bread

Sümer Ezgü: Halk müziği benim yaşam şeklim

Büyük şehirlerde yaşayan insanlara bu çark içinde kaybolmamaları için Anadolu felsefesi ve halk müziğini dayanak olarak öneren Sümer Ezgü, yaptığı televizyon programlarıyla da metropolü ve kırsalı kaynaştırıyor.

‘Ege, Toros, Yörük, Türkmen Türküleri’ albümünüz yeni çıktı. Albüm çalışmaları, türkülerin seçilip derlenme aşaması da dahil olmak üzere nasıl bir süreçten geçiyor?

Öncelikle benim tavrıma ve yorumuma yakın türküleri seçmem gerekiyor. Ayrıca herkese hitap edecek türküler seçmeye gayret ediyorum.  Mesela bu son albüm, Ege, Toroslar, taa Silifke’ye kadar çok büyük bir coğrafya repertuarını tarayıp defalarca eleyerek, gerek kayıt sistemi gerek müzik anlayışı olarak herkesin dinleyebileceği tarzda hazırlanan bir çalışma.

Repertuar aşamasında alan çalışması yapıyor musunuz? Yerel ağızlardan türkü keşfetmek gibi…

Alan çalışması bizim yaşam şeklimiz. En azından konserler nedeniyle dolaşıyoruz. Halk müziği yorumcusu olduğum için ister istemez yerel sanatçılarla görüşüyorum. Zaten bizim mayamız o halk anlatımıdır, halk ağzıdır,  halk ozanlarıdır, yöre sanatçılarıdır. Onu biz kaybedersek damarlarımızdaki kanı kaybetmiş oluruz. Özel olarak gidip derleme yapıyor musunuz derseniz, hayır. Aslında Anadolu’yu  dolaşmak, derleme yapmak bizden çok üniversitelerin, Kültür Bakanlığı’nın işi. Ama bazen bazı kayıt fırsatları çıkıyor. Mesela geçenlerde Bilecik’ten geçerken meyva almak için durdum. Geldiler, beni yan dükkana götürdüler, meğerse orası da bütün yöre sanatçılarının geldiği bir merkezmiş. İçeride  bana oranın türkülerini çalmaya başladılar. Ben de teybimi aldım kayıt yaptım. Sonra ben onları notaya döktüm, TRT’ye verdim. Repertuara girdi. TRT’ye girdiğim ilk yıllarda özel olarak  dolaşıyordum. Zamanım daha fazlaydı. Köylere gidiyordum, derlemeler yapıyordum.

Türküleri seçerken zorlandığınız oluyor mu? Albüm dışında bırakmaya kıyamadığınız türküler oluyor mu? 

İşin en kötü tarafı o. Gerçekten kıyamıyorsunuz. Ama albümlerde çok fazla eser okumak doğru değil. Dün Arif Sağ ile beraberdik o da aynı şeyi söyledi, long play önemine döndük dedi. Az eserle, az yorumla albümler yapılacak artık. Albüm alınmıyor ki zaten. Artık daha çok eser üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü iyi bir albüm satışı dediğiniz şey ancak o çalışmayı finanse ediyor. Öncelikle dijital alanda satışı çözmek zorundayız biz. Başka türlü sektör yaşamaz.

Müzik dünyasında iki görüş var; ilki ‘İnternet çıktı mertlik bozuldu. İnternetten şarkı indirilmesi yasaklansın’ diyen, ikincisi ise ‘Bu aslında endüstriyi büyütebilecek bir olanak, dijital teknolojiden yararlanmayı bilmek gerekiyor’ diyor. Siz ikincisine daha yakınsınız anladığım kadarıyla…

Gelişmeyi önleyemezsiniz. Bunun önüne set çekerseniz siz gelişemezsiniz. Ayrı sorun kasetler çıktığında sonra CD çıktığında da yaşandı. Artık mekanik satıştan dijital satışa geçmek lazım. Ama buradaki kaçağı önlememiz gerekiyor. İnternet üzerinden yasal satışlar yapmalıyız. İnternet alanında MÜYAP’ın başlattığı bir dijital platform var. Artık albüm satışından ziyade herkesin eser üzerine odaklanması gerekiyor. Çünkü internette tek tek şarkıların indirilip yasal olarak satılması öne çıkıyor.  Amacımız başarılı eser üzerine iyi yorum olmalı.

Sizin kapsamlı bir internet siteniz var (http://www.sumerezgu.com/) ama satış yok sanırım.

Çeşitli alışveriş sitelerine yönlendiriyoruz. Ama şu andaki gündemimiz siteden mp3 satabilmek üzerine. Bunun için bazı yasal yükümlülükler gerekiyor. Bu konuyu çözmeye çalışıyorum.

Teke Zortlamaları’nın klibini Torosların 2000 metre yükseklikteki Aziziye yaylasında yaptınız. Nasıl geçti?

