bread

Cahit Berkay: Anadolu popla sallan yuvarlan…

Efsanevi Moğollar grubunun üyelerinden Cahit Berkay’ın ZAN grubuyla gerçekleştirdiği enstrümantal albüm ‘Toprak’ geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini aldı. Albüm 60’ların rock soundunu Anadolu ritm ve armonileriyle birleştiriyor. Bağlama, yaylı tambur, askı davul, bas gitar, hammond org, perküsyon ve distortion gitarla buluşuyor. Çekirdek rock dinleyicilerine hitap eden albümde ‘Azeri rock’, ‘Laz rock’ gibi etnik parçaların yanı sıra albümün Amerikalı prodüktörleri, Ben Mandelson ve Rob Keyloch’a ithaf edilen ‘Kasımpaşalı Amerikalı’ gibi parçalar bulunuyor.

Moğollar’ın kuruluşunu ve Anadolu popun erken dönemlerini anlatır mısınız?

Biz Anadolu Pop’un öncüsü sayılırız. Hatta Moğollar olarak Anadolu Pop ismini biz koyduk. Moğollar’ın kuruluşundaki en büyük neden yurt dışına çıkıp ünlü olma hayalleri kuran beş gencin bir araya gelip bir grup kurmasıydı. Ancak zamanla yurt içinde insanlara hitap edebilmek için yabancı bir gitarist gibi çalıp söylemenin yeterli olmayacağını düşündük. Bizim anladığımız, hissettiğimiz, duyduğumuz bir müzik olmalıydı. Yapacağımız müziğin dünyanın en büyük müzikal zenginliğini barındıran Anadolu’dan beslenmesi gerektiğini düşündük. Ve başarılı olduk. Gitar, org, bateri gibi Batı müziği enstrümanlarının yanı sıra yaylı tambur, bağlama kullandık. Bunlar bütün kapıların açılmasını sağladı. Hemen bir albüm teklifi aldık. Ve o albüm1971’de ‘‘Grand Prix du Disque Academie Charles Crosse Ödülü”nü kazandı. Bu ödül Jimi Hendrix, Pink Floyd gibi isimlerin aldığı bir ödüldü. Bu müzikal kimlik oturdu. Moğollar hala dinleniyor. Müziğimizi üç kuşaktır paylaşıyoruz.

Anadolu popun hemen benimsenmesini neye bağlıyorsunuz?

O dönemde ilk arayışlar başlamıştı. Balkan ülkeleri yarışmasında milli orkestra kurulmuştu. Tülay German’ın ‘Burçak Tarlası’, Erol Büyükburç’un türküleri repertuvarına alması, Hürriyet Gazetesi’nin ‘Altın Mikrofon Yarışması’, bu yarışmaya katılacak grupların çalacakları müziğin Türkçe olması şartı aranması gibi göstergeler vardı. Bu kıpırtının içinden Moğollar kanımca o günün şartlarını iyi değerlendirdi. Yaptığımız müziğe aslında pop lafı yakışmıyordu ama o dönemde ‘rock’ tanımı yoktu. O müzikal duyguların aralarındaki farkları belirlemek için ‘beat’ müziği, ‘pyschedelic’ müzik dendi. Taner Öngür ‘Anadolu pop’ kavramını buldu. Bir röportajda telaffuz etti. Mesela müziğimizde kabak kemani kullandık. Kabak kemani TRT tarafından yasaklanmıştı. Rezonans telleri diğer sazların oluşturduğu tınıya tecavüz ediyor diye yaylı tanbur kullanılmıyordu. Darbuka da kullanılmıyordu. Biz de muzur çocuklarız ya, araya böyle çomaklar sokuyorduk.

Siz başlangıçtan beri politik duyarlılıkları olan bir grup da oldunuz…

68 kuşağının kendi içerisindeki kıpırdanışını, hislerini duygularını, karşı gelişlerini birebir yaşadık. 68 talebe olayları Vietnam Savaşı’nın sona ermesine vesile oldu. O kuşak Türkiye’de de hissedildi. Hisseden kuşak biziz. Ayrıca biz Anadolu’yu sadece haritadan gören bir kuşak değiliz Anadolu’yu keşfeden kuşağız. Kendi kültürünü tanıyıp yabancı kültürlere de açık olmaktan yanaydık. Yerelden evrensele gitmekti amacımız. Bunları yaşayan ve bunların kavgasını veren kuşağın bir parçasıyız. Bizim bu mücadelemiz müzikte de kendini çok göstermiştir. Moğollar 1976’da müziğini yapamaz hale geldi, dağıldı. 1993’te tekrar bir araya geldi. Bu dönemde de yaptığımız bütün parçalar eleştirel ve protest oldu. Moğollar’ı tekrar kurduğumuzda Sivas olayları olmuştu. Hayatımda ilk defa şarkı sözü yazdım. Unutulmasın diye. Unutulmasın ve bir daha tekrarlanmasın diye. Geçenlerde Moğollar’ın repertuvarını gözden geçirdik. Bütün şarkılar bir soruna atfen yazılmış. Bıktım ya…Sorunsuz bir ülke olsa da ben de içimden geldiği gibi, yaşamın gerektirdiği gibi günümün keyŞni ifade edecek şarkılar yapsam (gülüyor). Herkes bizi çatık kaşlı insanlar sanıyor. Bizim çok ciddi adamlar olduğumuz sanıyorlar.

Doğal olarak 70’li yıllarda ortam siyasallaşınca müzik de siyasallaştı.

