bread

Türk sinemasının şarkılı tarihi

Küçük yaşta makinistlik yaparak sektöre giren 800’e yakın yerli, 3.000 kadar yabancı filmde tonmaysterlik yapan Lale Film’in sahibi Necip Sarıcı ile ‘şarkılı – melodram’ filmlerini, Yeşilçam müziklerini konuştuk. Necip Sarıcı’nın ‘Filmlerde Kaybolan Sesler ve Şarkılar’ adındaki belgeseli İstanbul Film Festivali’nde gösterildi.

Sinemayla ilişkiniz nasıl başladı?

1934 Eylül doğumluyum. Demek ki 73 yaşın içinde geziniyorum. Kasımpaşalıyım. Kasımpaşa’nın büyük bir hasreti vardır: “yukarıya çıkmak”. Kasımpaşa yukarıdaki Beyoğlu ışıklarına hasret bir çukurdur. Anlattığım dönem, İkinci Dünya Harbi, sıkıntı, açlık, yokluk yılları. Bu dönemde Kasımpaşa fakir bir semtti, ama çok sineması vardı: Geyikli, Ünal, Zafer. Orada tek keyif sinemaya gitmek ve sinemaların ciddi ürünleri de Arap filmleri. Abdülvehap, Yusuf Vehbi, Mısır’ın ünlü kadın oyuncuları, o muhteşem ses Ümmü Gülsüm. İlk bir iki tane Arapça seyrettim, Türkçeleştirilmemişti. Sonra sonra meşhur Hoca Saadettin Kaynak dönemiyle adapteler başladı, yani şarkılar Türkçeleştirildi. Mısır filmleri, Türkçe şarkılarla çok tuttu. Başta Leyla ile Mecnun…

Arap filmleri furyasının nasıl başladığını biliyor musunuz?

Bunu ilk yapan kurum İpek Film Stüdyosu. İpekçi Kardeşler diyorlar ki “bu filmleri biz adapte edelim, bu işi kim yapar?” Saadettin Hoca’yı çağırıyorlar. Meşhur söz yazarı Vecdi Bingöl sözleri yazıyor, Saadettin Hoca beste yapıyor. Mesela hiç unutmadığım film Leyla ile Mecnun’dur. Çok kötü bir Arap/Mısır filmi, fakat şarkılarıyla ne ünlendi o film. Münir Bey erkeğin, Müzeyyen Hanım da kadının sesiydi. Bu ikili daha sonra uzun süre devam ettiler. Münir Bey’in ondan sonra popülaritesi arttı, film çekmeye de başladı. 1943’te Kahveci Güzeli’ni, ardından Allahın Cenneti filmlerini çekti. Münir Bey ve Müzeyyen Hanım’ın bülbüller gibi şakıdıkları filmler Türkiye sathında seyredildi. Türkiye sathı deyince, o seneler Anadolu’da elektrik yok, yol yok. Bu filmlerin 16’lık versiyonları basıldı, arabalara jeneratörler kondu, seyyar sinema olarak kahvelerde, ahırlarda, köy meydanlarında çarşaf gerip oynatıldı. Saadettin Hoca “Beni çağırdılar, hemen beş yıllığına kontratımı yaptım. Önüme filmler serildi. Bir filme 10 ile 20 arasında beste yapıyordum. Böylece 80 ve 100 tane Arap filmi yaptım” diyor. Hesaplayın, 10’dan hesaplayın, 1000 beste yapar. O dönem direkt filme kaydediliyor, her şey filmde, yanar tabanlı filmler bunlar. Bunların çoğu filmlerle kayboldu. Ama şarkılar popüler oldu, önemli bir sektör yarattı. Çile Bülbülüm Çile bir Arap filmi için Hoca’nın yaptığı bir bestedir. Odeon, Colombia Müzeyyen Hanım, Münir Bey’le kontrat yaptılar. Taş plaklar çıkmaya başladı. İlk film müzikleri. Üzerlerinde künye benzeri bilgiler yazıyordu: “Muganniye, okuyan Müzeyyen Senar, Harun Reşit Filminden… Selahaddin Eyyubi Filminden”. Bu şarkılar sonra gazinolarda okunmaya başlandı. Selahattin Pınar, Kadri Şençalar, daha sonra İsmail Ongun da Arap filmlerine beste yapmış isimlerdendir.