Toroslar, benim doğduğum, büyüdüğüm topraklar… Çocukluğumda, antik kalıntılarla yörüklerin yaşamının  iç içe olduğunu gözlemlemiştim. Ben de klipte bunları bir araya getirmeye çalıştım. Yörüklerin hayatlarının temel unsurlarından biri de keçilerdir. Örneğin  ‘Teke Zortlamaları’nda olduğu gibi bunlar, oyunlarına ve müziklerine yansır. Bir de ‘köy seyirlikler’ (halktan kişilerin kılık kıyafet ve makyajla oynadıkları oyunlar.) var. Ben bunları yaşatmaya çalıştım. Albümün tanıtım galası için Antalya’da bir yörük köyü kurduk. Çadırlar, saç börekleri yapan kadınlar, yayık ayranları… Develerle girdik alana. Tam bir Yörük şenliği oldu. Zaten bir müzik bir yaşantının ürünüdür. Halk müziği de bir yaşam şeklidir. İşte ben o yaşam şeklini müzikle bütünleştirmeyi hedefliyorum. Bu bir bakıma değerlere dönüş anlamına geliyor. Hem de büyük problemlerle yaşayan şehir insanına bir alternatif sunuluyor. Çünkü İstanbul gibi bir metropolde yaşarken dayandığınız bir felsefeniz olmalı yoksa bu çark içinde kayboluyorsunuz. Anadolu felsefesi, müziği, inanışları, felsefesi, paylaşım adına, sevgi adına iyi bir dayanak.

Burdur’da doğmuşsunuz ama sonra babanızın görevi dolayısıyla Gümülcine’ye gitmişsiniz. Buradaki yaşam sizin müzikal gelişimizi nasıl etkiledi?

Benim baba tarafım Trabzonlu’dur. Ben Burdur’un Bucak ilçesinde doğdum. Sonra babam Gümülcine’deki bir Türk okuluna öğretmen olarak atanınca oraya yerleştik. Gümülcine’nin benim müziğime etkisi oldu İlk nota derslerimi, mandolin, melodika derslerimi orada aldım. İlkokul dörtteydim. Birçok Yunanlı arkadaşlarım vardı. İlk aşkım da Yunanlı’ydı. Bütün bunlar benim hayata bakışımı şekillendirdi. Müziğin sınır tanımadığını, evrensel olduğunu, Ege’nin kıyılarında sirtaki ve zeybeğin  dostluğunu oralarda öğrendim.

Türkülere olan ilginiz ne zaman başladı?

Çocukluğum zaten Burdur’da geçtiği için sokakta oynarken kulağıma ilişen müzikler o bölgenin müzikleriydi. Menderes çayında boğulan ‘Ümmü Kız’ın Ağıtı’nı, ‘Çekemedim Akçe Kızın Göçünü’, sevgilileri ayıran, Antalya ile Burdur arasında geçit vermeyen Çubukbeli Türküsü’nü duyarak büyüdüm. Düğünlerde Harmandalı oynayan insanların arasında, keçi hareketlerini taklit eden ‘Teke Zortlatmaları’nı oynayarak büyüdüm. O yüzden her zaman türkülerle iç içeydim. Rahmetli babam köy enstitüleri ekolünden öğretmendi. Ve bize olanaklar sundu. Bana bağlama, mandolin, melodika  aldı, halk oyunlarına gönderdi…Beni teşvik etti.

Sizin yoğun şekilde de spor merakınız var. Hentbolcüsünüz…

Ankara 19 Mayıs Gençlik ve Spor Akademisi Hentbol Bölümü mezunuyum. Daha önce Burdurspor’da voleybol, basketbol oynadım. Okula başladıktan sonra hentbola ilgi duydum. Türkiye’de salon hentbolünü başlatan sporculardan biriyim. Vefa- Simtel takımında oynayıp şampiyonluğu tatmıştım.  Spor bana bir yaşam disiplini kazandırdı diyebilirim. Spor hala yapıyorum. Yaşamımım bir parçası. İyi bir ses için sağlam bir beden lazım. Ancak sağlam bir beden tınlar…

Peki resim?

Resme dönük tarafımın bir gün öne çıkacağını düşünüyorum. Halamın oğlu Milliyet’in çizerlerindendir; Haslet Soyöz. Ailede resme çok ilgi duyan var. Şu an benim zamanım yok ama bir gün, 5 – 10 yıl sonra öne çıkacağını düşünüyorum. Yunanistan’da ilkokullar arası resim birinciliğim vardı.

1981’de profesyonel müzik yaşamına TRT’de başladınız. TRT formasyon olarak size ne kattı?

