bread

Tarsuslu iki dost: Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar

Cengiz Çandar hem Talas hem de TAC mezunu bir gazeteci. Oral Çalışlar ise TAC’da başladığı öğrenimini Tarsus Lisesi’nde bitirmiş. İki arkadaş okullarının futbol takımlarında başlayan dostluklarını Mülkiye’de okurken daha da pekiştirmişler. Şimdi aynı gazetede çalışan iki ünlü gazeteci, okul yıllarını bizimle paylaştı.

Hem Talas hem de Tarsus’ta okudunuz. Şöyle bir geriye baktığınızda bu iki okul sizde ne gibi izler bırakmış?

Cengiz Çandar: Geriye dönüp kendimi analiz etmeye çalıştığımda, gerek Talas’ın, gerek Tarsus’un, ben sonradan ne olduysam öyle olmamda çok büyük katkısı olduğu kanısındayım. Bu katkı da özgür ruh bilincidir. Buradan tabi ki bir genelleme yapamayız yani Talas ve Tarsus’tan benimle aynı kuşakta geçen herkes benim gibi olmadı. Oradaki bireysel unsuru da göz önüne almak lazım ama yine de Talas ve Tarsus’taki o özgür ruh; özgür düşünce, beni çok etkiledi ve önemli izler bıraktı diyebilirim. Düşünün 11 yaşında Ankara’da yerleşik bir bürokrat ailesinin çocuğu olarak sizi dağ başında, bir başınıza bırakıyorlar. Dersler bitiyor; ıssız bir arazide, dağlar, tepeler arasında Erciyes Dağı’yla başbaşasınız. O yüzden Erciyes Dağı’na büyük bir zaafım vardır. Erciyes’i ne zaman görsem duygulanır hatta ağlarım. Bazı bilgisayarlarımın açılış ekranı da Erciyes’tir.

Oral Bey siz liseyi Tarsus Amerikan’da bitirmediniz değil mi?

Oral Çalışlar: Bitirmedim. Ben kötü bir öğrenciydim. Derslerle falan ilgim yoktu: Top peşinde koşmaktan ve yaramazlık yapmaktan doğru dürüst okulla ilgilenemedim. Coğrafya dersinden 4 alarak tek dersten sınıfta kaldım. Tarsus Lisesi’nde de tek dersten geçme vardı. Bir üst sınıfa geçebiliyordunuz. Ben TAC’dan aldığım belgeyle, Tarsus Lisesi’ne gidip bir üst sınıftan başladım. Kolejden ayrılışım böyle, ama Tarsus Amerikan Koleji’nin benim için ifade ettiği şeyler çok önemlidir. Bir taşra kasabası düşünün, ben taşralı bir çocuğum. O gün Amerika neresi, Washington ne demek, New York ne demek, dünya ne demek, hiçbirinden haberimiz yok. Yeni bir dil öğrenmek, dünyaya açılmak, ufkumuzu genişletmek… Kocaman bir kütüphanesi vardı okulun. Bizim için müthiş bir olanaktı. Bugün bazı çevrelerde “Türk çocukları İngilizce öğrenmesin” propagandası yapılıyor. Hâlbuki İngilizceyi bilmeden bugünün küreselleşmiş dünyasında hiçbir şey anlayamazsınız. Hele o günün dünyasında çok daha anlamlıydı bizim için İngilizce. Tarsus Amerikan’daki eğitimin kişiliğim üzerinde çok derin izler bıraktığını düşünüyorum.

Cengiz Bey siz kendinizi nereli hissediyorsunuz, yani genelde “nerelisin” sorusuna karşılık ne cevap veriyorsunuz?

Cengiz Çandar: Köken olarak Rumeliliyim, ama gönül bağları oluşturduğum çok yer var. Başta Diyarbakır. Sonra Mardin, Filistin… Beyrut, evim sayılır. Coğrafyam çok geniştir. Bir simge olarak Erciyes’in bende az önce de dediğim gibi çok ayrı bir yeri vardır. Erciyes beni okul yıllarıma götürür ve bir vakarı simgeler. Oysa baba tarafından İznikliyim ama Uludağ benim için öyle değil. Erciyes, bir başkaldırıdır aslında: Yüksek dağların arasında en yükseği değil, düzlükten göğe fışkırmış gibidir Erciyes.

Peki Tarsus ne ifade ediyor sizin için?

