bread

“3 saat”: ÖSS belgeseli

Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Batı Dilleri ve Edebiyatı Bölümleri Öğretim Görevlisi ve Belgesel Yönetmeni Can Candan ve Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu, pek çoğumuzun bir dönem yaşadığı ÖSS travmasını oldukça samimi ve uzun emek gerektiren bir çalışmayla belgesel haline getirdiler ve tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne serdiler.

“3 SAAT”, 2004 yılında ÖSS deneyimini yaşayan, birbirinden farklı sosyal çevrelerden gelen ve farklı ilgi ve yeteneklere sahip altı gencin hikayesi. Çekimleri bir yıldan fazla süren çalışmada Can Candan ve Serdar M. Değirmencioğlu bu altı gencin sınav hazırlıklarına, sınav heyecanlarına ve sınav sonrası yaşadıklarına bizi tanık ediyor. Ve çoğumuzun geçmişinde iz bırakan ve yıllardır toplumsal bir travma olmaya devam eden Öğrenci Seçme Sınavı’nı tekrar sorgulamamızı ve üzerinde düşünmemizi istiyor.

Biz de filmin yönetmenleri ve katılımcılarıyla Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan gala öncesi keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Bu proje nasıl ortaya çıktı?

Can Candan: Serdar’la, aslında asker arkadaşıyız. Dünyaya bakışımız, etraftaki meselelere olan ilgimiz o zaman da paylaştığımız şeylerdi. Serdar ODTÜ’deydi, ben Amerika’daydım.  Serdar Bilgi Üniversitesi’ne geçti. Ben sonra Amerika’dan Bilgi’ye geldim ve Bilgi’de yine buluştuk. Buluşmamızla beraber, birlikte ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Ve bu projelerimizden biri olarak ortaya ÖSS filmini çıkarttık. 2001 civarlarında konuşmaya başladık. 2003 yılının başında da tamam biz bu yola çıkalım kararını verdik, o zamandan bu yana da bu macerayı yaşıyoruz.

Öncelikle ÖSS’nin sizin hayatınızdaki etkisi nasıl oldu?

Can Candan: Aslında biz de üniversiteye girerken benzer zorlukları yaşadık fakat şu an bizdeki etkileri daha sürekli çünkü birer öğretim görevlisi olarak, sınıflarımıza gelen gençlerin ne kadar tek yönlü bir sistemle yetişmiş olduğunu görüyoruz. Bir çoğu bu sınav sistemi yüzünden ilgilenmediği bir bölümü seçmek zorunda kalmış ve belki anlattığımız konularla ilgilenen gençler de şu an başka sıralarda ilgilenmedikleri dersleri dinliyorlar.

Ben ÖSS sınavına girdiğim zaman da bu sınavın tek çıkış olduğunu düşünmüyordum, şimdi de düşünmüyorum. Yıllar geçtikçe bu görüşüm daha da kesinleşiyor. (Yunus)

Filminizdeki bu 6 genci nasıl seçtiniz? Sanırım kafanızda yaratılmış tipler vardı.

Can Candan: Önceden bunu epey bir konuştuk Serdar’la. Şöyle insanlar arıyoruz diye bir takım kriterler ortaya koyduk. Ve ona uygun insanlar aramaya koyulduk. Bazılarını çevremizdeki ilişkiler sayesinde bulduk, bazıları için de bize yardımcı olan insanlar vardı. Mesela Derya’yı okulundaki rehber öğretmeni sayesinde bulduk. Bu anlamda aslında belgeselde adı görünen ve görünmeyecek olan pek çok destekçimiz vardı.

Bu filmin amacı neydi peki ?

Serdar M. Değirmencioğlu: Biz bu konu üzerinde yeterince vakit ayrılıp düşünülmediği kanısındayız. Bu yüzden bu olayı gözleriniz önüne sermek istiyoruz ve olabildiğince de açık sermek istiyoruz. İnsanlar izlesin ve düşünsünler istiyoruz. Türkiye’de bu kadar çok sayıda hak etmediğiyle karşılaşan genç varsa demek ki ortada bir yanlış var. Bu yüzden bu yanlışın nasıl düzeltileceğiyle ilgili öncelikle bir kararlılık gerekli. Ama bu adımı atmak zor. Çünkü Türkiye’de politikacıların büyük çoğunluğu çok duyarlı bir konu olduğu için bu konuda çok dikkatli davranıyorlar. Çünkü eğitim konusunda herhangi birilerini ürküten bir davranış mutlaka bir sonraki seçim döneminde karşınıza çıkar. O yüzden bu konudaki talebin ve tepkinin olabildiğince alttan gelmesi gerekli.

