bread

Ayhan Sicimoğlu: Vakıf geç bile kuruldu

AYHAN SİCİMOĞLU (TAO’66-TAC’70): Vakıf geç bile kuruldu

SEV’in ‘Mezunlar Büyük Buluşması’nda kendi orkestrası Latin All Stars ile de sahne alan Ayhan Sicimoğlu, Talas’ın kapanmasından sonra Vakfın kurulmasını geç kalınmış ama hiç olmazsa sonraki olası kayıpları engelleyici tarihi bir adım olarak yorumluyor. O da artık “Okulların devamlılığını sağlayacak her türlü oluşumun içinde bundan sonra koşulsuz varım” diyenlerden.

Özel bir televizyon kanalında “Yemek Ne Demek” ve “Renkler” adlarıyla tarih, yemek, kültür ve farklı rotalar üzerine programlar hazırlayan Ayhan Sicimoğlu hem perküsyon ustası, hem de müzik “hastası”. Neredeyse çocuk yaşlarından beri üstelik. Öyle ki müzik aşkı hem Talas hem de Tarsus’ta bir yılına mal oluyor. Sonunda başka bir iş için gittiği İtalya’da profesyonel müzisyenlik kariyeri başlıyor. Gerçi son dönemde onu geniş kitlelerin tanımasına olanak sağlayan televizyoncu kimliği ön plana çıkmış gibi görünüyor. Özellikle ‘hastasıyım’ diye biten cümleleriyle televizyon seyircisinin hafızalarına kazınan Ayhan Sicimoğlu, ‘Mezunlar Büyük Buluşması’nda sahnenin en deneyimli ismi olarak yer aldı.

Aile kökleriniz nerelere uzanıyor?

Babam Kayserili Sicimağazadelerden. Bunlar, Kayseri eşrafının derebeyleriymiş. Osmanlı zamanında. Osmanlı padişahının arazi verdiği tımar sahibi ailelerden.

Babanız sizin idol karakterinizdi herhalde. O yıllar için sıradışı sayılacak hedefler çizmiş çocukları için.

Babam müthiş bir insandı. İnşaat mühendisiydi sonra tekstille uğraştı. Çok yakışıklı ve zarif bir adamdı. Ben hayatım boyunca babamı kravatsız ve tıraşsız görmedim. Derdi ki, her çocuğum en az iki lisan konuşacak ve iki enstrüman çalacak. Böyle bir vizyonu vardı. Ben iki lisanla sınırlı kalmadım ve altı lisan öğrendim. Enstrüman da çalıyorum. Bizdeki müzik aşkının kaynağı aslında annemdir. Ud çalardı.

Hayalinizdeki gibi miydi bu 40. yıl kutlamaları?

Doğrusu hepsi ayrı ayrı güzeldi. İlk durağımız İzmir’de muhteşem bir kalabalık vardı. O coşku görülmeye değerdi. Tarsus ise zaten kendi mezun olduğum okul olduğundan çok nostaljik ve duygu dolu anlar yaşadım. İstanbul buluşması ise kampüs dışında gerçekleşen çok daha kalabalık bir kutlamaydı. Pratik açıdan İstanbul’daki kutlama için kampüs dışında bir mekan tercihini doğru buluyorum ancak duygusal açıdan baktığımda onun da diğer kutlamalar gibi kampüste olmasını tercih ederdim.

Neler fark ettiniz Tarsus’ta sahne alırken?

Okulda dört yıl boyunca yaşadığım keyifli öğrencilik hayatımın tüm ayrıntıları bir bir gözümün önünden geçti. Yatağımın olduğu yeri, bahçeye baktığım pencereyi görünce biraz buruk hissettim kendimi. Biz büyüyünce binalar ufalmışlar sanki. Bu manzara karşısında gerçek ve nostalji arasındaki büyük farkı bir kez daha anladım.

Biraz öğrencilik günlerinizden söz eder misiniz?

Hatırlıyorum da okula girmek için zorlu bir sınavdan geçmiştim. 430 kişi müracaat etmişti o yıl ve 40 kişi aldılar. Bilgi ağırlıklı değildi sorular, daha çok zeka testi gibiydi. Ben de daha on yaşındaydım. Okuduğumuz dönem koca kafa Cem (Cem Baysal)’in dediğine göre 278 kişiymiş. Artık bizden çok kalmadı etrafta, dinozor olduk. Bence Talaslı olmak Tarsuslu olmaktan başka bir şey çünkü Talas çok enteresan bir yer.

Peki hiç haksızlık yapan ağabeyiniz olmuyor muydu?