Bu dönem hangi yıllar arasında yaşandı?

Bu filmler 1938’den itibaren başlıyor. 44-48’lere kadar süren, yani en çok 1950’ye dayanan bir dönemdir. Bu tarihten sonra halk bıktı, sayısı üç beşe düştü. Ben bir kere şahit oldum, fakir aileler sinemaya gitmek, Arap filmlerini izlemek için bakırlarını tencerelerini satardı. Başka hiçbir görsellik yoktu. Bir de bizim insanımız gülmekten çok ağlamayı sever. Filmler çok trajik. Filmlerinin dublajına gelen bir prodüktör ağabeyimiz vardı. Dram filmi çeker. Mix masasından seslendirme sanatçısına, “ablacığım, ablacığım, n’olur, çok ağla ki biz gülelim!” derdi. Yani ağlayan film, prodüktörü güldürür! Bu yüzden bu filmler yapabileceği işi yaptı. Çok firmalara
çok paralar kazandırdı.

Peki sizin sektöre girişiniz nasıl oldu?

Ben Kasımpaşa’da biraz önce anlattığım ortamda yaşarken, zorla ilkokulu bitirdim. 48 yılına kadar birtakım işlerde çalıştım. Ablam İzmir’e gelin gitti. Eniştemizin de tesadüf sinema makineleri yapan bir atölyesi vardı. Kendi yanına almadı, “seni bir ustanın yanına vereyim” dedi: Cemil Filmer’in de baş makinisti Mustafa Ekler. Ekler soyadını da, Cemil Bey onun çok güzel film yapıştırdığını bildiği için tavsiye etmiş. Cemil Filmer’in sahibi olduğu Lale Film’in o zaman iki sineması vardı: Lale, Tan. Şimdi orada radyo tamiri, makine tamiri derken İzmir’in Tilkilik Semtinde yazlık Atlas Sinemasında muavinlik yapmaya başladım.

Makinistlik mi yaptınız?

Evet. Hatta Microtechnica isimli büyük bir makine vardı, boyum zor yetişirdi. Yaşım uygun olmamasına rağmen rica ettim, imtihan ederek bana ehliyet verdiler. Bir makinist ehliyeti aldım.

Ehliyet ne demek?

Ehliyetsiz makine dairesine girilmez, yani ehliyet şart. Belediye adamları gelir sık sık kontrol ederdi sizi. İzmir benim okulum oldu. Derken artık öğrendim, 51 yılında İstanbul’a döndüm. İstanbul’dan da bir ehliyet aldım, makinistlik yapacağım. Turgut Emrah’ın sahibi olduğu Şan Sineması yeni açılmış. Makine dairesinde işe girdim. Sinema o dönem meşhur opera filmi Hoffmann’ın Sihirli Masalları ile açıldı. Şan Sineması, muhteşem bir sinema. Sonra yerli
filmlerin meşhur gala sineması oldu biliyorsunuz. O ara işte Sahne Işıkları da geldi, onu oynatıyoruz. Turgut Bey, Amerika’da yetiştiği için ileri fikirleri vardı. New York’ta sinemalar gece, sabaha kadar oynarmış. Benzerini yaptı, gece 12’den sonra seanslar koydu. Ama burada kimse gelmedi, tutmadı o iş.

Fazla ileri gelmiş. Bu arada Türkiye sinemasını anlatıyordunuz. 50’li yıllara kadar şarkılı Arap filmleri tutuyor. 50’li yıllardan sonra yerli filmlere mi geçildi?