Bu 6 gencin ve ailelerinin yaşamlarına girdiniz, ve belki de hayatlarının en önemli zamanlarından birinde onlarla birlikte oldunuz. Bu ilişkiyi kurmak zor olmadı mı?

Can Candan: Karşınızdaki insanlar “ben bu belgeselde size de yer vermek istiyorum, sizin de sesinizi duymak ve duyurmak istiyorum” dediğiniz zaman, eğer sizde bir dürüstlük ve samimiyet görüyorlarsa o ilişkiyi kurmak o kadar da zor olmuyor. Kendiniz olabiliyorsanız, karşınızdaki insan saygı duyulduğunu ve önemsendiğini hissediyorsa, ve bunun bir çıkar ilişkisi olmadığını anlıyorsa ve derdiniz gerçekten onu anlamaksa bu ilişki bambaşka bir ilişki oluyor. Ve bunun sonucunda oluşan çekimler de çok başka bir hale giriyor.

Serdar M. Değirmencioğlu: Gençlerin ve ailelerinin filmde bu kadar rahat hareket etmelerinin ardında da bu var zaten. Çok soru işaretli bir anne, çok soru işaretli bir baba yok bizim çekimlerimizde. Tam tersine yapılanların ne denli önemli olduğuna inanan bireyler var. Olanı yalana dökmeden tüm iyi niyetimizle yaptık. Aileleri de genel çevreyi de işin içine çekecek şekilde oldu, bu yüzden ben filmin deneyiminden çok şey öğrendiğime inanıyorum. Hem yöntem açısından bakılabilir, hem de deneyim açısından.

Biz bu filmle 1.5 milyon insanın dili olduk aslında, ve bu belgesel de bizim dilimiz oldu bir anlamda. Mutlaka anlayan birileri vardır ama değiştirmek onların işine gelmiyor. Yine de biz sesimizi duyurmuş olacağımıza inanıyorduk. Şimdi sizlerden de ilgi gelince bunu daha iyi anladık. Birileri bizi duyacak diye düşünüyoruz. (Derya)

Pek çok karede kamerayı ve kamera arkasındakileri saklamamışsınız. Bunun amacı neydi?

Can Candan: Seyirciye sunduğumuz hayatın kendisi değil, hayatın bir temsili. İki kişi giriyor hayatınıza ve biz belgesel yapmak istiyoruz diyorlar. Bu yapay bir şey. Dolayısıyla bu yapaylığı filme taşımamız da gerekiyordu. Bunun için iki yöntem izlememiz gerekti. Birincisi daha gözleme dayalı bir yöntem. Mesela Edin otobüsle giderken kamera da orada Edin’i çekiyor. Burada vermek istediğimiz his şuydu; kamera olmasaydı da o an yaşanıyordu. Diğer bir his ise bu belgesel yapma meselesinin bir yapaylık taşıdığını kendi içinde gösterebilmek için sizin söylediğiniz gibi kamera arkasında soru soranların görüldüğü duyulduğu, kameraların mikrofonların görüldüğü ve hatta yapay ortamlarda yapılan bir takım çekimler yaptık. Aynı zamanda bu 6 kişi sadece bu belgesel var diye bir araya geliyor. Farklı yerlerden bu 6 kişinin bir araya gelmesini sağlayan sadece bu belgesel. Dolayısıyla bu o anlamda müdahale sonucu ortaya çıkan bir durum. Ve biz bunu görünür kılmak istedik ki siz seyirciler bu süreci de anlayın ve bu süreci bilerek temsili değerlendirin.

Filmin finansmanı nasıl sağlandı?

Can Candan: Bu bağımsız bir belgesel projesi. Bunun bir ısmarlayanı yok, sponsoru yok. Bu yüzden biz yola bir araştırma fonuna başvurarak ve o araştırma fonundan bir miktar para alarak başladık. Ve yedi ayrı ekibin kullandığı kameralar, video ekipmanları gibi teçhizatları da çalıştığımız kurumdan sağladık. Dolayısıyla bunları gidip de kiralamak zorunda kalmadık. Ekip anlamında da bu filmi çekenlerin çoğu aslında bizim lisans öğrencilerimiz, yüksek lisans öğrencilerimiz, mezunlarımız, araştırma görevlilerimiz, asistanlarımız ve öğretim görevlisi arkadaşlarımız. Bu insanlardan oluşan 33 kişilik bir ekip söz konusu. Ve onlar olmasaydı bu film olamayacaktı. Dolayısıyla çok mütevazi bir bütçe ile yapılan ve gönüllü emeklerin çok olduğu bir çalışma çıktı karşımıza. Tabi Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, Mithat Alam Film Merkezi ve Giyotin Film de desteklerini esirgemediler

İzleyenlerin tepkileri nasıl?

