bread

Müze hayat demektir

Müze ve müzecilik, hayatın tam da içinde yer alan bir faaliyet. Rahmi M. Koç Müzesi’nin Koleksiyon Yöneticisi Yeşim Anadol Zengin (UAA’94), müzelerin yaşayan mekanlar olduğunu söylüyor.

Müze gezmek, birçok insan için “sıkıcı” bir faaliyettir. Kapıda bir görevli ve içeride solgun ışıkların altında sıralanmış eserler vardır. Eserler hakkında fazla bir bilginiz yoktur. Saygıyla bakar geçersiniz. Eserler sadece göze hitap eder. Dokunmak, kesinlikle yasaktır. Oysa yeni müzecilik anlayışında müzeler, bir yaşam alanı olarak düzenleniyor. Sadece sergilemek amacı gütmüyor, alternatif eğitim mekanları olarak da hizmet veriyorlar. Ülkemizde bu çağdaş müzecilik anlayışının en iyi örneklerinden biri de Rahmi M. Koç Müzesi. Burada da nadide eserlere dokunmak elbette yasak. Ama dokunma duygusu göz ardı edilmiyor. Örneğin “Ne, Nasıl Çalışır?” ve “Renkli Matematik Dünyası” bölümlerinde ziyaretçiler, düğmelere basarak merak ettikleri aletlerin nasıl çalıştıklarını öğrenebiliyorlar ve birbirinden keyifli deneyler yapabiliyorlar. Bu müze, ziyaretçilerinin merak duygusunu körüklüyor ve onlarda heves uyandırıyor. Beş duyuya birden hitap etmeye çalışan bu müzeyi ve yeni müzecilik anlayışını daha yakından tanıyıp öğrenebilmek için müzenin Koleksiyon Yöneticisi Yeşim Anadol Zengin’le sohbet ettik.

Üsküdar Amerikan günlerinden söz eder misiniz?

Annem Canan Erman Anadol da Üsküdar Amerikan mezunu (1960). Kendisi okuldan dostlarıyla hala görüşür.. Benim ve ablamın çocukluğu da onun anıları ve “Üsküdar” kültürüne ve kendisine kazandırdıklarına dair bizimle paylaştıkları ile geçti diyebilirim. Ayrıca, ben ilkokula giderken komşumuzun benden büyük kızı da Üsküdar Amerikan’a gidiyordu. Üstünde “Üsküdar Amerikan” yazan bir okul servisi onu almaya geliyordu. Bu manzara da bir motivasyon oluşturdu galiba bende. Üsküdar Amerikan’ı kazanmak için gayret gösterdim. Üsküdar Amerikan yılları çok keyifliydi. İngilizceye özel bir ilgim vardı ve okulda aldığım İngilizce eğitimi gerçekten çok iyiydi. İngilizceyi ve tiyatroyu çok seviyordum. Okul boyunca tiyatroyla çok yakından ilgilendim.

Üsküdar Amerikan’dan sonra neler yaptınız? Müzeciliğe nasıl karar verdiniz?

Üsküdar Amerikan’dan sonra eğitimimi Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde devam ettirdim. Bu tecrübem bir yıl sürdü. O zamanlar Koç Üniversitesi yeni açılmıştı. Bir dostumuzun tavsiyesiyle oraya başvurdum. Tarih Bölümü’ne kabul edildim. O sene Tarih Bölümü’nde 2 kişiydik. Gayet keyifli üç sene geçirdim orada.  Mezuniyet yaklaşınca Tarih Bölümü mezunu olarak ne iş yapabilirim sorusuna yanıtı da Müzecilikte buldum. Müzeleri zaten hep sevmişimdir. Bunda ailemin de payı büyük. Yurtiçi ve yurtdışı gezilerimizde ailecek müze ziyaretleri yapardık. Müzecilikte karar kılınca master arayışlarına giriştim. Yıl 1998’di. Bu alana yönelik master programı yok denecek kadar azdı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Prof. Tomur Atagök’ün kurmuş olduğu bir program vardı. Lisans biter bitmez yüksek lisans sınavlarına girdim ve hiç ara vermeden öğrenciliğe devam ettim. 3 senelik çok ciddi bir programdı. Tezim müzede çocuklara yönelik bir eğitim programı hazırlanması ile ilgiliydi.  Yüksek lisans derecemi aldığım 2001 senesinin sonbaharında Rahmi M. Koç Müzesi’nin “Tersane” bölümünü açtığı ve envanter çalışmalarına yardımcı olacak bir stajyer aradığı bilgisi geldi. O sene stajyer olarak çalışmaya başladığım müzede neredeyse 10. yılımı tamamlıyorum.

Müzecilik nedir? Bir müze nasıl oluşur?