TRT benim okulum. Müzikal kimliğimi özetlemek gerekirse, TR okulum, halk ozanları da mayamdır. TRT’de her şeyden önce işin teorisini öğrendik. Halk edebiyatı, yöreler, o yörelerin çalınış ve okunuş tavırları, Klasik Türk müziği tavırları, klasik armoni, Batı armonisi, mikrofon eğitimi, halk oyunları, temel müzik bilgileri, sahne eğitimi gibi birçok eğitim verildi. Elemelerden geçtikten sonra kadroya alındık. Kadroya alındıktan sonra ben 15 sene çalıştım TRT’de. Anadolu’yu tanıdım, repertuarım gelişti. Programlara çağrılan yöre müzisyenlerinden çok şey kaptık.

Televizyon programcılığı yapıyorsunuz. TRT’de aldığınız eğitimler bu alana da yansımış  görünüyor.

Sahnenin ne olduğunu ben halk oyunlarında öğrenmiştim. TRT’ye girdiğimiz yıllarda çok statik çekimler yapılıyordu. Şöyle öğretiliyordu: 35 saniyelik saz payında iki çam arasında yürür bir gül koklarsın.  Bu beni doyurmuyordu. Eserin gerektirdiğini yapmak, gerekirse oynamak istiyordum. Türkülere böyle bir görsellik kazandırdım. 1980’lerden sonra apolitik bir döneme girildi. Yoğun bir Batılılaşma rüzgarı estirildi. Bize ait olan her şey avam, sıradan olarak küçümsendi. Radyo ve televizyonlarda hiç halk müziği çalınmıyordu.  O dönemde TRT Genel Müdürü ile görüşürken bunlar bizim öz kültürümüz, TRT bu yayınları yapmalı demiştim. O da ‘Oturun o zaman siz yapın’ dedi. Sonra bir yazı geldi, program yapmaya başlıyorsunuz diye. ‘Ankara Rüzgarı’ böyle başladı. Sonra TRT’den ayrılsam bile dışardan program yapmaya devam ettim.  ‘Nazar Değmesin’, ‘Anadolu’dan Geldik’ serileri gibi programlarla devam ettim. Metropolle Anadolu’yu birleştirdik. Şimdi Ramazanla birlikte Kanaltürk’te bir program yapacağım.

Sizin MESAM’da Yönetim Kurulu’ndayken derleme yapanların da telif hakkı alması konusunda çalıştınız. Bu konuda bilgi verir misiniz?

Yapılan anketlerden anlaşıldığı kadarıyla en çok dinleyicisi olan müzik türü Türk Halk Müziği. İkinci Arabesk. Üçüncüsü pop, dördüncü Türk klasik müziği. Bu kadar çok dinleyicisi olan bir türün başıboş bırakılmaması lazım. İsteyen istediği gibi yorumluyor, sözleri değiştiriyor. Tam bir talan alanı. Türküleri derleyen, gerektiğinde belli bir forma sokan, notaya aktaran halk sanatçılarının bir farkı var. Bu fark onların kişisel hususiyetlerini sanata aktarmalarıdır. Bu da telif nedenidir. Bir işlemeci sıfatıyla o geleneği kendi kişisel hususiyetleriyle işleyen halk sanatçılarının ve derleyicilerin, işlemeci sıfatıyla hak sahibi olması lazım. Böylece bu türküleri araştırmadan gelişigüzel yorumlayan insanlar, yasa karşısında bir muhatap bulacaktır. O da derleyicidir, mahalli sanatçıdır, kaynak kişidir veya da o kültürü yaştan vakıflardır. Ben derlemeci olarak ilk başvurduğum dönemde MESAM beni kabul etmedi. Sanıyorum 1990 yıllarıydı. Ben çok garipsemiştim. BİLESAM başkanı (Yahya ?) ile konuştum bu konuyu. ‘Biz halk hikayeleri, halk şiiri gibi, anonim eserlerin derleyicilerine pay veriyoruz’ dedi. ‘Halk hikayesi ve halk türküsü arasında bir fark yok ikisi de anonimdir sen haklısın’ dedi. Ben gün oldu, MESAM’a besteci ve söz yazarı sıfatıyla girdim. Gün oldu Yönetim Kurulu’na seçildim. Gündeme getirdiğim ilk konu da buydu. O dönemde ciddi tartışmalar ve görüş ayrılıkları oldu ama sonunda anonim eserlerin telif kapsamına alınmasını yönetim kurulu kabul etti. Ve biz bunu Genel Kurul’da da kabul ettirdik. Biraz yavaş gidiyoruz. Sonra bir sempozyum düzenlendi. Sempozyumda konuşulanlar şimdi kitap olarak basılacak. Ancak bu konunun hızlandırılması lazım. Halk eserlerinin dijital alanda da korunması için anonim eserleri de bu şekilde hak kapsamına almak çok önemli.

Sümer Ezgü’yle yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 6. sayısında (Eylül – Ekim 2007) yer aldı. Söyleşi, Esra Okutan tarafından yapıldı. Fotoğrafları Sinan Kesgin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.