bread

Farklı sanatların kesişim noktası: Arte İSTANBUL

İçindeki yaratıcılığı ve üç boyutlu algıyı heykel yaparak hayata geçirebileceğini keşfeden SEV Yönetim Kurulu Yedek Üyesi Zeynep Arabacıoğlu Özbilen (ÜAA’83) Beyoğlu’nda tarihi bir binada sanatseverlere renkli ve etkileşimlere açık bir dünyanın kapılarını aralıyor. Arte İstanbul Sanat Merkezi, güller ve heykellerle dolu yemyeşil bahçesiyle sanatseverlerin yeni buluşma noktası.

Arte İstanbul bir sanat merkezi, ama sanatların birbirini etkilediği atmosferiyle aslında kendi sanat yolculuklarında farklı arayışlar içinde olanların buluştuğu bir yer. Zeynep Arabacıoğlu Özbilen bu mekana heykeltıraş Yunus Tonkuş’la birlikte hayat vermiş. Kurucu ortağı olduğu merkezin işletmeciliğini de üstlenen Özbilen’le heykel tutkusunu, Arte İstanbul’un ortaya çıkış sürecini ve okul günlerini konuştuk.

Heykelden önce müzik var yaşamınızda ve bunun geçmişi de epey gerilere uzanıyor, değil mi?

İlkokul 1. sınıftan üniversite son sınıfa kadar müzik hep hayatımdaydı, şarkı söyledim mesela. Hazırlıktan başlayıp liseyi bitirene kadar hep sahnedeydim. Çok minik olduğum için, lakabım ‘minyatür’dü. ‘Boyumdan büyük’ şarkılar söyleyerek ablalarımı eğlendiriyordum. Sevgili müzik öğretmenim June Artunkal, okulda her sene bir müzikal   sahnelenmesi için insan üstü bir çaba harcardı. Tüm metni sadeleştirerek çoğaltır, şarkı notalarını elle yazar, hem tiyatro yönetmenliğini yapar, hem de piyanoyu çalardı. Mrs. Artunkal’ın sayesinde, orta ikide Annie’yi, lise sonda da The Sound of Music’de Maria’yı oynadım. Son senemde ise Müzik Kolu Başkanı olarak, bugün gülümseyerek baktığım, ama o gün için çok önemli projeler gerçekleştirdik tüm ekip.

Peki heykel? 

Güzel sanatlarla ilişkim uzun zaman iyi bir izleyici olmaktan öteye gitmedi. Ta ki, yedi sene önce birden bire heykel yapmaya başlayana kadar. O güne kadar heykele eğilimim olduğunun bile farkında değildim. 20’li yaşlarımda dövme demirden asma kilitler toplamaya merak saldım. Metalle ve üç boyutlu objelerle tanışmam demir kilitlerimle başladı. Yine aynı dönemlerde “ellerimi kullanarak üç boyutlu bir şeyler yapacağım” derdim. Ama bunun heykel olacağını o zamanlar ben de bilmiyordum. Heykel yapmaya yönelmemdeki ana etken, yedi sene önce bir dekorasyon dergisinde, şu an iş ortağım heykeltıraş Yunus Tonkuş’la yapılan bir söyleşi ve bu söyleşiye eşlik eden bir fotoğraftır. Fotoğrafta Yunus Tonkuş kendi yaptığı bronzdan bir çello heykelinin önünde poz veriyordu. Heykelde hem müzik, hem metal, hem de üç boyutluluk vardı. O anda heykel yapmak istediğime karar verdim. Birgün iş çıkışı, Beyoğlu’nda sora sora Yunus Tonkuş’un atölyesini buldum, kapısını çaldım ve “Ben heykel yapmak istiyorum” dedim. Heykel serüvenim böyle başladı.

Arte İstanbul farklı sanat disiplinlerinin bir aradalığını temel alıyor. Bu çoğulcu bakış nereden kaynaklanıyor?

Kendimden örnek vererek sorunuzu yanıtlayayım. Bir gün atölyede kadın heykeli yapıyordum ve kadının başında bir lotus çiçeği hayal ettim. Bir yandan da müzik dinliyordum. Bir süre sonra hep aynı şarkıyı dinlediğimin farkına vardım. Hangi parçaymış diye baktığımda eserin adının ‘Lotus Çiçeği’ olduğunu gördüm. Bu raslantı sanatlar arasında bir etkileşim olduğunu anlamama yardımcı oldu. Bu etkileşim farklı üretimlerin de yolunu açıyor. Sanatçıları bulundukları noktadan, bambaşka yerlere götürebiliyor. Birçok ressam ve heykeltıraş, eser üretirken müzikle çalışır. Hatta farklı müziklerle farklı eserler çıkabiliyor ortaya. Gerçi hangisi hangisini etkiliyor daha tam karar verebilmiş değilim ama Bach dinleyerek heykel yapmak ortaya çıkan eseri nasıl farklılaştırabiliyorsa, heykeller arasında dolaşırken Chopin dinlemek, konser salonunda dinlemekten daha farklı bir enerji yaratabiliyor. Biz de Arte Istabul’da, resim, heykel, şiir, edebiyat, dans, tiyatro, sinema, müzik gibi farklı sanat dallarının üretildiği, sergilendiği, paylaşıldığı, tartışıldığı ve birbirini etkilediği bir ortam sunmayı hayal ettik.

