bread

Şehirlerin Sürdürülebilirliği

Ali Rıza Ersoy (TAC ’75): Şehirlerin Sürdürülebilirliği İçin Çalışıyor

Ali Rıza Ersoy (TAC ’75) 26 yıldır Siemens’te çalışıyor. Farklı departmanlarda yöneticilik yapan Ersoy, Temmuz 2011’den beri Kamu Yatırımlarından sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyor. Aslında bu çok yeni bir departman. Departmanın adı Şehirler, amacı ise sürdürülebilir şehirler için projeler üretmek. Bu departmanın önemi ise şu cümlede saklı: “insanlığın devamı için şehirlerin sürdürülebilir olması lazım”.

Başarılı, çok yönlü, çok renkli, çok sağlıklı… Ali Rıza Ersoy ile geçirdiğimiz birkaç saatte samimiyetine bayıldık, esprilerine güldük, içindeki hayat enerjisine hayran kaldık.

Belki de mütevazı olmadığı tek konu TAC sevgisi. Bir de ailesine, sevdiklerine ve 26 yıldır kesintisiz hizmet verdiği şirketine düşkünlüğü. Çocukken başlayan elektronik tutkusu çevresinde gelişiyor kariyeri. Dünyanın belki de ilk Şehirler Bölümü yöneticilerinden Ali Rıza Ersoy bugün insanlığın sürdürülebilmesi için çalışıyor. 90 yaşına kadar yaşamayı hedefliyor. Kariyeri gösteriyor ki, hedeflerine ulaşmasını biliyor…

Burası çok büyük bir kampus. Bize öncelikle içinde bulunduğumuz kompleksten ve Siemens’ten bahseder misiniz?

Burada bulunduğumuz şirket Siemens’in kendisi. Siemens tüketici tarafından genelde beyaz eşya markası ile tanınır. Oysa burası bambaşka bir dünya, muhtemelen bilmediğiniz bir dünya ve bu da çok doğal çünkü burada sadece “business to business” yapılır. Tüketiciye yönelik iş yapılmadığı için de yoldan geçen insan tanımaz bu dünyayı, bunda da bir sakınca yoktur. Şirket 165 yıl kadar önce kuruluyor. Werner Von Siemens şirketin ana kurucusu. Aslında bir bilim adamı. Dinamoyu keşfediyor. Dinamo ucuz elektrik enerjisi üretim şekli. Dolayısıyla Siemens sayesinde elektrik enerjisi ucuza üretilebilir hale geliyor. Bu gerçek bir devrim. Arkasından noktalı telgraf yerine daha pratik kullanımı olan telgrafı keşfediyor. Nasıl Edison ampulu bulup General Elektriği kuruyorsa aynı mantıkla Werner Von Siemens de Siemens’i kuruyor. Zaman içinde şirket gelişiyor ve büyüyor.

Simens’in Türkiye macerası nasıl başlıyor?

II. Abdülhamit ile Werner Von Siemens İstanbul’da bir araya geliyorlar. O dönemde Avrupa’da sokak aydınlatmaları başlıyor. Bunun için bol kablo, kablo için de bakır lazım. Ayrıca telgraf da yaygınlaşmaya başlıyor ve onun için de bakıra ihtiyaç var. Avrupa’da bakır yok, Osmanlı’da bakır var. Padişahla anlaşma yapıyor ve Ergani’deki bakır işletmelerini uzun yıllar Siemens işletiyor. Elde ettiği bakırı Almanya’ya ihraç ediyor. Ardından Babıali ile Dolmabahçe arasındaki ilk telgraf hattını Siemens kuruyor. Yani hükümetle padişah arasındaki ilk hat kurulmuş oluyor. 1800’lü yılların sonlarından bahsediyoruz. Arkasından Osmanlı’nın ilk enerji santralini kuruyor (bugün Bilgi Üniversitesi’ne bağlı Santral İstanbul olarak biliyoruz). Oradan elde edilen enerji Pera’nın sokak aydınlatmalarında ve troleybüslerinde kullanılıyor. Bağdat Demiryolu hattının elektrifikasyonunu yapıyor. Sonra araya savaşlar giriyor. Her şey sekteye uğruyor. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ilk radyo istasyonunu, ardından da ilk televizyon istasyonunu Siemens kuruyor. Gördüğünüz gibi Siemens Türkiye’de birçok ilki gerçekleştiriyor. 1956 yılında şu anda içinde bulunduğumuz kampus kuruluyor. Bu Türkiye’deki ilk yabancı yatırım, aynı zamanda elektrik alanındaki de ilk yatırım. Bugün Türkiye’de üretilen ürünler 5 kıtaya ihraç ediliyor. Türkiye çok ciddi bir üretim üssü Siemens için. Bazı konularda dünya üretim merkezi Türkiye. Çalışanların %100’ü bu toprakların insanları (sadece iki Alman çalışan var).

