bread

Şakir Ezcacıbaşı’nın son hayali: Deniz Palas

Kısa bir süre önce kaybettiğimiz Şakir Eczacıbaşı, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV)’nin yeni binası Deniz Palas’ı İKSV’ye gelir getirecek fonksiyonlarla zenginleştirmek istemiş. Bu yüzden ünlü sanatçıların eserlerinin satıldığı bir Tasarım Dükkanı, sanatseverlerin buluşması için salon, restoran ve kafe gibi ayrıntıları da binaya eklemiş. İKSV Genel Müdür Yardımcısı Ömür Bozkurt (ÜAA ‘73) ile sanat ve kültür hayatımıza yön veren İKSV’yi konuştuk.

KSV Genel Müdür Yardımcısı Ömür Bozkurt (ÜAA ’73), bir ekol, bir yaşam tarzı dediği İKSV ruhunu ve o ruha uzun yıllar rehberlik eden Şakir Eczacıbaşı’yı anlattı. “Burası kanınıza bir kere girdi mi bir daha kurtuluşu yok” diyen Bozkurt, Film Festivali’nde yarım zamanlı başlayan İKSV kariyerinde 20. yıla ulaşmanın mutluluğunu yaşıyor. Dolu dizgin giden tempoda sevdiği işi yaptığı için kendini çok şanslı sayıyor. Üstelik Türkiye’de adı sanat ve kültürle özdeşleşmiş, adeta bu alanda otorite haline gelmiş bir kurumda çalışmak da cabası.

Şakir Eczacıbaşı ışıklar içinde yatsın diyerek söze başlayalım ve bize İKSV’yi anlatmanızı isteyelim.

İKSV Dr. Nejat Eczacıbaşı tarafından, Cumhuriyetin 50. yılında kuruldu. Onun vakfa ait bir mekan kazandırma düşü, 1993 yılında yönetim kurulu başkanlığını devralan Şakir Eczacıbaşı tarafından 2009 yılında gerçekleştirilmiş oldu. Şakir Bey, bu görevi üstlenmeden önce de film festivaliyle yakından ilgileniyordu.

Uzun yıllar Şakir Bey’le çalıştınız. Biraz anlatır mısınız? Nasıl bir liderdi?

Şakir Bey çalışması hem zor hem de çok heyecan verici, sanatçı yönü güçlü, kuvvetli bir kişilikti. Onun heyecanı bizi motive eder ve yüreklendirirdi. Kendisinin de sıklıkla ifade ettiği gibi işadamlığı onun hobisiydi. Vakıf onun döneminde çok farklı yerlere geldi ve bundan sonra da gelmeye devam edecektir. İKSV, dünyada beş festivali (film, müzik, tiyatro, caz ve bienal) bir arada yapan tek sanat kurumudur. Film Ekimi ve Mini Fest gibi ara tatları, yurtdışındaki çeşitli sanatsal projeleriyle de dikkat çeker.

Şakir Bey’in son dönemde gerçekleştirmek istediği bir hayali var mıydı?

Hep daha yükseğe gitmek, daha fazlasını yapmak, daha büyüğünü gerçekleştirmek onun hedefiydi. Yeni binamız için çok uğraştı. Deniz Palas’ın bir hayalden gerçeğe dönüşmesi beş yıl sürdü. Şakir Bey, beş yıl önce bu binanın önünden geçerken ‘satılık’ ilanını görüyor ve o anda binaya vuruluyor. Ancak yeterli bütçe yok. Zaten kültür sanat kurumları hele de ülkemizdekiler çok büyük finansal bütçelerle çalışan kurumlar değiller. Örneğin İKSV’nin bütçesinin yüzde 75’i sponsorluklardan gelir. Bilet gelirleri ve devlet katkısı da vardır ama çok tatminkâr oranlarda değiller. Şakir Bey, bütün bunları gayet iyi biliyordu ama hayalinden hiç vazgeçmedi. Bugün binamızın girişinde 15 kişinin isminin olduğu bir bağışçı listesi yer alır. Şakir Bey, o 15 kişiyi binayı satın alması için tek tek ikna etti. Satın almakla iş bitmedi. Binanın restorasyonu için yeni kaynak arayışları sürdü ve bugünkü duruma gelinceye kadar beş yıl geçti. Yaşadığı süre boyunca bina için yeni kaynak bulmak Şakir Bey’in gündeminin ilk sıralarındaydı. Hayali de, hedefi de Deniz Palas’ın bittiğini görmekti kısaca. Binanın tüm fonksiyonlarıyla hizmet vermesine tanıklık edemedi belki ama rüzgarın yelkenleri doldurmaya başladığını gördü. Geçen aralık ayının başında Deniz Palas’taki ilk mütevelli toplantımıza Şakir Bey de katıldı. Zaten sonra da hastaneye yattı.