Can Candan: Bir öğrencim, Sabancı Üniversitesi’nde bir öngösterimde filmi izledi. Onun söylediği ve benim çok önemsediğim bir şey vardı. “Benim için bu bir izleme ve hatırlama süreci oldu” dedi. Seyirci bir yandan Yunus’un, Derya’nın, Edin’in, Melis’in, Çiğdem’in, Mert’in gerçekten o bir yıllık deneyimini izliyor bir yandan da kendi deneyimini hatırlıyor. Dolayısıyla o iki deneyimin filmde eş zamanlı olarak yer alması izleyici açısından bu belgeseli çok ilginç kılıyor. Uzak egzotik bir yerdeki kabileyi seyretmiyorsunuz, bize dair bir şey.  Bizden insanları seyrediyorsunuz. Ya sizsiniz, ya kardeşiniz, ya ağabeyiniz, ya oğlunuz kızınız, ya sevgiliniz izlediğiniz kişiler. Bir yandan da kendi deneyiminizi hatırlıyorsunuz.

Sizin ÖSS ye bakış açınız nasıl?

Can Candan: Ben bu sınavda bir saygısızlık durumu ve bir de beceriksizlik durumu görüyorum. İnsanın çok yönlülüğüne, kişiliğine saygı duymama meselesi var burada. Çünkü bu sınav hiçbir şekilde bu çok yönlülüğü kaile almıyor. Tek kaile aldığı şey, siz o 3 saat süresince birilerinin belirlediği 180 soruya doğru cevap verebiliyor musunuz, veremiyor musunuz. Bu sistem hiçbir şekilde o insanın var olan derinliğine, çok yönlülüğüne, zenginliğine saygı duymuyor. Bu anlamda gençlere büyük bir saygısızlık ve haksızlık olduğunu düşünüyorum. Diğer bir yönü de gençlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir sistem oluşturamama beceriksizliği. Bu yüzden de maalesef bunun dışında başka bir sistem öne sürülemiyor henüz.

Çekimler bir yandan da rahatlatıcıydı çünkü bizi dinleyen iki insan vardı. Bizim girmek istediğimiz kapının ardından geliyorlardı. Ve çok ciddi anlamda bizim neler yaşadığımızı öğrenmek istiyorlardı. Bu belgesel de bizim kendimizi ve yaşadıklarımızı anlatabilmemiz için bir araç olarak kullanıldı. O açıdan ben kendi adıma hep olumlu baktım. (Mert)

Bir psikolog olarak baktığınızda bir çocuğun sürekli bir sınav stresiyle büyümesi, onun gelişimini nasıl etkiler?

Serdar M. Değirmencioğlu: Bu konuda hep doğrudan etki üstüne düşünülüyor. Yani sınav ne yaptı, sınava hazırlanmak ne yaptı diye. Fakat asıl önemli olan bu sınavların, gençleri ve çocukları nelerden alıkoyduğu ve nelerden eksik bıraktığı. Mesela çocuklar top oynamaktan eksik kalıyorsa, spor yapmaktan  eksik kalıyorsa ya da resim yapmaktan eksik kalıyorsa, bu onların sürekli bir şekilde güdükleştirilmesi demektir.

Sınava girecek genç sayısının çokluğu yüzünden, en adil sistemin bu olduğu söylemine ne diyorsunuz?

Serdar M. Değirmencioğlu: Bu söylemin hiçbir dayanağının olmadığını gösteren en azından 50 yıllık bütün dünyada bulabileceğiniz bir literatür var. Şu an hep birlikte aşağıya Bebek’e insek, desem ki; “şurada bir çizgi var, o çizgiyi geçin, hadi buradan koşuyorsunuz, Arnavutköy’e ilk kim varırsa o alacak ödülü”, buna da “adil bir yarış” diyebilsiniz fakat bunun neresi adil? Sizin ayağınızda koşu ayakkabısı olmayabilir, siz araba çarpmış birisi olabilirsiniz, değişik nedenlerle kötü beslendiğiniz için kilolu olabilirsiniz vs. Oradan oraya herkesin aynı şekilde koştuğu bu yarışın adil olması gibi bir mantık hiç de gerçekçi değil. Şu an bizim filme de bir ölçüde yansıdı bu gerçek.