Müze olabilmenin baş koşulu, koleksiyonunuzun olmasıdır. Müzeciliğin en önemli misyonlarından biri o koleksiyonu, korumak, belgelemek, sahip çıkmak, sürdürülebilirliğini sağlamak; araştırmalarını yapmak, yeri geldikçe zenginleştirmektir. Müzelerin “canlı olmayan” bu varlıklara gönül borcu vardır. Eskiden müzeler, koleksiyonlarını camlı dolaplar/ vitrinler içinde sergilerlerdi.  Bir nevi “ gelmeseniz de olur aslında, ama madem geldiniz gelin, bir gözünüzün ucuyla bakın çıkın ” der gibi.  Neyse ki bu anlayış hızla değişti. Günümüzde müzeler koleksiyonlarını halka açıyor, halkla paylaşıyorlar; bu şekilde halkı eğitiyor ve halkın keyif almasını sağlıyorlar. Artık müzelerin – hem yeni kurulanların, hem de mevcut müzelerin- önemli misyonlarından biri de ziyaretçileri müzeye alıştırmak ve müzelerin günlük hayatımızın bir parçası haline gelmesini sağlamak olduğunu düşünüyorum. Müze gezen, bundan keyif alan biri başka müzelere de gideceği gibi; müzenin sürekli geliştiğini, değiştiğini bilen biri aynı müzeye de defalarca gidecektir. Belki bu misyonun bir parçası olarak müzeler günümüzde alternatif eğitim kurumları ve keyifli yaşam alanlarıdır. Bir sürü şeyi müzelerde yaparak ve yaşayarak öğrenebiliyorsunuz.

Rahmi M. Koç Müzesi’nin temeli neye dayanıyor?

Kurucumuz Sayın Rahmi M. Koç’un bir ömür boyu biriktirdiği koleksiyon bu müzenin çekirdeğini oluşturuyor. Müzemizin konsepti genel anlamda, ulaşım… Hava, deniz ve kara yollarına ait birçok ulaşım aracı ve modelleri burada sergileniyor. Ulaşımın tarihi, bilim ve teknolojinin de tarihi olduğundan müzemiz bilim ve teknoloji müzesi olarak da tanımlanabilir. Bunun dışında bizim “Yaşayan Geçmiş” dediğimiz bölümler de var: Eski oyuncakçı, eski saatçi, eski demirci, eski zeytinyağı fabrikası gibi…

Burası aynı zamanda alternatif bir eğitim mekanı. Bunu nasıl gerçekleştirdiniz?

Tabii, biz Rahmi M. Koç Müzesi’nde 2002’den beri aktif bir şekilde eğitim programları düzenliyoruz. Bu programlar, okullar ve İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleriyle koordineli bir şekilde gerçekleştiriliyor. Bu programın temelini 2002’de Koç Okulları ve bu okulda çalışmakta olan değerli eğitimci Sayın Emine Bayam’la birlikte attık. Yurtdışındaki örnekleri de önümüze alarak bir eğitim paketi oluşturduk. Oluşturduğumuz program, öğrencilerin okullarında işledikleri müfredatla uyumlu bir program. Öğrenciler okullarında işledikleri ders konularını burada yaparak ve yaşayarak bir kez daha işliyor ve pekiştiriyorlar. Örneğin okullarında “ulaşım” konusunu işliyorlarsa burada ulaşım araçlarını, bu araçların gelişimini ve evrimini izleyebiliyorlar. Öğrenciler müzeye gelmeden önce öğretmenleriyle iletişime geçiyoruz ve onları müzedeki olanaklardan haberdar ediyoruz. Gezilerin üç aşamalı olmasını hedefliyoruz. Öğrencilerin müze ziyareti öncesinde konuyla ilgili araştırma yapmaları, müzede bu konuyu gözleriyle görmeleri- ya da bazen dokunmaları, sonrasında da konunun değerlendirmesini yaparak neler öğrendiklerini gözden geçirmelerini bekliyoruz. Bu sayede işlenen konu daha akılda kalıcı oluyor. Müze ziyareti müfredatı tamamlayan ve pekiştiren bir etkinlik oluyor. Ayrıca “Müzebüs” diye de bir projemiz var; 2003’ten beri Anadolu’da müzemize gelemeyenlerin okuluna biz gidiyoruz. “Anlatırsanız unuturum, Gösterirseniz hatırlarım, Yaptırırsanız anlarım.” der ya bir Çin atasözü, biz Rahmi M. Koç Müzesi’nde çocukların mümkün olduğu kadar yaparak, dokunarak gerçekten anlamalarını sağlayan eğitimler veriyoruz.