Dublajı 43’te keşfettik. 50’lere doğru yerli film dönemi başladı. O sırada Lale Film henüz hayatıma girmemiş. Lale Film yerli film çekimine girmiş. Esat Mahmut’un Kadın Severse romanını almış, filmi çekiyor. Ciddi bir firma daha var. Fuat Rutkay’ın Halk Film. Halk Film’in sahibesi hanım da Suzan Yakar Rutkay, meşhur türkücü. Halk Film Bakırköy’de bir sinema sanayi olarak kuruldu. Yani plato, çekim yeri, dublaj stüdyoları. Türk sinemasına çok film çekti; şarkılı, türkülü, komik, Dümbüllü İsmail artık onun aktörüydü. Suzan Hanım da bu filmlerde çok oynadı. Suzan Yakar’ın filmi olduğu zaman, Anadolu’da kapı baca kırıyor film. Müthiş iş yapan o türkülü, şarkılı filmler dönemi başladı. Bir film fabrikası oldu orası. Haftada iki film bitirir hale geldi, çünkü talep çok. Artık elektrikler yayılmaya başlamış, her yerde sinemalar açılmaya başlamış. Buna da sektör cevap veriyor. İpekçi’ler ithalatçı. Yoğun bir yerli film yapımına girdiler. Lale Film, ithalat firması, yerli film yapımına girdi. Kemal Film, daha önce girenlerden. Özen Film, yerli film yapımına girdi. Müthiş filmler çekiliyor, milli filmler çekiliyor. Demokrat Parti ayağının tozuyla geldi, Kore’ye asker gönderdi. Bir sene sonra Halk Film, Kore’de Türk Kahramanları’nı çekti. Türkiye sathında -Türkiye’nin nüfusu 24 milyondu- 20 milyon insan seyretti filmi. Şimdi 1 milyon, 2 milyon rekor oluyor. Karacaoğlan’ın Kara Sevdası adlı filmde müzikle ilgili bir anı var. Bunu anlatabilir miyim? Çok ilginç. Müziklerini Ruhi Su yaptı. Sabahattin Kalender, Ankara’dan geldi.

Tabii, tabii. Yıl kaç, onu söylerseniz?

1958 sonları. Atıf Yılmaz Toroslar’da çekti. Film uzadı, prodüktör Hürrem Bey çok sıkıntılı. Sabahattin Kalender Ankara’da Devlet Senfoni Orkestrası’nın şeflerinden. Müzikleri, Ankara Devlet Senfoni Orkestrası çalacak. Yalnız aynı ekip akşam Ankara’da operaya çalıyor. Sabah ilk uçakla geliyorlar, akşam uçakla dönüyorlar. Bu altı gün devam etti. 30-33 kişi. Karacaoğlan deyişlerini Ruhi Su okudu. Karacaoğlan öyküsüne, yani bir Yörük filmine, bir dağ filmine senfonik müzik düşünün. Neyse, film sonunda bitti. Hürrem Bey deneme mahiyetinde filmi Adapazarı’nda bir sinemaya gönderiyor. Üç gün sonra bir telefon, “al bu filmi başına çal, bu müziklerle, bu türkülerle hiç kimse gelmiyor”. Film geldi, yeniden revizyon yapıldı, Ruhi Su’nun şarkıları değiştirildi. Başka birisi okudu, film yine bir iş yapmadı. Prodüktör bayağı bir sıkıntı çekti. Bir de İpekçi’lerin 1934’te sessiz çektiği bir film var. Bataklı Damın Kızı Aysel. Muhsin Bey yönetiminde çok ünlü oyuncular oynuyor. Cahide Hanım, Feriha Tevfik, Talat Artamel; yok yok filmde. Filmin müzikleri Cemal Reşit Rey’e ısmarlanıyor. Cemal Reşit Rey, büyük bir bestekar, dünya sanatçısı ama film köy filmi; samanlıklı, kağnı arabalı, ahırlı, şalvarlı tipik köy filmi. İpekçi ailesi oturuyor, filmi izleyecekler. “Bu filmi böyle gönderirsek sinemalara, başımıza taş yağar” diyorlar ve güncel plakları kullanarak müziği değiştirmeye karar veriyorlar. Film, Türk sanatmüziği ile başlar. En trajik aşk sahneleri altında davul zurna çalar! Filmin jeneriğinde “Müzik: Cemal Reşit Rey, İstanbul Senfoni Orkestrası” yazıyor. Acaba Cemal Bey’in tepkisi ne oldu diye hep merak ederim.