Müzikte yoğun bir şekilde siyasi, politik duruşu Cem Karaca ile öğrendim. Onunla yaptığımız ilk şarkılar ‘Dağ ve Çocuk’, daha naif şarkılardı. Ama 70’lerle beraber siyasal duyarlılığımız arttı. Ve ister istemez müziğimizde bu politik kimlik oluştu. Mesela Ruhi Su’yu Nazım Hikmet’i özümseyen bir kuşağız. 1972 – 1973 yıllarında baktık ki slogan müzik yapmazsan müzik yapma şansın yok. Rahmetli Cem bir gün ‘Ya Müdür’ dedi, ‘bir şeyin farkında mısın?’ ‘Nedir?’ dedim. Biz şimdiki Lütfi Kırdar eski spor salonunda konsere çıkmışız. Sendikalar, üniversite gençlik teşkilatları dolu. Çıkıp çalıyoruz. Alkış alıyoruz ama ancak bizim çıkardığımız kadar ses geri geliyor. Biz iniyoruz, arkamızdan Aşık X çıkıyor. ‘Dım dım’ çalıp ‘kahrolsun faşizm’ diyor kıyamet kopuyor.

Türkiye’de yapılan rock müzik yabancı rock’a öykünme mi yoksa Anadolu pop’un bir damarı devam ediyor mu?

Şimdiki gençler yabancı kültürden çok etkileniyorlar. Bu hem avantaj hem dezavantaj. Bu ülkedeki genç müzisyenler bu ülkedeki müziği sevmiyor. Türkü seveni, sanat müziğini severek dinleyeni çok az. Bu onların eksisi. Ama sen profesyonelce müzik yapıyorsan bu topraklarda yapılan müzik konusunda fikrin olması lazım. Sonuçta Jimi Hendrix’den daha iyi gitar çalsalar da ben yine de Jimi Hendrix dinlerim. Müzikal bir kimliğin bir tarzın olacaksa, dinleyeceksin yavaş yavaş yavaş dinlediğin müziğe bir küçük tuğla koyarak kendi müzikal dünyanı inşa edeceksin. Benim büyük emekle inşa ettiğim böyle bir sarayım var. Ben gençlerden kaç tanesine Erdal Erzincan’ı n CD’lerini hediye ettim. Koskoca Arif Sağ askı davul çalıyor bir albümünde. Burada Erdal Erzincan’ın çaldığı bağlamayı gitara adapte eden dünya çapında gitarcı olur. Ama ilgilenmiyorlar. Buradan bir şey öğrenip yansıtanlar var ama çok az. Böyle bir özümsemeyle yola çıkarlarsa şansları çok daha fazla olur. Çok daha uzun soluklu yaşarlar. Yaşanmışlığı müziğinde aksettireceksin. Göz önünde olmayan gruplar var. Duruşları çok sağlam. Radikaller. Daha göz önünde olanlardan Mor ve Ötesi var. Oturmuş bir grup artık, taş gibi çalıyorlar. Kendi kendilerini motive edecek hale geldiler. Başta sağlam bir adım attılar. Ve yanlış adım atmadan devam ediyorlar. Otokontrollerini iyi kurdular. Eğer müzik dışında başka sebepten aralarında sorun çıkmazsa yıllar boyu çalarlar. Bence müzik Türkiye’de çok iyi yolda. Fakat rock müzik bizim medyada sundukları kadar değil. Arkası var ve çok sağlam geliyorlar.

Grup Zan ile yaptığınız ‘Toprak’ albümü nasıl ortaya çıktı?

Geçen sene haziran temmuz ayları falandı. Bir şeyler birikmeye başladı. Bunları bir albüm haline getirmeye karar verdim. Grup ZAN, rahmetli Cem Karaca’nın ölümünden önce çalıştığı grup. O zamanki adları ‘Yol Arkadaşları’. Bu albümü rock dinleyicileri için yaptık. Tabii Moğollar devam edecek. Moğollar bitmiş değil. Bu enstrümantal bir albüm oldu. Çıkışımız: ‘İşte Anadolu rock böyle yapılır’ demek. Ayakları buraya basıyor. Doğudan, Karadeniz’den Orta Anadolu’dan parçalar var. O yörelerin ritm kurguları var. Beste yapmak yetmiyor, bir de yorumlamak lazım. Mesela bir zeybek var: ‘Kardak Zeybeği’. Türk ve Yunan hücumbotlarının dansı. Albümde bir Hammer org kullandık. Antika resmen. Soundu en fazla değiştiren o oldu.

Grup ZAN ile daha önce birlikte çalmış mıydınız?

Cem Karaca rahmetli olmadan 15 gün önce Ankara Saklıkent’te, ‘Moğollar’ ile ‘Cem Karaca ve Yol Arkadaşları’ olarak çaldık. Bu ekip Batı müziğini de iyi çalan bir grup. Harman güzel. Tabii asıl dinleyenler karar verecek. Albümün biraz deneysel tarafı da var. Haluk Levent’in, Kıraç’ın yaptıkları Anadolu rock’tan çok farklı..

MESAM’ın çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

MESAM Yönetim Kurulu üyesiyim ve bundan gurur duyuyorum. MESAM geçmiş senelerdeki kendi içindeki sorunları çözdü, çarkların işlemesindeki sorunları kaldırdı. MESAM doğru yolda. Fakat bu çok başlılık en büyük sorun. MESAM, MÜYORBİR MÜYAP ve MSG ‘nin tek bir çatı altına toplanması gerekir.

Cahit Berkay’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 5. sayısında (Temmuz – Ağustos 2007) yer aldı. Esra Okutan ve Taner Koçak tarafından gerçekleştirilen röportajın fotoğraflarını Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır’a ait.