Müzecilik nasıl bir meslek? Diğer mesleklerden farkı ne?

Müzecilik idealizm gerektiriyor, bu işe gönlünüzü koymalısınız. Müzeler, banka, fabrika gibi klasik işyerlerine kesinlikle benzemiyor. Bu işi seven idealist insanların çabalarıyla müzeler ayakta kalıyor. Müzelerde eleman sıkıntısı, bütçe darlığı gibi problemler olabilir. Fakat bu sıkıntılar işe gönül vermiş insanların dayanışması, işbirliği ve azmiyle aşılıyor. Müzeleri alternatif eğitim mekanlarına dönüştürmek ve buralarda eğitim vermek, sanıldığı kadar büyük bütçeler gerektirmiyor. Öncelikle istemek gerekiyor. Gerisi bir şekilde geliyor.

Siz koleksiyonlardan sorumlusunuz. Neler yapıyorsunuz, sorumluluk alanınızdan söz eder misiniz?

Müzenin koleksiyonlarıyla ilgili hemen hemen her şey bizim aktivite ve sorumluluk alanımızı oluşturuyor. Faaliyet alanımız çok geniş. Koleksiyonumuzu geliştirmek durumundayız. Bu çerçevede bir koleksiyon ya da objenin bulunduğu yerden müzemize getirilip sergilenmesine kadar her aşamadan sorumluyuz. Restorasyonundan tutun sigortalanmasına kadar. Arşivleme, araştırma, etiketleme… Ayrıca yurtdışından getirdiğimiz ve kendi düzenlediğimiz sergiler için de çok ciddi bir çalışma yapıyoruz. Bizim işimiz hiç bitmiyor çünkü biz yaşayan bir kurumuz.

Ne tür sergilere katılıyor ya da ne tür sergiler getiriyorsunuz?

Yurtdışından sergiler getiriyoruz. Ayrıca yurtdışında sergilere de katılıyoruz. Mesela Norveç’teki Stavenger Arkeoloji Müzesi’yle bir Viking sergisi yaptık. Hamburg’da bir fuar kapsamında düzenlenen “Türkiye ve Deniz Sanatı” temalı bir sergiye katıldık. Henry Kupjack’in “Minyatür Odaları”nı Türkiye’ye getirdik. Son getirdiğimiz sergilerden biri de “Görünmez Müzisyenler”di. Belçika’dan getirdiğimiz ve mekanik müzik aletlerinden oluşan bu sergi de epey ilgi çekti.

Müze gezmek, birçok insan için “sıkıcı” bir faaliyettir. Ziyaretçiler, sergilenen eserlere bakarlar. Dokunmak yasaktır örneğin. Sizde de dokunmak yasak mı?

Evet, bizde de dokunmak yasaktır! Dokunursak o eserler yarına kalamaz çünkü. Ama biz dokunma duygusunu da tatmin etmeye yönelik düzenlemeler yapıyoruz. Müzemizde ziyaretçilerimizin dokunabileceği, bakabileceği, oynayabileceği bölümler var. Örneğin “Ne, Nasıl Çalışır?” bölümünde, düğmelere basarak o cihazın/aracın nasıl çalıştığını gözlemliyorlar veya “Renkli Matematik Dünyası” bölümünde birbirinden eğlenceli ve eğitici deneyleri yapıp, oyunlar oynuyorlar. Dokunmanın özellikle de çocuklar için bir şeyi algılayıp içselleştirebilmeleri için çok önemli bir duyu olduğunu biliyoruz. Müzeler, beş duyunun beşine de hitap etmek durumunda.

Müzeyi “yaşayan bir mekan” haline getirmek için neler yapıyorsunuz?

Sergilerimizi ve sergileme biçimlerimizi sürekli değiştiriyoruz. Ziyaretçilerimizle hep yeni ve daha fazla obje paylaşmak istiyoruz. Müzemizin monoton olmasını istemiyoruz. Gelen bir ziyaretçimiz bir daha geldiğinde farklı şeylerle karşılaşsın istiyoruz. Onlara yeni sürprizler sunmak istiyoruz. Bence müzelerin, hem yeni kurulanların, hem de mevcut müzelerin en önemli misyonlarından biri de halkın, ziyaretçinin ayağını müzeye alıştırmak olmalı..

Burası keyifli bir müze olmanın yanında çok hoş kafeteryalara da sahip bir mekan. Kafeteryalara neden ihtiyaç duyuldu?