Ne zaman ve hangi sanatsal buluşmaları içine alarak yola çıktı Arte İstanbul? Ve sonra neler eklendi bunlara?

Arte İstanbul 2008’in Ağustos’unda kuruldu. Farklı disiplinlerin birlikte yoğrulduğu bir mekan olma hedefiyle yola çıktık ancak heykelin biraz daha ağırlığı vardı. Ocak 2009’da Arte İstanbul’un açılışı için karma bir sergi düzenledik. Sanatçı dostlarımızın birlikteliğini temsil etmesi için yaptığımız serginin içinde resim, heykel, fotoğraf gibi birçok sanat dalından eserler vardı. ‘10 Sanatçı, 100 Eser’ temalı açılış özel sergimizde, Ali Konyalı, Alp Tamer Ulukılıç, Çerkes Karadağ, Gültekin Çizgen, Habip Aydoğdu, İbrahim Örs, Isa Çelik, Orhan Taylan ve Yunus Tonkuş’un eserleri sergilenirken, müzik sanatçısı Burçin Büke de müziğiyle katıldı. Daha sonra Bienalde ‘Heykel Bahçesi’ni yaptık. Tuğrul Selçuk, Ercan Yılmaz ve Yunus Tonkuş’un eserleri bahçe ortamında sergilendi. ‘Yarısı Heykel’ adını verdiğimiz ilk temalı sergimizle de galerimizi açtık. ‘Yarısı Heykel’, aralarında Alinur Velidedeoğlu, Altan Çelem, Andreas Theurer, Bahar Korçan, Ergin İnan, Fevzi Karakoç, Gül Ilgaz, Hüsamettin Koçan, Kornelius Grammenos, Mehmet Günyeli, Mehmet Uygun, Ömer Uluç, Özdemir Altan, Seçkin Pirim, Selahattin Yıldırım, Şahin Paksoy, Uğur Seyrek’in de bulunduğu, resim, heykel, fotoğraf, grafik tasarım, dans gibi farklı sanat dallarından gelen ve hepsi kendi dalında çok başarılı sanatçıların kendi disiplinlerinden üç boyutluluğa geçiş deneyimini yansıttığı bir sergi oldu. İkinci sergimiz ‘Genç Heykel’de ise 22 genç sanatçının eserleri sergilendi. Müzesinden, galerisine, sanat eleştirmenine kadar ‘Resim’ ağırlıklı bir düzende, ‘Heykel’e bir alan açabilmek, bizim için önemli hedeflerden biriydi. O nedenle de, bazısı ilk eserini sergileyen genç heykeltıraşlar kadar, bizde de çok farklı bir heyecan vardı. ‘Genç Heykel’ sergilerine önümüzdeki yıllarda da devam etmeyi amaçlıyoruz.

Genç sanatçılar arasında sanat eğitimi alanlar ne yoğunluktaydı?

Hemen hemen hepsi okullu ama bizim kriterlerimiz arasında okullu olmak gibi bir şart yok zaten. Burada eserlerinin sergilenmesi için yeterli olan kriter, kişinin kendini sanatçı olarak görmesi ve ortaya çıkarttığı eserlerin sanatsal değeridir.

Ne tür atölyeler düzenliyorsunuz?

En uzun soluklu olanlar heykel atölyeleri, ekim ayından haziran sonuna kadar sürüyor. Benim yedi yıl önce heykele başladığım ilk grubumla çalışmalarımız hâlâ devam ediyor. Aramızda kendi atölyelerini kuranlar var ama yine de Yunus Tonkuş’un atölyesine haftada bir gün gelirler. Heykel atölyesine katılanlar burada birçok akademiden daha zengin imkanlarla çalışma imkanı bulurlar. Desen çizerek başlanan, çoğu zaman modelli çalışılan, ara ara desene dönülen bir sistemle her malzemenin üzerinden geçilir. Gelişen tekniklerle birlikte mermer ve ahşap yontma, bronz ve alüminyum döküm gibi malzemeler kullanılır. Bu arada kalıp alma, döküm ve kaynak gibi teknikler öğretilir. Eğitimin son aşamalarında özgün çalışmalara yer verilir.