Deniz Palas, İKSV’nin merkez ofisi olmaktan başka anlamlar da yüklenmişe benziyor. Dikkat çekici neler var?

Binanın iç alanlarının hangi amaçlarla kullanılacağının belirlenmesinde Şakir Bey’in görüşleri yönlendirici oldu. Deniz Palas’ı İKSV’ye gelir getirecek fonksiyonlarla zenginleştirmek istedi. Bu yüzden tasarım dükkanı, müze, restoran, salon ve kafeden oluşan cazip alanlar ekledi. Tasarım dükkanında, İKSV Tasarım tarafından çeşitli sanatçılara ısmarlanan ürünler ve tasarım nesneleri satışa sunuluyor. Gerçekten hem turistik hem de sanatseverler için ideal bir alışveriş noktası. Restoran, biraz da Şakir Bey’in gurmeliğiyle alakalı. En üst katımızda muhteşem Haliç manzarası eşliğinde Borsa tarafından işletilen restoranımız kısa zamanda büyük ilgi gördü. Binanın girişindeki kafemiz çok yakında açılıyor. Ayrıca uzun yıllar vakfın mütevelli kurulu başkanlığını yürüten Leyla Gencer için ayrılan özel bir mekân var. Burada ünlü divaya ait eşyalar sergilenecek. Öte yandan en büyük hayalimiz bir salondu, o da bu binamızda gerçeğe dönüştü. Bina arkasından ayrı bir girişi olan salonda farklı disiplinlerden gösteriler sahnelenecek. Binanın bir özelliği daha var; ülkenin önde gelen çağdaş sanatçılarının çoğu bina için üretilmiş yapıtlarıyla bizim yanımızdalar.

Ne mutlu sizlere. Çok yol almışsınız, zorluk ve sınırlı kaynaklara rağmen.

Evet ama Şakir Bey’in gerçekleştiremediği bir hayali de var: Ayazağa Kültür Merkezi. Bir de kitap yazdı, bitirdi ama raflarda yer almasını göremedi. Biz yine de yapmak istediği her şeyi yaptığını düşünüyoruz, öyle hissediyoruz. Şakir Eczacıbaşı bir ekoldü bizim için. Onun perspektifini benimsedik hepimiz. Atacağımız her adıma, uzun bir düşünme, tartışma ve ikna sürecinden sonra karar veririz. Bir İKSV ruhundan söz edeceksek bu o işte. Saatlere ve günlere sığmayan, dolu dolu yaşanan, her şeyle ilgilenilen, ilişkileri daha çok önemseyen bir ruh. Aslında İKSV bir yaşam tarzı. Bunun en güzel örneği de buranın sabah 9 akşam 5 gibi klasik çalışma saatlerine bağlı olmaması. Bizler için hayatımızda öncelikle bitirmemiz gereken işler sonra kendimiz oldu hep. İKSV gerçekten insanların çok özverili ve severek çalıştığı bir yer.

Yaptığınız işten sıkıldığınız anlar olmadı mı hiç?

