodiri), Elif Kaya (Mezopotamya Kültür Merkezi), Gülten Kaya (Ahmet Kaya’nın eşi), Selda Yeşiltepe, (Anadolu’nun Sesi Radyosu), Ali Kocatepe’yi  kürsüye çağırdı. Melike Demirağ, Cem Karaca gibi sansüre uğramış müzisyenlerin başına gelenler hatırlatıldı. Ahmet Kaya’nın uğradığı sansür ve hayatının ülkesinden uzakta sona ermiş olması yeniden yürekleri burktu. Sahne ekranında geçen sene yitirdiğimiz Kazım Koyuncu belirdiğinde ise salon onu büyük bir alkışla selamladı. Türkiye oturumun zirve anı ise Vedat Türkali Ruhi Su’yu anlatmak üzere kürsüye geldiğinde yaşandı. Vedat Türkali, Ruhi Su’nun hapiste sazından uzak geçirdiği günlerde çok büyük acı çektiğini ifade ederek mahkumlardan birinin ona paspas ve tahtadan yaptığı ilkel bir sazla ne kadar mutlu olduğunu anlattı. Son olarak söz alan MÜYAP Başkanı Bülent Forta ise ‘sansürün tarihi bu ülkenin tarihidir’ diyerek durumu özetledi.

Türkiye oturumunun diğer bir önemi ise o günlerde kurulan SSS (Sanatta Sansüre Son) Girişimi’nin ortak bir bildiri yayınlamasıydı. Birçok sanatçı, besteci, müzik yazarı, müzisyenin imzalarıyla destek verdiği girişim Türkiye’de yaşanan sansür ve baskıya karşı ortak bir dayanışmayı ve direnişi amaçlıyor (sanattasansureson@gmail.com)

AFGANİSTAN’DA NELER OLUYOR?

Afganistan oturumuna katılan Shakeb Isaar, şu an sürgünde yaşayan Afgan bir VJ. Önceleri, Kabil’de Tolomusic adında yabancı müzik yayını yapan bir radyoda çalışmaktaymış. Yaptığı program gençler arasında çok popüler olunca muhafazakar çevrelerin tepkisini çekmeye başlamış. 24 yaşındaki bir kadın meslektaşı öldürülünce İsviçre’ye yerleşmiş. Afganistan’da müziğin tam olarak susturulamadığını ama büyük baskı altında olunduğunu anlatıyor. İnsanların diğer ülkelerin radyolarını dinlediklerini belirtiyor. Bir diğer konuk ise Ağa Han Orta Asya ve Afganistan Müzik Girişimi  Direktörü Mirwaiss Sidiqi idi. Mirwaiss Sisdiqi, 1994 yılında Taliban yönetimi altında ülkede müziğin neredeyse tamamen sustuğunu, müzisyenler mahallesi olarak bilinen Kuch-e Kharabat’tın yerle bir edildiğini günümüzde ise buranın yavaş yavaş hareketlendiğini, insanların geri döndüğünüğü anlatıyor.  Kabil’de açtıkları Akmica Okul’da öğrencilere klasik Afgan müziği eğitimi verdikleri söyleyen Mirwaiss Sisdiqi, tarihe karışmak üzere olan Saarang, Rubab, Richak gibi klasik enstrümanları tekrar hayata geçirdiklerini, bu enstrümanların yaşayan bir – iki ustasının   bildiklerini öğrencilere aktardığını anlatıyor.  Ancak tüm bu hareketlenme ülkenin kuzeyinde oluyor. Pakistan sınırına yakın bölgelerde hala Taliban’ın etkisi olduğundan buralarda müzik eğitimi vermek henüz mümkün değil. Ama oturumun başlığı, Afganların bu konuda ne düşündüklerini özetliyor: “Kuşları şarkı söylemekten alıkoyamazsınız”

KÜBA: ALTERNATİF SESLERE İZİN YOK

Oturuma katılan Mario Masvidal  (Professor, Instituto Superior de Arte, Havana,Cuba) ve Ariana Hernandez-Reguant’ın  (Professor, University of California, Freemuse Executive Committee, USA) Küba hakkında söyledikleri pek içi açıcı değil. Her iki öğretim görevlisi de geleneksel Küba müziğinin, yani salsa, rumba, gibi müziklerin aşırı milliyetçiliğin bayrağı olduğunu ve Küba’da rock, punk, rap gibi müziklerin icrasına izin verilmediğini anlatıyor. Küba oturumu, müziğin taşıdığı anlamın coğrafyaya göre nasıl değişebildiğini gösteriyor. Anavatanından binlerce kilometre uzakta özgürlüğün, eşitliğin sembolü olatrak algılanan bir müzik anavatanında baskının araçlarından biri olabiliyor.