Arte Istanbul’da sunulan bir diğer sanatsal faaliyet de gravür atölyesidir. Balat’ta Dimitrie Cantemir Müzesi’nin bahçesinde açtığımız 1600 metrekarelik ‘Sanat Meydanı’nda sanatçılar hafta sonları, İstanbul konulu desen, sulu boya ve yağlı boya çalışmalar yapıyor ve sergiliyorlar. Biz orada İstanbul’u çoğaltmak, üretmek ve esere dönüştürmek istedik. Çünkü İstanbullu olarak bugün bile yaşayan, geçmişten bugüne aktarılmış, bugünden geleceğe aktarılması gereken yerleri sanatla tespit etmek istiyoruz. Müzenin alt katında kurduğumuz ‘Gravür Atölyesi’ de bu amacı güdüyor. Üçüncü Ahmet Çeşmesi, Dikilitaş, Süleymaniye Külliyesi ve İstanbul’un bugünkü görüntülerinin yer aldığı eserler var. Müdahale etmeden olanı yansıtarak sanatçı gözüyle İstanbul’un mirasının aktarılmasını hedefliyoruz. Üstelik tarihte İstanbul gravürü yapan Türk yok. Şimdi ilk defa genç Türk sanatçılar tarafından İstanbul gravürleri yapılıyor. Açık hava atölyemizi Balat’ta açarken amaçlarımızdan biri de mahalleyle bütünleşmekti. Bunun için önümüzdeki yazdan itibaren,  semt sakinlerine yönelik yazlık sinema gösterimleri düzenlemeyi planladık.

Gelişen ve büyüyen bir yapıdan söz ettiniz. İlerisi için hayalleriniz neler?

İlk olarak uluslararası çapta farklı disiplinleri kapsayan projeler üretmeyi planlıyoruz. Önümüze çıkan projelerin amaç birlikteliklerini keşfederek sinerjilerini de birleştirmeye çalışıyoruz. Anadolu kültürünün yaşanmışlıklarının nerelere taşınabileceği gibi alternatifler düşünüyoruz. Kültürümüzün derinliklerinde yatan mirası gün yüzüne çıkarmak istiyoruz. Ayrıca “PazARTEsi” sanat etkinlikleri adı altında, müzik, performans, film gösterim, söyleşi, dinleti gibi farklı sanatsal buluşmalar ve paylaşımlar da planlarımız arasında.

 

DIMITRIE CANTEMİR’İN EVİNVE BALAT SANAT MEYDANI

Arte İstanbul, Balat’taki Dimitrie Cantemir’in evinde gravür atölye çalışmaları düzenleniyor, bahçesinde ise sanatçılar farklı tekniklerle İstanbul’u resmediyor ve sergiliyor. Dimitrie Cantemir 1700’lerde İstanbul’da yaşamış bir Romen prensi. Bizim için önemi Türk müziğini notasyona geçirmiş ilk iki kişiden biri olması. Cantemir’in müzik notasyonu sayesinde, o dönemden birçok eser günümüze aktarılabilmiş. Balat’taki evinin olduğu yer sanat faaliyetleri yapılması amacıyla kültür merkezine dönüştürülmüş. Arte İstanbul gravür atölyesini ve İstanbul Resimleri Açık Hava atölyesi buranın geniş bahçesinde gerçekleştiriliyor. Böylece müzikle güzel sanatlar yine bir şekilde birleşmiş oluyor. Sanat Meydanının açılışında Bükreş’ten Dimitrie Cantemir müzik grubu gelerek 1200’lerden 2000’lere kadar Osmanlı ve Romen müziklerini icra etmişler.

 

ÜAA MÜKEMMEL BİR ORTAM SUNDU

Zeynep Arabacıoğlu Özbilen, ÜAA’dayken bireysellikten çok, ekip çalışmasının değerine inandıklarını kulüpler arasında da güçlü işbirliğinin olduğunu söylüyor.

İş hayatında, ÜAA’da edindiğim kazanımların çok faydasını gördüm. Örneğin profesyonel yöneticilik yıllarımda, görevim gereği birçok vakıf ve dernekte yönetim kurulu ve mütevelli heyeti üyeliği yaptım. Genç yaşımda çekinerek katıldığım bu toplantıların okulda yaptığımız kol ve kurul toplantılarında uyguladığımız adap ve usullerden hiçbir farkı yoktu.  Ayrıca ‘Home  Economics’ derslerinde de yemek, dikiş, sofra adabı, görgü kuralları, sağlık ve kişisel bakım konularında eğitim aldık. Bunun yanı sıra okulda kulüpler ya da kollar faaliyet yaparken birlikte çalışırlardı. Örneğin müzikal yaparken dekorlarımızı sanat bölümü hazırlardı. Farklı disiplinlerin birbirlerini destekleyerek ortak proje yapmaları konusunda okuldan deneyimliydik. Bireysellikten çok, ekip çalışmasının değerine inanırdık. Kol çalışmalarında, yıllık hedefler belirlenir, planlama yapılır, bütçe oluşturulur, bütçe kaynakları tespit edilir, bütçe açığını kapatmaya yönelik ‘Fund Raising’ çalışmaları planlanırdı. Tüm bunlar profesyonel hayatta da benzer süreçler. Akademik eğitimin, eğitimin çok önemli bir bölümünü oluşturduğu bir gerçek ama okulların toplam eğitimde, öğrencileri sosyal ve kültürel açıdan da bilgi ve beceriyle donatarak hayata farklı yönlerden hazırladıklarına inanıyorum. Bu açıdan ÜAA mükemmel bir ortam sundu bizlere.

Zeynep Arabacıoğlu Özbilen’le yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 6. sayısında (Ekim 2010) yer aldı. Türkşan Karatekin tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğrafları Cihan Aldık çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Orçun Peköz tarafından yapıldı.