Yerli filmlerde sıklıkla müzik kullanılıyor muydu?

Eski Türk filmlerinin enteresan bir özelliği var; filmleri her halükarda müzikle kurtaracağız mantığı vardır. Baştan, jenerikten müzik konur, sonuna kadar müzik gider: Biri biter, biri başlar; çorba yani. 78’lik plaklar var. Seçip seçip filme yerleştiriyoruz. Yeni Dünya Senfonisi en avantajlı, ben kullanıyorum. Yorgo Usta kullanıyor, Tuncer kulanıyor. Müzikte dramatik kemanlar, müthiş çıkışlar, müthiş inişler vardır. O dönem ekonomik filmlerin yüzde 90’ı böyle yapıldı. O sıralar bir müzik dehası, film müziği duayeni, Nedim Otyam var. Atlas Film –sonradan Acar Film oldu- Nedim Otyam’ı alıyor, “burada bize film müzikleri yapacaksın” diyor. Stüdyo iptidai, zor şartlarda. Nedim Bey’den çok şey öğrendik, yani 58’lerde başlayan bir öğretisi oldu. “Light motif” diyor, “tema” diyor. Ne olduğunu bilmiyoruz biz ama yavaş yavaş öğreniyoruz. O arada da 60’lı yıllarda long playler orijinal sound tracklar geldi. Mesela ilk aldığım plağın anısını anlatayım. Harp ve Sulh filmi, Amerikan, Hollywod’un yaptığı. Müthiş müzikler var. Kullanıyorum, bir motif var hele harplerde kullanmışlar, Fransızların savaşı. Kullanıyorum. Bayağı bir kullandık o müziği. O ara, yani 60’larda hep milli filmler moda. Nedim abi geldi, “bu müziğin ne olduğunu biliyor musunuz?” dedi. “Marsailles” dedi, “Fransız milli marşı”. Yani Fransız milli marşını ben, bizim milli filmlerimizde kullanıyorum. Kuwai Köprüsü’nün, Doktor Jivago’nun müziklerini hep kullandık, tepe tepe kullandık. Sonra Yalçın Tura çıktı. Farklı müzik arayışları geldi.

Filmlerin müziğine siz mi karar veriyor ve uyguluyordunuz?

