bread

Fatih Erkoç: Romantik tarafım ağır basar…

Önde gelen yorumculardan biri olan Fatih Erkoç yeni çıkardığı best of’u ‘Kör Randevu’ ile gündemde. Fatih Erkoç ile müzik geçmişini, çaldığı sayısız enstrümanla ilişkisini ve tabii ‘Emmioğlu’nu konuştuk…

Yeni albümünüz ‘Kör Randevu’ büyük ilgi gördü. Size gelen tepkiler nasıl? Satışlar nasıl gidiyor?

Çok şükür iyi gidiyor… 90’lı yıllardaki ortam olsaydı gene 500, 600, 700 bini bulmuştuk bence ama ne yapalı m… Yine de iyi gidiyor.

İlk klibi ‘Anı’ parçasına çektiniz. ‘Anı’ slow bir parça. Bir de sizin ‘Ellerim Bomboş’, ‘Oynatmaya Az Kaldı’ gibi hareketli parçalarınız var. Hangi tarz daha ağır basıyor?

Benim romantik tarafım daha ağır basar. Romantikliğim müziğime daha çok yansıyabiliyor. Yani hani romantik bir insan başka ne yapar? Hanımlara kur mu yapar? Ya da şiirsel mi konuşur? Tabii hanımlara iltifatlar etmeyi seviyorum ama özellikle şarkı söylerken bu romantikliğimi çok daha fazla hissediyorum. Diğer yandan güçlü bir yorumcu olduğuma inanıyorum. Güçlü yorumcuların da kendilerini, seslerini, slow şarkılarda daha iyi ifade edebileceklerini düşünüyorum. Ama şöyle örnekler de yok değil; mesela Stevie Wonder bence hala dünyanın en iyi şarkıcısıdır. O en hızlı, en hareketli şarkısında bile sesini öyle bir kullanır ki, sağır olan bile duyar.

Siz aynı zamanda multi – enstrumantalist ve yorumcusunuz. Farklı müzik dallarında da çalışmalar yaptınız. Bu çeşitliliğin kökenine biraz gidebilir miyiz?

Benim çaldığım enstrümanların ve icra ettiğim müziklerin çeşitliliği, karşıma çıkan fırsatlarla ilgili. 3-4 yaşlarında babamın hediye ettiği bir kemanla müziğe başladım. Babam udiydi. Ud çalmayı da öğrendik kardeşimle. Türk Müziği dinleyerek büyüdük. Aşağı yukarı 9- 10 yıl öyle geçti. Sonra Batı müziği eğitimi veren Belediye Konservatuarı’na başladım. Orada da iri yarı olduğum için bana trombonu uygun gördüler. Piyano zaten yardımcı saz olarak mecburiydi. Bir de bir sene kontrbas çaldım. Konservatuvarda üçüncü senemde abilerden bir tanesi gece – yatılı okuduk – beni tuttu kolumdan, ‘hadi işe götürüyorum seni’ dedi. Gece bekçisine iki buçuk liramı ne verdik ve kaçtık. Liman Lokantası’nda hayatımın ilk işini yaptım. Trombon çaldığım bu orkestrayla 3 – 4 sene çaldım.

Hangi orkestraydı?