Cengiz Çandar: Ben Tarsus’u da Talas’ı da eşdeğer severim. Tarsus, küçük görünse de büyük bir şehir aslında. Okuldan biraz ötede Kleopatra Tepesi var. Kleopatra ile Marcus Antonyus’un orada buluştuğu iddia edilir. Bu şehre derinlik vurgusu veriyor, tarihte çok özel bir yer tutmasını sağlıyor. Bu tür gerçeklikler bize de tarihsel bir derinlik kazandırdı aslında. Tarsus için “Aziz Paul’un şehri” derler. Tarsus’un Çukurova kültürüne hakim bir konumu da vardır. “Adanalılık”, “gözü peklik”, “gözü karalık”, “delikanlılık” gibi özellikler de kazandırmıştır bize. Gerek Tarsus gerekse de Talas sayesinde hayatı daha yakından tanıdık ve “feleğin çemberinden geçtik” diyebilirim. 68 döneminde, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde kendimizi o kuşağın bir aktivisti olarak bulmamızın kökeninde bunlar yatıyor: Başkaldırı, bağımsız davranma, yeni düşünce, açıklık, kendine müthiş bir güven ve mücadelecilik…

Aynı soruyu size sorsak Oral Bey?

Oral Çalışlar: Cengizler yatılı okuyorlardı. Benim ailem Tarsus’ta ikamet ettiği için ben akşamları evime gidiyordum. Bize “nehari” deniyordu. Tarsus’ta hem okulda hem şehirde büyük bir renklilik ve bu renkliliğin oluşturduğu toplumsal ve kültürel bir zenginlik vardı. Giritliler, Afganistanlılar, Acemler, Araplar, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Çingeneler büyük bir zenginlik ve renklilik katıyordu Tarsus’a. Hemen hemen her etnik kesimden arkadaşlarım vardı. Tarsus’ta hâlâ “Afgan Mahallesi”, “Acem Mahallesi”, “Giritli Mahallesi” vardır; adı böyledir bu mahallelerin. Bu renkli ortam ve Tarsus Amerikan’da okuyor olmak, bizim algılarımızı ve dünyaya bakışımızı çok zenginleştirdi.

Oral Bey, Tarsus’tan sınıf arkadaşınız Sait Kozacıoğlu vefat ettiğinde kaleme aldığınız köşe yazısında öğrencilik yıllarınızda Sait Kozacıoğlu’yla bir “Atom Partisi” kurduğunuzdan söz ediyorsunuz. Bu partiyi hangi gerekçeyle kurmuştunuz?

Oral Çalışlar: Amacımız sınıf başkanını değiştirmekti. Sınıfın en yaramazlarından biriydim. Sınıf başkanımız sürekli şikayet ediyordu beni. Bu yüzden çok sık ceza alıyordum ve akşamın en eğlenceli saatinde herkes dışarıda top oynarken ben ve benim gibi birkaç arkadaş okulda bir odada ders çalışmak zorunda kalıyorduk. O yüzden Sait Kozacıoğlu (TAC ’66)’nun da içinde bulunduğu bir ekip olarak mümessili değiştirme kararı aldık. Bu yüzden “Atom Partisi” adını aldık. “Atom”, Muhammet Kara (TAC ’66) adlı arkadaşımızın lakabıydı. Muhammet’in kafası çok sertti, her yere kafa atardı; o yüzden ona “Atom Kafa” diyorduk. Rahmetli Sait Kozacıoğlu da partinin en aktif elemanlarından biriydi. Yaşımız daha 11 ya da 12. Mümessil seçimle geldiği için sınıf öğretmenimizden hemen bir seçim yapılmasını talep ettik. Hocamız Barry adında İspanyol asıllı bir Amerikalıydı. Niyetimizi anladı. Seçimden kaçış yoktu. Seçileceğimiz garantiydi ama, bütün sene sınıf başkanlığının bizim tarafımızdan yapılmasını da istemiyordu. O yüzden, “seçilen her mümessil 1 ay görev yapacak ve tekrar seçilemeyecek” diye bir kural koydu. İktidara geldik ama iktidarımız kısa sürdü, bir ay sonra görevi bırakmak durumunda kaldım.

Sait Kozacıoğlu sizin de yakın arkadaşınızdı değil mi?

Cengiz Çandar: Evet, Oral’ın ortaokuldan arkadaşıydı. Liseye başladığımda benim de çok samimi arkadaşım oldu. Okulun hemen karşısında Sait’in babasının çırçır fabrikası vardı. Sait o dönemlerde büyük burjuva çocuğu sayılırdı. Fabrikanın hemen yanında bir ırgat kahvesi vardı. Sait’le oraya takılırdık. O kahveye ırgatlar gelirdi. Dolayısıyla biz o yaşlarda toplumun en yoksul kesimiyle, en alt tabakasıyla iç içe bir ortamda, okulun duvarlarının dibinde çay içip sohbet ederdik. Orhan Kemal’in ve Yaşar Kemal’in romanlarındaki mekânlar bizim günlük hayatımızın içindeydi. O yüzden Ankara ya da İstanbul’da okuyan kolejli arkadaşlardan çok farklı bir toplumsal gerçeklikle iç içeydik.