Hayır, bizim farklı olduğumuzu iddia etmemezin nedeni de budur. Aramızda yalan söyleyenin, haksızlık yapanın yaşama şansı olmazdı. Mert ve doğru olmak zorundaydınız. Aramızdaki disiplin okuldaki disiplinden çok daha katıydı.

Eğitim açısından artıları nelerdi?

Türkiye’de o yıllarda öğretilen en iyi ıngilizce eğitimi aldık. Hocalarımız bu anlamda çok iyiydi. Bizleri iyi yetiştirmek gibi bir misyonları vardı. Son derece idealisttiler, parayla pulla alakaları yoktu. Bir misyonları vardı, o da bizi bir dünya insanı yapmak, düşünen, sorgulayan, kendi ayaklarının üzerinde duran bireyler haline getirmekti. Okulun bir başka meziyeti de şuydu: Öğrencilerin ders dışındaki sosyal paylaşımları ve faaliyetleri en az dersler kadar önemliydi. Şimdi sorsanız ‘Türkiye’nin en uzun nehri hangisidir?’ diye belki bilmem ama o okulda öğrendiğim müzik hala aklımda ve yüreğimdedir. Gerçi müzik yüzünden Talas’ta bir yıl, Tarsus’ta da bir yıl kaybettim ama pişman değilim. Okuldayken, okul radyosunda o dönemin ünlü gruplarının plaklarını çalardık.

Peki tam olarak ne zaman müzikal bir kariyer çizdiniz kendinize?

Müzik üniversite yıllarım boyunca hep ikinci işim olarak devam etti. Sonra bir fotoğraf çekimi için ıtalya’ya gittim ve orada müzisyen olmaya karar verdim. Davulcu arkadaşlarım da çoğunlukla Latin kökenliydi. O çevreye girince illaki bu sıcak müzik kanınıza işliyor. Türkiye’ye askerlik için döndüm, bu arada babamın vefatı sebebiyle bir süre daha kaldım. Babamdan miras işadamı kimliğim o zaman başladı ama ne mutlu ki fazla uzun sürmedi. Yeniden müziğe döndüğümde bu kez yanımda radyo ve televizyon da vardı. Sanıyorum artık televizyoncu kimliğim daha ön planda.

Grubunuz Latin All Stars, kalabalık bir ekip. Üstelik bir başka SEV’li de aranızda. Zeynep Arabacıoğlu ile nasıl buluştunuz?

Latin All Stars 11 kişiden oluşuyor. Grubu kurduktan sonra katılan ilk ve en eski eleman da ÜAA’dan Zeynep’tir. Zeynep’le tanışıklığımız çok eskilere dayanıyor. Komşuyduk ve ailelerimiz de sık sık görüşürdü.

Olcayto Ahmet Tuğsuz’la özel bir dostluğunuz var.

Ortaokuldan beri Ahmet’le beraber büyüdüm. Ailelerimiz bizi okula bırakmaya geldiği ilk gün tanıştık. Beni kurduğu gruba davet etti ve böylece birlikte müzik yapma şansımız oldu.

Mazhar-Fuat-Özkan (MFÖ) üçlüsünün ‘Sen neymişsin be ağbi’ adlı parçası size ithaf edilerek mi yazıldı?

Mazhar aslında o şarkısında beni taşlıyor. O parçanın düzenlemesi ve davulları bana ait. Ülkemizden bir tek MFÖ ile çalıştım müzikal anlamda, daha çok yabancı müzisyenlerle ortak çalışmalar yaptım.

Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) kuruluşunun 40. yılında Tarsus, İzmir ve İstanbul’da buluşmalar düzenledi. İzmir Amerikan Koleji, Tarsus Amerikan Koleji ve Üsküdar Amerikan Lisesi’nden mezun olanlar bu vesileyle bir araya geldiler. Tetra İletişim, bu buluşmaları izledi ve topladığı malzemeleri bir yayına dönüştürdü. Ocak 2009′da SEV camiasına ulaştırılan bu yayın “BULUŞMA” adını taşıyordu. Camianın büyük bir ilgi gösterdiği bu yayın, periyodik hale getirildi ve Tetra İletişim tarafından “BULUŞMA” adıyla dergiye dönüştürüldü.

Buluşma etkinliğinde konser veren Ayhan Sicimoğlu’yla röportajı Türkşan Karatekin gerçekleştirdi. Fotoğraflar ise Sinan Kesgin tarafından çekildi. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır ve Orçun Peköz tarafından yapıldı.