Üniversite hayatı boyunca ÖSS seçimiyle gelmiş öğrenciler olarak bir sürü olumsuzluklar hissediliyor. Üniversite’ye, doğrudan bölüme yönelik bir eleme yapılmadan geliyoruz. Ortak bir sınava giriyoruz ve sonra hepimiz oradan misketler gibi dağılıyoruz. Mesela hoca bazen kızıyor hiçbir şey bilmeden mi geldiniz diye, ama sonuçta bizi seçen sizsiniz. Sistem kendi öğrencisini de yetiştiriyor yani, dolayısıyla ekstra çaba göstermedikçe, OKS, sonrasında ÖSS ile bu sınavlara angaje olarak çalışıyoruz. Niye başka bir şeye çalışayım ki diyorsunuz bir yerden sonra. Sistem benden bundan başkasını istemiyor. (Edin)

Can Candan: Bir de tabii olayı sadece bu sınava indirgememek gerekiyor. Burada çok sorunlu bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Tamamen otoriteye saygıyı öğreten, kendini tanımaya yönlendirmektense, bir takım mutlak doğruları empoze etmeye çalışan, sorgulamayı öğretmektense, bir takım bilgileri sokuşturmaya çalışan, bir sistem var. Ve aynı zamanda işte bir takım yollar belirlenmiş, filmde de bundan bahsediliyor. İşte iyi okullar bunlardır, bunlara gidersen sen kazanıyorsun, bunlara gitmezsen kazanamıyorsun. Kazananlar ve kazanamayanlar var artık sadece.

“Çocuklar top oynamaktan eksik kalıyorsa, spor yapmaktan eksik kalıyorsa ya da resim yapmaktan eksik kalıyorsa bu onların sürekli bir şekilde güdükleştirilmesi demektir.”

Filmin bundan sonraki macerası nasıl olacak?

Serdar M. Değirmencioğlu: Bu akşam gala var, bu ay içinde Ankara’da bir gösterim planlıyoruz. Bizim için önemli olan filmin tarafları bir araya getirmesi. Ya da filmin ÖSS’ye taraf olanlar tarafından kullanılması. Türkiye’de çocuk ve genç sayısı çok yüksek.  Ve bu sayılar ÖSS’ yi haklı çıkarmak için kullanılıyor. Türkiye’ de gençler ve çocuklar kendi haklarına sahip çıkmaya başlarlarsa o zaman Türkiye’de hem onların haklarının yenmesi meselesi azaltılır hem de toplum daha güçlü olur. Aslolan kişinin kendi hakkına sahip çıkabilmesidir. Özellikle biz liselilerin izlemesini çok isteriz. Bugüne kadar kazanılan hakların tümü de mücadelelerle kazanılmıştır. Biraz da bu tarafı bizi ilgilendiriyor. Üniversitelerde ve sendikalarda mesela Eğitimsen’de gösterilmesini isteriz ki büyük ihtimalle orada gösterilecek. Ve ayrıca bu konuyla ilgilenen başka yerlerde de gösterilsin istiyoruz.

Filmin sanırım hala desteğe ihtiyacı var?

Can Candan: Sonuçta bu bağımsız bir belgesel. Ve bazı insanların ve kurumların destek olmasıyla başarılabildi. Fakat bundan sonrası için de hala bunun gibi desteklere ihtiyacımız var. Bu konuda bir takım fonlara başvuruyoruz. Şu anda desteğe açık durumdayız. Dolayısıyla bu filmi önemseyen, bu filmin dağıtılması, çoğaltılması ve gösterilmesi için bize destek verecek her türlü kurum ve kişilere açığız. Bunu seve seve kabul ederiz.

 

Bu filmin macerasını www.3saat.net internet adresinden takip edebilir ve film ekibine ulaşabilirsiniz.

“Tamamen otoriteye saygıyı öğreten, kendini tanımaya yönlendirmektense, bir takım mutlak doğruları empoze etmeye çalışan, sorgulamayı öğretmektense, bir takım bilgileri sokuşturmaya çalışan, bir sistem var.”

Bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) için üretilen “Boğaziçi” dergisinin 131. sayısında (Temmuz – Ağustos 2008) yer aldı. Şebnem Akçıl tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak tarafından yapıldı.