ZIMBABWE: “ATEŞLE OYNAYABİLİRSİNİ AMA PETROLLE DEĞİL!”

Zimbabwe’li gazeteci Maxwell Sibanda, ülkesindeki müzik sansürünün Batılı devletlerin Zimbawve üzerindeki petrol politikalarından ayrı tutulamayacağını anlatıyor. Batı ülkelerinin maşası durumundaki diktatör yönetim tüm medya kuruluşlarını kontrol ettiğinden herhangi bir muhalif ses duymak mümkün değil. Hatta bazı bakanlar, müzik işine bizzat el atıp sözlerini kendi yazdıkları ve bestelettikleri şarkılardan 10 albüm yaptırıp bunu radyolara dağıtmışlar. Yani her şarkı günde 70 – 80 kere çalmak suretiyle sürekli tekrar ediliyor. Böyle bir ortamda müzisyenler hükümetin tepkisini çekmemek için gospel müziğe yönelmişler.

ÇİN: “KIZIL BAYRAĞIN ALTINDA ŞARKI SÖYLEMEK”

Çin oturumunda konuşmacılar Hollandalı müzikolog Jeroen de Kloet ve İsveç’te, Stokholm Üniversitesi Doğu Bölümü’nde doktora öğrencisi olan Doğu Türkmenistanlı Kaiser Abdurusul idi. Jeroen de Kloet, Çin’deki büyük değişikliklere rağmen müzik piyasasında hala yasaklar olduğunu olduğunu anlattı. Otoritelerin video kliplere sansür uyguladıkları, müstehcen bulduları bölümleri kestiklerini anlatan öğretim görevlisi buna çeşitli örnekler gösterdi. Çin’in bizdeki ‘Pop Star’ benzeri yarışması ‘Super Girl’ü kazanarak Çin’in pop ikonlarından biri haline gelen ve ‘Time Asia’ya kapak olan Li Yuchun’un konser vermesinin nasıl yasaklandığını anlattı. Yasağa uğrayan gruplardan biri de adı ‘Masaj Sütü’ anlamına gelen ‘Wang Xiaofung’.  Çin’deki gençlerin bu yasakları delip geçtikleri tek mecra internet ve korsan CD’ler. Müzik ve film endüstrisinin kabusu olan korsan CD’ler burada gençlerin dünyayı takip etmesini sağlayan bir araç konumunda.

Doğu Türkistan oturumu ise konferansın duygusal anlamda en yoğun ve ağır oturumu oldu. Konferansa katılmayı planlayan Doğu Türkistanlı halk şairi, kompozitör,  müzisyen ve bağımsızlık mücadelecisi Kurash Sultan’ın (Küreş Küsen) bu ay başında sürgünde olduğu İsveç’te 47 yaşında ölmüş olması herkesi üzdü.  Doğu Türkistanlı müzisyen ve araştırmacı Kaiser Abdurusul, Kurash Sultan’ı anlatırken gözyaşlarını tutamadı ve ülkesindeki insanların sadece müzikten değil yaşam hakkından bile yoksun şekilde yaşadıklarını, Çin otoritelerinin Doğu Türkistanlıları halk olarak ortadan kaldırmaya çalıştıklarını söyledi. Kaiser Abdurusul, Kurash Sultan’ın ölüm nedeninin kalp krizi olarak söylenmesine rağmen cinayete kurban gittiğini de ima etti.

Kurash Sultan Türkiye’de de tanınan bir isim. 1987’de D. Türkistan’da kurduğu müzik grubu çok satan albümler yapınca yetkililerle başı derde girdi ve 1996’da Türkiye’ye kaçtı. 1998’de tutuklanıncaya kadar burada dört albüm yaptı. Hapiste dokuz ay geçirdikten sonra 1999’da BM, siyasi sığınmacı olarak İsveç’e taşınmasına yardım etti. 29 Ekim 2006’daki zamansız ölümüne kadar Eskilstuna Belediyesi Kültür Bölümü’nde müzik eğitmeni olarak görev yaptı.