Benim şahsen çok mutlu bir iş hayatım oldu şimdiye kadar. Sevdiğim bir işi yaptım. Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji okudum, yüksek lisans derecemi de çocuk eğitimi üzerine yaptım ama farklı bir alanda ilerlemekten hiç pişman olmadım. 15 sene sponsorluk yönetmenliği yaparken bol bol psikoloji bilgimden faydalandım, şimdiki pozisyonumun da insan ilişkileri ve organizasyonel süreçler olduğu için akademik bilgimin bana çok faydası oldu.

Peki bu yaşam tarzına, bu ekole girmek, bu jargonu kullanabilmek için nasıl olmamız gerekiyor? İKSV’nin aradığı insan profili nasıl?

Bir kere yaptığı işi yapmaktan ötürü heyecan duymalı. Bir işi başarma arzusu duymalı. Hayatının öncelikleri arasında kültür-sanat olmalı. Sahnede bir konseri izlerken daima “Ben de bu işin bir parçasıyım” diye hissedebilmeli. Takım çalışması olmasa buradaki etkinliklerin hiçbirisi olmaz. Bütün bunlar bir kişiye kesinlikle mâl edilemez. İşte İKSV farklılığı burada, çünkü İKSV önce bir aile, sonra bir takım.

Sizin dışınızda başka Amerikan mezunları da var mı?

Benden sonra sponsorluk yönetmenliğini üstlenen Mine Taş da Üsküdar Amerikan mezunu. Karakterinin de mutlaka etkisi var ancak ben bir Üsküdar Amerikanlı’nın organizasyonuna acayip güvenirim, işi teslim ederken dönüp arkama bakmam, bilirim ki o iş mutlaka bir şekilde olacaktır. Çünkü Üsküdarlılar hem disiplinlidir hem de sorumluluk almayı bilirler.

Bir de Amerikan Kolejlerinde sosyal ortam son derece zengin. Bu da size bugünkü kariyerinizi oluştururken çok esneklik kazandırmış olmalı.

Üsküdar Amerikan, öğrencileri sanat tarihiyle genç yaşlarda tanıştıran, müzik ve sporun önemini aşılayan, çok aktivitesi olan bir okuldu. Öğrencisini sosyal hayata en iyi şekilde hazırlardı. Bir de ben küçük yaşta annemi kaybettim ve yatılı okudum. O da İzmir Amerikan’da okumuş. Evlenmek için okulu bırakmış. Annemin vefatından sonra babam hayata daha hızlı alışabilmem için beni okula yatılı gönderdi. Evden ayrılmak ilk başlarda bana çok ağır gelmişti. Okuldayken hayatımı değiştiren bir başka olay daha oldu ve 17 yaşında bu kez babamı kaybettim. O zaman arkadaşlarım ve Üsküdar Amerikan benim ailem oldu. Gerçekten bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum çünkü kardeşim olmadığı için tüm arkadaşlarım kardeşim gibi oldu. Babam öldükten sonra yatılılığı bıraktım. Mezuniyetin ardından da iki yıl Paris’te bir Amerikan üniversitesinde okudum, ardından Boğaziçi Üniversitesi’ne geçiş yaptım.

İKSV ile yollarınız nasıl kesişti?