Evet, böyle bir dönem oldu. Bir dönemi başlattık. Bu arada müzikal filmler de oluyordu: Hacı Arif Bey’in Hayatı, Şefika’nın oynadığı Gönülden Gönüle. Alaaddin Yavaşça yaptı müzikleri. fiefika’nın sesi odur. Saadettin Hoca yolundan giden bir bestekardır. Sonra Ölmeyen Aşk, Beya Film, Nusret İkbal, iyi bir firma sahibi. “Müziği ne yapacağız?” dedim. “Neveser Kökdeş yapacak.” dediler. Neveser Hanım bir efsane. Muhlis Sabahattin’in kız kardeşi. Besteleri senaryoya göre hazırlamış. Geldi, stüdyodaki piyanoya oturup çaldı. Film kötü ama musiki, şarkıları, besteleri çok iyi. Fakat 60’tan sonra bir film fırtınası esti. Yerli filmler çoğalınca müzikli, danslı, barlı, pavyonlu, Maksim Gazinolu, filmler başlayınca olay değişti. Metin Bükey gece zaten Maksim’de çalıyor. Maksim ekibi ile sabah 9 buçukta buluşuyorduk. Yarı sarhoş yarı ayık başlıyorduk. Zaten ayılana kadar öğlen olur. Geriye kalan son üç saatte bütün filmin müziklerini yaparız! Müzik yapalım, akşam Tarabya’ya gidelim, keyfimizi yapalım diye, Nedim abi ile birlikte döşemelik parça diye bir şey çıkardık. Yani fazladan açığa parça alırız, boş kalan yerlere döşemek için. Belkıs gelir şarkılar okur, şarkı mutlaka vardır. Sevim Şengül gelir, diğer arkadaşlar gelir, Suzan Bizimer gelir, o Fahrettin Aslan’ın meşhur fasılcısı. Metin’le, mübalağa etmeyeyim ama en az 500 film çalıştım. Aşağı yukarı üç filmden, yerli filmden ikisine Metin mutlaka müzik yapıyor. Şarkılı film dönemi başladı, yani şarkıcı kız, bilmem ne oğlan, gazino patronu…

70’lere geldik mi?

Tabii. Şarkılı filmler 68’lerden itibaren başladı. Bu dönem yine tonmaisterlerin müthiş bir sıkıntısı vardı. 45’lik plaklar çıkıyor. Aktristler playback yaparak çekiyorlar. Sonra bir türlü senkron olmuyor. Oyuncu yani şarkıcı değil. Ağızlarını oynatıyor, söylemiş oluyor. 45’liğin devri düşük veya yüksek ama stüdyoya gelince Metin’e veya okuyan arkadaşlara büyük iş düşüyor. Sonra bir yöntem geliştirdik. Biz şarkıları önce çekiyoruz. Belkıs okuyor, Sevim okuyor. Özel bir teyp ile sete gönderiyorum ki, ses-görüntü otursun. Ajda’nın, Neşe Karaböcek’in şarkıları, o günün popüler şarkıları, filmlerde kullanılıyor. Hiçbir yasal takip, uygulama yok.

Bu arada kendi stüdyonuzu kurdunuz, değil mi?

Beyoğlu’ndaki stüdyomuz, kasıp kavurdu ortalığı; bütün yerli filmleri, yapıyoruz. Erotik filmler çıktı. İnkar etmiyorum onlardan da yaptık. Sesini çekiyordum, müzikler koyuyordum. 73’te başladık. 76 krizine kadar gitti. Seks furyası krizi büyük firmaları çekilmeye zorladı. 74’te ortağım geldi, yanında da bir arkadaş.“Bu arkadaşın adı Cahit Berkay. Çok iyi müzisyen. Paris’ten de biliyorum. Prova yapacak, ben büyük salonu verdim” dedi. O sırada Erman Film’in bir filmi vardı, Atıf abi çekmiş. Deli Yusuf filmin adı. Cüneyt Arkın oynuyor. Şimdi, yapamayacağımız kadar zor efektler var. Cahit’e izlettik filmi. “Cahit, bu filme müzik yaparsan, seni Erman Film’e tavsiye edeceğim. Ama efektleri de müzikle yapacağız” dedim. Cahit büyük bir yetenek çıktı, döktürdü. Cahit’le o arada biz en az 100 film yaptık. Yani Cahit Berkay efsanesi başladı. Çok sevildi. Deprem, Selvi Boylum Al Yazmalım. Arif Erkin. Yabancı Damat’ın meşhur Memik’i. Eski Lale Film’de çok güzel müzikler yaptık onunla: Ağıt, Umut…Yılmaz Güney filmleri. O arada Atıf abi, Ömer Seyfettin hikayeleri çekti TRT’ye.. Diyet, İncili Kaftan, Müziklerini Arif Erkin’e verdiler. Arif Bey de genelde mehteran müziği kullandı. Küçücük stüdyoda, müthiş kayıtlar yaptık.