AFRİKA ve ORTADOĞU

Fildişi Sahilleri’nden gelen Fadal Day, konferansın en renkli simalarındandı. Reggae müziğinin Fildişi sahillerinde ve Afrika genelinde yükselen yıldızı olan Fadal Day ülkesinin 1960 yılında bağımsızlığa kavuşmasına rağmen bunun gerçek bir bağımsızlık olmadığını, ülkesinin hala Avrupa’nın maşası konumundaki yöneticiler tarafından bir koloni gibi yönetildiğini anlattı. Ülkede ifade özgürlüğü olmadığını belirten Fadal Day, medyanın tamamen devlet kontrolünde olduğunu söyledi. Fadal Day, yeni albümünde yer alacak olan ‘Liberer Iraq’ (Irak’ı Özgürleştirin)  şarkısını da dinleyicilerle paylaştı.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın birlikte ele alındığı oturumun başlığı  ‘Yasaklanan her şey çekicidir’ başlığını taşıyordu. Oturuma katılan Cezayirli rapçi Qurrad Rabah 1994’de kendi rap grubunu, MBS’i (Mic Break Silence) kurmuş. Rabah’ın yaptığı, sosyal ve politik içerikli bir rap ve Cezayir gençliğinin sokak yaşamından söz ediyor. Rabah 1999’da Cezayir’den ayrılıp Fransa’ya gitmiş. Şimdiyse Barcelona’da yaşıyor. Oturuma katılan Fransız Fabrice Tarrit kalkınmanın önündeki politik engelleri aydınlatan Fransız sivil toplum örgütü Survie’nin yöneticisi. Tarrit üç yıldır Fransız hükümetinin Afrikalı diktatörlere yaptığı yardımlara karşı bir kampanya sürdürüyor. Birçok Afrikalı sanatçı; Tiken Jah Fakoly, Didier Awadi, Tata Pound gibi reggae ve rap müzisyenleri bu kampanyaya katılarak Survie’nin ‘Afrika Wants To Be Free’ adlı bir CD kaydedip piyasaya sürmesine yardımcı oldular. İkinci bir derleme albüm ‘Let’s Decolonize’ (Kolonileşmeden kurtaralım) ise yolda. Kendisi beyaz kökenli bir Fransız olan Fabrice Tarrit, Afrika ülkelerinin borçlarının koloni zamanında oluştuğunu, Afrikalıların bunları ödemek zorunda bırakılmasının büyük haksızlık olduğunu savunuyor. Fransa’nın Afrika ülkeleri üzerindeki hakimiyetinin hala devam ettiğini, bu ülkelerdeki diktatoryal yönetimlerin Fransa tarafından desteklendiğini anlatan Tarrit ‘Survie’nin Afrikalı olsun beyaz olsun insanları bu konuda bilinçlendirmeye, bu soruna dikkat çekmeye çalıştıklarını belirtti. (http://www.survie-france.org/)

Heinrich Böll Vakfı’nın Beyrut’taki Orta Doğu bürosunda program müdürü olan Leyla Al – Zubaidi ise Lübnan’da şu sıralar müzik cephesinde neler olduğunu anlattı. Kur’an, müziği yasaklamadığı için bu konuda hiçbir kanıtı olmayanların sadece baskıcı rejimlerini devam ettirmek için müziği susturduğu Ortadoğu ülkelerinde müziğin helal mi haram mı olduğu sık sık tartışılmaya devam ediyor. Ve yöneticiler de işlerine geldiği yönde kararlarını uyguluyorlar. Leyla Al – Zubaidi, Lübnan’da  Hizbullah örgütünün aslında müziğe karşı olduğunu ama İsrail’le yapılan son savaştan sonra popülerliklerinin son derece arttığını ve Nasallah için söylenen propagandist şarkılar karşısında Hizbullah’ın da müziğe daha hoşgörülü davrandığını anlattı.

İki gün devam eden konferansta birbirinden çok farklı ülkelerde çok farklı şekillerde sansür yaşandığını birebir tanıklarından dinledik. Ama ‘yasaklanan her şey çekicidir’ lafından anlaşılacağı gibi yasaklamak aslında hiçbir şeyi ortadan kaldırmıyor. Tam tersi yasaklanan daha çok dikkat çekiyor, merak ediliyor. Çinli sanatçıların ‘ah bir yasaklansak da ünlü olsak’ demeleri bu yüzden. Ayrıca müzik o kadar güçlü bir şey ki sadece ondan korkanlar onu yasaklamaya çalışıyor. Ve sonunda pes ediyorlar. Afganların söylediği gibi “kuşları şarkı söylemekten alıkoyamazsınız”…

Müzik ve sansür konulu bu haber, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 3. sayısında (Aralık – Ocak 2007) yer aldı. Esra Okutan’ın izleyip yazdığı bu haberin  fotoğraflarını Melih Aydın çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.