Boğaziçi Üniversitesi’ni yeni bitirmiş, üniversiteye bağlı Medico Sosyal’de yuva müdürlüğüne başlamıştım. Eşim akademisyendi. Iki yıllığına ABD’ye gideceği zaman ben de mastır yapmak istedim ve onunla birlikte ABD’ye gittim. Mastır yaparken oğlum dünyaya geldi. Annemi küçük yaşta kaybettiğim için oğluma kendim bakmak istedim. Onu belli bir yaşa getirinceye kadar yarı zamanlı işlerde çalıştım. TRT’deki bir çocuk programına danışmanlık yaptım. Derken UNICEF’e çocuk festivali yapan bir arkadaşım projeyi benim yürütmemi istedi. Yıldız Sarayı’nda çok keyifli bir çocuk günü yaptık. İKSV ile buluşmamı ise bir arkadaşımın eşi olan ve İKSV’de çalışan Nilgün Mirze sağladı. Bir gün, film festivalinde yarı zamanlı birini aradıklarını söyledi. Konservatuara da gittiğim için sanat olayları hep ilgimi çekerdi. 1990’da başladım ve bir iki yıl yarı zamanlı devam ettim. Daha sonra İKSV’nin o dönem yeni genel müdürü olan Melih Fereli, bana sponsorluk işlerini yapıp yapamayacağımı sordu. Bu pozisyon biraz ilişki ve bolca iletişim gerektiriyordu. “Yapabilirim” dedim ve o zaman çevremde kim varsa herkesi alıp, film festivaline sponsor yapmaya başladım. Sonrasında sponsorluk yönetmenliği teklif edildi. Bu arada ikinci çocuğum Ayşe beş yaşına gelmişti, daha uzun süreli çalışma temposuna girebilirdim. Zaten buranın havası bulaştı mı bir kere insana, bir daha ayrılması zor, çünkü tutku dolu bir birliktelik bizimkisi. 1995 yılından 2008 yılına kadar sponsorluk yönetmenliği yaptım. Bu tarihten sonra da genel müdür yardımcısı oldum.

İKSV bu süreçte nasıl bir gelişim gösterdi? Hem kurumsal hem de sponsorluklar anlamında ne gibi yeni kazanımlar oldu?

En önemli gelişme kurumsallaşmamızdı. 1995 yılında Melih Fereli’nin başlattığı çalışmaları Şakir Bey de sonuna kadar destekledi. Böylece eskiden festival bazında yapılan tüm işler kurumsal bir temele kavuştu. Belli standartlar, prensipler ve planlar doğrultusunda hareket etmeye başladık, organizasyonumuzu da bu yaklaşımla yeniden yapılandırdık. 1995 yılından itibaren kurumların ilgi ve eğilimlerine göre yönlendirmeler yaptık, farklı sponsorluklarda bulunmak isteyenler için yeni rotalar belirledik, yeni konseptler geliştirdik. Resmi, medya, festival ve gösteri sponsorluğu gibi yeni kulvarlar ekledik. Bütün bunları yaparken amacımız hem bizi destekleyen kurumları farklı yerlere taşımak hem bütçeyi artırmak hem de farklı bir etkileşim ve sinerji yakalamaktı.

Şirketler kültür-sanat yatırımlarında İKSV’nin rehberliğine önem veriyorlar. Bugün caz denildiğinde Garanti Bankası ve Akbank hemen akla gelen iki kurum. İKSV’nin bu yön verici tavrından söz eder misiniz?

Müzik Festivali başladığı günden bu yana Eczacıbaşı Grubu’nun sponsorluğunda ilerliyordu. Acaba bu kurumu farklı bir sponsorlukla konumlandırabilir miyiz diye düşünmeye başladık ve teklifimizi Eczacıbaşı’yla paylaştık. Çok uzun araştırma ve tartışma döneminin sonunda ‘Öncü (leading) Sponsorluk’ kavramının hem Eczacıbaşı hem de İKSV’nin ruhuyla bire bir örtüştüğünü karar verdik.

Her Bienal bir öncekini de aşan bir ilgi görüyor.

Aydın Gül zamanında başlayan ilkinden bu yana Bienal gerçekten çok ses getiren, uluslararası bir etkinlik oldu. Istanbul Bienali’ne gelmek sanatçıların arzu duydukları, bekledikleri bir olay haline geldi. Son Bienal’de beş-altı bine yakın ziyaretçimiz oldu.

İKSV imzalı festivaller artık dünyaca tanınıyor ve bunlara katılmak için sanatçılardan bize teklifler geliyor. Mesela U2 konseri için teklif,  gruptan geldi. Yıllarca peşinden koşmuştuk oysa ki. Sponsorlukta da benzer durumlar yaşadık. Kurumlar artık sponsor olmak için kapımızı kendiliğinden çalmaya başladı.

Sponsorlukla yürütülen  organizasyonlarda süreklilik çok önemli ama sağlanması çok kolay değil. İKSV, bu alanda prestijli ve kıdemli bir kurum olsa da zorluklar yaşıyor muhakkak. Neler yapılıyor bununla ilgili?