Suat Ateş orkestrasıydı. Aşağı yukarı bir sene geçtikten sonra rahmetli Suat abiye ‘Ben şarkı söylemek istiyorum’ dedim. Çok sevdiğim arkadaşım Cevat Sedef orkestranın şarkıcısıydı. O dönemde ilk defa şarkı söylemeye başladım. Ama bir sene hep detone söylediğimi hatırlıyorum. Sonra bana tromboncu olarak Özdemir Erdoğan Orkestrası’ndan teklif geldi. Orada kısa bir süre sonra çalıştım. Sonra Behiç Levent Altındağ Orkestrası’nda çaldım. Ardından İstanbul Gelişim’den teklif gelince havalara uçtuğumu hatırlıyorum. Çünkü o güne kadar gelmiş geçmiş orkestralar içinde en iyi orkestra ‘Gelişim Orkestrası’ydı. Türkiye’nin en iyi müzisyenlerinden bazıları oradaydı. Onno Tunç bas gitar çalıyordu. Kulakları çınlasın Atilla Şereftuğ klavye, Erdal Kızılçay gitar, trompet, trombon, flüt çalıyordu ve bütün şarkıları ağırlıklı olarak o söylüyordu. Rahmetli Selçuk Başar orkestranın şefi ve gitarcısıydı. Asım Ekren davuldaydı. Müthiş bir orkestraydı… ‘Gelişim Orkestrası’ndayken ‘Nihayet’ adında bir albüm yaptık. O albümde bir de şarkı söyledim. O orkestraya girişim hayatımın değiştiği anlardan biridir. Daha sonra askerlik zamanı geldiğinde Ankara’da ordu evinde org çaldım. Burada Erol Pekcan ile caz çalmaya başladım.

Caza daha önce bir ilginiz var mıydı?

Beni caz dinlemeye yönelten Özdemir Erdoğan Orkestrası’ndayken çalıştığım davulcu, sevgili Cankut abi idi. Bana cazı aşıladı. Beni Tarabya’daki evine çağırır Miles Davis plaklarını dinletir ve teknik bilgi verirdi. Hatta zaman zaman Özdemir abi sahneye çıkmadan orkestra ile doğaçlama trombon çalardım. Ankara’ya Erol Pekcan’ın yanına geldiğimde tabiri caizse tam ‘has’ caz yapmaya başladım. Tuna Ötenel piyano ve saksofon çalıyordu, Kudret Pekcan bas gitar çalıyordu, rahmetli Erol Pekcan da davul çalıyordu. Ben Erol abinin ailesinin bir parçası gibiydim. Haftanın üç günü beni yemeğe davet ederdi ve yemekten sonra veya öncesinde de üç bin tane plağı arasından benim için faydalı olabilecekleri dinletirdi. Erol Pekcan hocalarımdan biridir ama ben ona yeteri kadar ehemmiyet veremedim. Ölmeden önce onu daha sıkıntılı zamanlarından kurtarabilirdim belki. Bunları yapamamanın bir ezikliği de var içimde. Dolayısıyla bu değerli müzisyenlerle ben çalışmaya başladım. Orada tumba, bongo çalmayı da öğrendim. Hatta ilk çaldığımda üç hafta kollarım ağrımıştı. Sonra askerlik bitince yurt dışına gittim. Rahmetli Nükhet Ruacan, Neşet Ruacan, Emin Fındıkoğlu, Cankut abi ile beraber Norveç’de çalıştık. Orkestra kontrat alamayınca Emin Fındıkoğlu döndü. Biz kaldık. Norveçli bir orkestra şefi ile tanıştık. Ben org çalıp şarkı söylemeye başladım.

Neler söylüyordunuz? Caz mı?

Hayır caz değil. Hiç caz çalmadım desem yeridir. Orada, çaldığımız müzik dans müziğiydi. Hit parçalar, Abba, Bonnie M, Stevie Wonder falan.

Sonra 1986′da Türkiye’ye döndünüz.

Evet. O kadar uzun kalmamın nedeni de orada Norveçli bir hanımla yaptığım evlilikti. İlk baştan itibaren evliliğin gitmeyeceğini bildiğim halde işte gurur yapıp ayrılamadım taa ki buraya gelene kadar… 1986′da Norveç’de bestelediğim iki şarkıyla ‘Altın Güvercin Yarışması’na katıldım. Biri ‘Yol Verin A Dostlar’dı diğer de ‘Memleketim’ diye bir şarkıydı. ‘Yol Verin A Dostlar’ birinci oldu. 1989’da bir birinciliğim daha oldu, ‘Sen ve Ben’. Birinci olan her iki şarkı da şimdiki eşime yazılan şarkılardı ama o zaman eşimin haberi yoktu.