Bazı ziyaretçiler, müzeyi 1 saate gezip çıkabileceğini sanıyor. Oysa müzemiz yaklaşık 28 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulu. Yani hiçbir şeyin önünde durmadan, bakmadan, uygun adım yürüseniz bile müzeyi gezmeniz en az 1.5 saat sürüyor. Dolayısıyla bizim müzemiz günlük bir müze. Yani bir gününüzü burada rahatlıkla geçirebilirsiniz. O yüzden yorulduğunuz zaman, bir şey içmek istediğinizde durup dinlenip bir çay içebileceğiniz veya karnınız acıktığında bir şeyler atıştırabileceğiniz mekanlarımız da var burada.

İzmir Amerikan mezunları birkaç sene önce Heritage Room adı altında bir küçücük odacıkta okulun tarihi boyunca kullanılan bir takım objeleri sergiledikleri bir “müzecik” kurdular. Benzer bir şeyi Tarsus Amerikan’lılar da yapmak istiyor, nelere dikkat etmemiz lazım böyle bir işe girişmeden önce?

Öncelikle, hedefinizi iyi belirlemeniz lazım: Amacınız ne, ne yapmak, neye ulaşmak istiyorsunuz, ana temanız ne olacak? Bunlar çok önemli. Bu soruların cevaplarını netleştirdiğiniz andan sonra gerisi yavaş yavaş oturur diye düşünüyorum.  Bu amaç ve ana tema doğrultusunda da koleksiyonun oluşturulması gerekir. Zira müze demek koleksiyon demektir,  ama unutmayın resmi anlamda bir müze olmak apayrı bir şeydir, bu nedenle hazırlayacağınız düzenlemeye belki sergi demek veya zaten kullanılmakta olan “anı odası” tabiri ile devam etmek bence yerinde olabilir.

Koleksiyon nasıl toplamalı?

Zaten elinizde bir şeyler vardır düşünüyorum.   Mezunlara, “dostlara” haber salınarak koleksiyonu genişletmek mümkün.  Ayrıca, eski fotoğraflar kullanılarak “replika”lar yaptırmak da olası. Mühim olan ana tema etrafında toplanan koleksiyonun iyi arşivlenmesi, eksiklerin tespit edilmesi, arşiv yapılırken objelerin fotoğraflanması. Bu aşamalardan sonra iş sergilemeye geliyor. Mekanın sergi için düzenlenmesi, vitrin gerekiyorsa örneğin, yaptırılması… aydınlatma, havalandırma… ayrıca bilgilendirme etiketlerinin ve panoların hazırlanması… Bence bu noktada sadelik ön planda olmalı. İnsanları bilgiye ve objeye boğmayan, algılanması kolay bir yaklaşım izlenmeli.  “Oda”yı ziyaret edenlerin yanlarında birkaç güzel bilgi/anı ile ayrılmalarını sağlamak bence anlamlı olur..

 

GRAMAFON İĞNESİ ve GEMİLER

Türkiye’de Ulaşım, Endüstri ve İletişim tarihine adanmış ilk önemli müze olan Rahmi M. Koç Müzesi, Haliç’in kıyısında, endüstriyel arkeolojinin önde gelen örneklerinden olan muhteşem binalar içinde yer alıyor. Koleksiyonu, gramofon iğnesinden gerçek boyutlarda gemilere ve uçaklara kadar uzanan binlerce objeyi içeriyor.

NE, NASIL ÇALIŞIR?

Rahmi M. Koç Müzesi’ndeki “Ne, Nasıl Çalışır? Bölümü”, çocukların en çok ilgi gösterdikleri bölüm. Çocuklar burada gündelik yaşamda karşımıza çıkan birçok cihaz ve aracın özel olarak hazırlanmış şeffaf kesitlerini sadece bir düğmeye basarak çalıştırıp, nasıl çalıştıklarını görebiliyorlar. Ayrıca birçok bilimsel deneyin de yapılabildiği bu bölüm büyük – küçük bütün ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

DİNLENMEK İÇİN

Yaklaşık 28 bin metrekare üzerine kurulu olan Rahmi M. Koç Müzesi’nde bütün gün zaman geçirebilirsiniz. Ziyaret sırasında yorulursanız Demlik Kafe, Cola Büfesi, Fenerbahçe Büfesi, Müze mağazası, Barbarossa Pub, Halat Restaurant ve Café Du Levant’ta mola verebilirsiniz. Müze stilinde dekore edilmiş ve koleksiyondan parçaların sergilendiği, Halat Restaurant, Café Du Levant ve Barbarossa Pub pazartesi hariç hergün geç saatlere kadar açık. Müze ziyaretçileri hafta sonları Haliç kıyısında ücretsiz tren yolculuğu da yapabiliyorlar.

Yeşim Anadol Zengin’le yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 9. sayısında (Temmuz 2011) yer aldı. Gamze Arslan ve Leyla Keskiner tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Tufan Çivici çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Bülent Ustaoğlu tarafından yapıldı.