Festivallerimize sürekli destek vermek isteyen kuruluşlara her zaman açığız.  Yurtdışında uzun dönemli sponsorluk anlaşmaları yapılıyor ama bizde henüz böyle bir kültür yok. Çünkü ekonomik durum her an değişebiliyor. Şirketler de genelde önlerini görebildikleri süreyle sponsor olmayı tercih ediyor. Ancak bu genellemeye uymayanlar da var. Borusan Holding’le, Müzik Festivali’ne ilk sponsor olduğu zaman 10 yıllık bir anlaşma yaptık. Benzer şekilde Koç Topluluğu ile de Bienal için anlaşmamız var. Caz Festivali’nde Garanti Bankası’nın bir sözü üzerinden yürüyoruz. Güven ve saygı duyulan bir kurum olduğumuzu gösteriyor bütün bu gelişmeler.

İKSV ile özdeşleşen beş festival var: Film, Müzik, Tiyatro, Caz ve Bienal. Bunlara yenileri eklenir mi?

Yeni festivaller eklemektense var olanların sürekliliğini sağlamak çok daha önemli bizim için. Bir de 30. yıldan sonra ara tatlar kattık bunlara. Beş-altı yıl önce başlayan yurtdışı projelerimiz var. İlki Stuttgard’da sonra Berlin ve Brüksel’de açılan sergilerin ve Londra’da büyük ilgi gören Turk sergisinin lojistik ve sponsorluğundan sorumluyduk. Bu yıl Fransa’da ‘Türk Mevsimi’ etkinlikleri kapsamında altı aylık yoğun bir dönem yaşadık. Bu sürede 12 şehirde 400’e yakın etkinlik yapıldı. 2011’de Iskandinav ülkelerini kapsayan projeler gerçekleştireceğiz.

2010 İstanbul Kültür Başkenti sebebiyle farklı tatlar olacak mı?

Bunun için ayrı bir program yapmadık ama kendi festivallerimizi bu konseptle geliştirdik. Mesela Arvo Pert’in dünya prömiyerini 2010 Müzik Festivali’nde yapacağız. Yine bu festivalin konukları arasında yer alan Viyana Filarmoni dikkat çekici bir topluluk. Tiyatro Festivali’nde Japon yılından dolayı bu kültüre ağırlık verildi. Bu arada John Malkoviç’i sahnede görmek isteyenler Tiyatro Festivali’ni kaçırmamalı. Pozitif’le birlikte gerçekleştirdiğimiz U2 konseri de bu yılın önemli konserlerinden.

İKSV kendini nasıl güncelliyor? Sanatçıları nasıl takip ediyor?

Pek çok bilgi kendiliğinden bize akıyor. Ayrıca İKSV, diğer sanat kurumlarıyla el ele çalışıyor, bu sinerjiyi önemsiyor. Zaten kültür sanatın tek bir şemsiyesinin olması söz konusu değil.

Peki festival neden sanatseverler için çok cazip bir kavram?

Festival heyecan demek. Belli bir zaman diliminde yoğunlaştırılmış bir heyecanı yaşıyorsunuz. Sizin adınıza dünyayı takip edenler, sizin için seçtiklerini karşınıza çıkarıyor. Festivaller enteresan bir etkileşim sağlıyor. Eskiden festival sadece sanatçıyı getirtip burada performans sergilemesini sağlamaktı ama şimdi bunun ötesine geçti. Yenilikleri topluma sunmak, eğilimleri, akımları taşımak gibi başlıklar da festivallerin yüklendiği misyonun içinde yer almaya başladı. Biraz daha eğitici ve bilgilendirici bir kimliğe büründü.

Ömür Bozkurt’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 4. sayısında (Nisan 2010) yer aldı. Türkşan Karatekin tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğrafları Cihan Aldık tarafından çekildi. Sayfa tasarımı ve uygulaması Orçun Peköz tarafından yapıldı.