Cengiz Bey, Oral Bey’le arkadaşlığınız nasıl başladı?

Cengiz Çandar: Oral ortaokulda Tarsus’tayken ben Talas’taydım. Ben Tarsus’a liseye geldiğimde o, ayrılıp Tarsus Lisesi’ne gitmişti. Fakat Oral’ın ortaokuldan sınıf arkadaşları benim arkadaşlarım oldu lisede. Sonra okul takımında oynadığım için Oral’la futbol sahalarından tanıyoruz birbirimizi. Oral Tarsus İdman Yurdu takımının en önemli oyuncusuydu. Tarsus İdman Yurdu İkinci Lig’de oynuyordu ve antrenörü Lefter’di. Oral, gerçekten çok iyi ve çok yetenekli bir futbolcuydu. Oral, Tarsus halkıyla bütünleşmiş bir isimdi. Oral, Tarsus’un yıldızıydı. Oral’la “yapışık kardeş” olmamız, onun Mülkiye’ye geldiği dönemde oldu. Birbirimizin en yakın arkadaşlarıydık, uzun yıllardır da devam ediyor bu arkadaşlığımız.

Bir de sizden dinleyebilir miyiz o günleri?

Oral Çalışlar: Lisedeyken futbol takımı kaptanıydım. 8 numara, “sağ iç” mevkiinde hem Tarsus Lisesi takımında hem de Tarsus Idman Yurdu’nda oynuyordum. Tarsus Amerikan’dan ayrılıp Tarsus Lisesi’ne geçtikten sonra da Tarsus Amerikan’la ilişkim kesilmedi; bu kez de spor üzerinden devam etti. Tarsus Lisesi ve Tarsus Amerikan Koleji arasında çok sıkı müsabakalar olurdu. Bu müsabakalar, sert tartışmalara hatta kavgalara yol açardı. Fakat benden sonra bu kavgalar sona erdi. Çünkü ben hem Tarsus Amerikanlı hem de Tarsus Liseliydim.

O dönemdeki arkadaşlarınızla görüşebiliyor musunuz?

Oral Çalışlar: Evet, buluşmaya çalışıyoruz. Bizim sınıfın neredeyse yarısına yakını Amerika’da profesör. Yılda bir iki kez geliyorlar. Geldiklerinde herkesi haberdar ediyor ve buluşuyoruz. Yaklaşık 40 – 50 kişi oluyoruz.

Cengiz Çandar: 2001 yılındaydı galiba, bir grup Talaslı bir araya geldik, Talas’a gittik. Eski yatakhanelerimizde kaldık, çoluk çocuk. O gelenekselleşti. Talaslı olmak, hepimizi biraz hüzünlendiriyor: 2050 yılına gelindiğinde Talas’a ayak basmış hiç kimse yaşamayacak. Çünkü Talas, 68’de kapatılmıştı. O yüzden bir “kelaynak” duygusu oluştu hepimizde. Bizi birbirimize bağlayan şey, çok küçük yaşlarda, çok özel koşullarda çocukluğumuzu paylaşmamız. Bunlar da çok değerli bir şey ve biz birbirimizi çok özel durumlarıyla bilen insanlarız, hangi sıfatı kazanırsak kazanalım, sabit kalan bir durum bu, değişmeyecek bir referans noktası bizim için. Bunu hiçbir gerekçeyle yıpratmamaya özen göstermemiz gerekir. Gerek Talas’taki gerek Tarsus’taki bütün sınıf arkadaşlarım ezberimde neredeyse, hepsini teker teker sayabilirim: 105 kocakafa Cem Baysal, 106 Mustafa Bozdere, 107 Cevdet Caner, 108 Ahmet Ceranoğlu, 109 Cengiz Çandar, 110 Bülent Damar, 111 Kemal Diriöz, 112 Erhan Dumanlı…

Oral Çalışlar ve Cengiz Çandar’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 2. sayısında (Eylül 2009) yer aldı. Önder Kızılkaya ve Leyla Keskiner tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Sinan Kesgin ve Yüksel Altıntop çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Nur Ayman Çakmak ve Orçun Peköz tarafından yapıldı.