Lale Film’i nasıl satın aldınız?

79’da bir haber sızdı Beyoğlu’na “Lale Film, satılıyor.” Sabahat Hanım benim alabilmem için fedakarlık yaptı. Biz üç ortak Lale Filmi aldık.

Kalan Müzik’ten çıkan Belkıs Özenen albümler aracılığıyla, belki Belkıs Hanım’a toplum olarak borcumuzu ödemeye çalıştık. Bu sürece siz vesile oldunuz. Parçalar nasıl seçildi?

Kalan Müzik’e Belkıs’ı ben önerdim. Parça seçimi Kalan tarafından yapıldı. Ama tabii, benim tavsiyelerim de oldu. Şimdi Belkıs Hanım bu şansa kavuştu ama mutlaka, hakkı ödenmemiş başka isimlerde olsa gerek diye düşünüyorum.
Çok var. Çoğu rahmetli oldu. Sevim Şengül’ü ele alırsan ızdıraplar içinde, yoksulluklar içinde öldü. Bir Suzan Bizimer yoksulluklar içinde gitti. Bunların tek işi sinemaydı, arada turnelere çıkarlardı, işte onlar da boğaz tokluğuna olurdu.

Gülderen Gül, Handan Kara…

Elbette, Handan Kara, Gülderen Gül. Bu isimlerle çok çalıştık, çok güzel kayıtları var bende. Belki şu an tarasam, 500 şarkı çıkar arşivimde. Filmde okumuşlar.

Elinizde daha birçok malzeme var, ben onu anlıyorum.

Türk sinemasına. Nedim Otyam çok güzel arşiv sakladı. Yalçın Tura, Arif Erkin çok güzel işler yaptılar. Onun dışında çoğu silindi, kayboldu, gitti. Kaybolan sesler, şarkılar; bunların kayıtları tutulmamış, bunların notası saklanmamış; konmuş, yapılmış, kaybolmuş. Yani mevcudun 10 katı, kaybolanımız var. Cahit Berkay’ın bütün arşivi bende, benim kayıtlarım.

Onda kopyası yok, değil mi bunların?

Yok, istediği zaman alabilir. Ama biz Cahit’e o dönemde hainlik yaptık. Cahit bir filme müzik yapıyordu; mesela Deprem’e, Selvi Boylum’a. O arada 5 tane orta halli prodüktörün filmi geliyordu. Bu filmlerde de kullanıyorduk müzikleri. Telif falan hak getire.

Bir filme müzik yapıyor, siz onu istediğiniz gibi kullanıyor musunuz?

Kullandık, nasıl kullandık? En az 200 filme Cahit’in müziklerini koydum. Geldi, ağzını açmadı. Şimdi Cahit teşekkür ediyor: “abi hepsinden para geliyor bana” diyor. O da Mesam sayesinde.

Son olarak Yeşilçam üzerine bir kitap hazırlığı içinde olduğunuzu okudum. Nasıl bir kitap?

Kitapla ilgili birikim ve notlar tamam. Ama kenimden öncesini de yazmak, anılarla sinema tarihi olsun istiyorum.

Bundan sonraki projelerinizi merak ediyoruz.

Dublaj Tarihi Belgeseli. 70 dakikalık bir bölüm hazır. İKSV, bu sene Ferdi Tayfur’la ilgili bir başlık koyuyor. Ben de yardımcı oldum. Belgeselin bu birinci bölümünü de orada yayınlayacaklar. Ayrıca Babylon’da Gökhan Akçura ile eski film müzikleriyle ilgili bir gösteri yapacağız.

Türk sinemasının şarkılı tarihine ilişkin Necip Sarıcı’yla yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 4. sayısında (Nisan – Mayıs 2007) yer aldı. Taner Koçak tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.