O zaman birlikte değil miydiniz?

Hayır ama uzaktan akrabam olduğu için ben onu tanıyordum. 1985 yılında kardeşimin düğününde karşılaştığımızda dans ettik ve fotoğraf çekildi. Bana da o fotoğraftan bir tane yollandı. Ben o resme bakarak aşık oldum, onun haberi yok. ‘Yol Verin A Dostlar’ı öyle besteledim. Birinci olduk. Onun için yazdığım şarkıların çoğu tutmuştur zaten.

Sonra asıl büyük çıkışınız 1992′de oldu.

1987′de ben bir albüm yaptım. Korhan Abay programına beni davet etti, ‘sen bu albümünden bir iki şarkı söyle ama bir de canlı da bir şeyler söyle’ dedi. Ben de ud ile ‘Nihansın Dideden’ şarkısını söyleyeyim, arada da gazel söyleyeyim. Ama hem ritim tutup hem gazel söyleyemem. Bir iki tane de sen araya keman koy’ dedim. Üç dört tane Roman kemancı getirdi. Bu program öyle bir ses getirdi ki nereye gitsem insanlar çok beğendiklerini söylediler. Sonra ben Raks’ın prodüktörü olan Koral Sarıtaş’a gidip yaptığım şarkıları dinlettim. Koral abi ‘Fatih’ dedi, ‘Bunlar güzel ama sen bunları boşver gel biz doğru dürüst bir pop kasedi yapalım senle’. ‘Olur’ dedim. Ve ‘Ellerim Bomboş’ albümünü yaptık. 500 binin üstünden bana ödeme yapmışlardı. Dolayısıyla Türkiye’ye beni tanıtan, ‘Ellerim Bomboş’ albümü oldu. 93’te ‘Penceremden Gökyüzüne’, 1994 ‘Sana Deliyim’, 1996 ‘Kardelen’ albümlerini çıkardım. Sonra bir ara girdi. 1999′da Aura’dan çıkan ‘Fatih Erkoç’ albümü müzikalitemin pop çizgisindeki en üst noktası oldu.

Tekrar “Kör Randevu”ya dönersek, burada Emmioğlu’nun yeni versiyonu bayağı ilgi çekti, bu fikir nasıl aklınıza gelmişti?

Bu benim fikrim değildi tabii. 1992 veya 93 yıllarında ‘Ellerim Bomboş’la tanındıktan sonra Bostancı Gösteri Merkezi’nin işletmecisi Dikran Masis, kardeşim Sinan Erkoç ile bana teklifte bulundu. Erkoç Birader’s şovu yapalım dedi. Biz de kabul ettik. Güzel bir şovdu. ‘Ellerim Bomboş’u kardeşim tersten okuyordu mesela. O şovu hazırlarken ‘Emmioğlu’nu da farklı tarzlarda seslendirmemi önerdi bana Dikran Masis. Oturduk, İngilizce ve Arapça tercümelerini yazdık. Ama basit, matrak şekilde. Önce Türkçe giriyor parça, ondan sonra İngilizce caz oluyor, arada trombon solosu atıyorum sonra Arapça devam ediyor, oryantal oluyor, sonra rock’a dönüşüyor. Aslında bu albümün yapılmasının nedeni bu şarkı. Çünkü geçen sene Beyaz’ın şovunda ben bu şarkıyı söyledim, çok tutulunca hadi ben bir ‘best of’ albümü yapayım dedim, koleksiyon albümü. Düzenlemeleri de yaptım. Saatçi ile çalıştık. Ama Türkçe sözler için söz yazarıyla anlaşamadık. Onun yerine İspanyolca söz koyduk. İngilizce bölümünü de yeni sözlerle değiştirdik. Bayağı ses getirdi.

Fatih Erkoç’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 5. sayısında (Temmuz – Ağustos 2007) yer aldı. Esra Okutan tarafından gerçekleştirilen röportajın fotoğraflarını Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır’a ait.