Siemens’in ana iştirak alanı nedir?

İçinde elektriğin olduğu her alanda Siemens de var. Siemens altyapı oluşturuyor. Şu anda Türkiye’de üretilen enerjinin kabaca üçte biri Siemens’in kurduğu enerji santralleri tarafından üretiliyor, Siemens’in kurduğu enerji nakil hatları ile iletiliyor, dağıtılıyor… Evinizde saç kurutma makinenizi fişe takıp saçınızı kurutmaya başladığınızda o enerjinin tamamında Siemens’in payı var. Ama son tüketici bunu biliyor mu, hayır, bilmesi de çok gerekli değil. Tüketicinin yolu aslında Siemens ile çok kesişiyor ama o bunu bilmiyor. Mesela hastanelerde manyetik rezonans (MR) cihazlarının ezici çoğunluğu Siemens’tir. Ama hastalar bunu bilmek zorunda değil. Beyaz eşya ise Bosch-Siemens ortaklığıdır, bir sermaye ortaklığıdır. Bugün gelinen noktada Siemens’in 190 ülkede organizasyonu var. Bu da dünyanın en yaygın organizasyonlarından biridir ama bu da kamuoyunda çok bilinmez. 33 bin yazılım mühendisi barındırıyor şirket. Bu da dünyadaki en büyük rakam. Günlük buluş sayısı kırk. Yılda 8 bin buluş gerçekleştiriyor. Toplam çalışan sayısı 400 bin civarında. Ciro rakamları 80 milyar avroya yaklaşıyor. Bunun üçte biri de sürdürülebilirlik adına yapılan yeşil hizmetlerden geliyor. Türkiye’ye bakarsak burada 2600 çalışan var. Gebze’deki fabrikamız Türkiye’nin ilk yeşil LEED sertifikalı fabrikası.

Sizin elektroniğe ilginiz ne zaman başladı?

Elektronik benim hobimdi. Ortaokuldayken evin üstü antenlerle doluydu. İlk transistorlü radyomu ortaokul 3. sınıftayken yapmıştım. O dönemler için bu çok alışılmış bir şey değildi. Okulda fen proje yarışmaları vardı. Her sene birinci olurdum. Ailem Aydın’daydı. Ben yedi gün yatılıydım. Yapacak çok fazla bir şey de yoktu. Ben de vaktimin çoğunu laboratuarda geçirirdim. Roketler yapardım, her hafta sonu uzaktan kumandalı bir roket atardım. Tarsus Amerikan Koleji’nde Audiovisiual Club’ı, Maket Uçak Kulübü’nü kurdum. Fotoğraf Kulübü’nün başkanlığını yaptım. Son sene de öğrenci birliği başkanı oldum. Son senemde TÜBİTAK Fen Projesi Yarışması için lazer yapmıştım (yıl 1975). Lazer çok iyi yapıldı ama çalışmadı. Okul çok yardımcı oldu ama basınç düşürücü düzeneğe ihtiyacım vardı, her yerde aradık ama bulamadık ve lazer de çalışmadı. Ama çalışmamış hali ile bile çok özgün bir projeydi.

Üniversite eğitiminizi de böylece elektronik ile ilgili bir alanda yaptınız.

Buraya geçmeden önce eğitime çok önem veren babamdan bahsetmeliyim. Babam İstanbul Üniversitesi’nden mezun ilk hekimlerden. Savaştan kaçıp İstanbul’a sığınan Yahudi asıllı Alman profesörlerin eğitim anlayışıyla eğitiliyor. Bu da onu çok etkiliyor. Eğitime müthiş önem veriyor ve beni sınavlara hazırlıyor. Çağının çok önünde koşturan biriydi, minnetle anıyorum. Daha test nedir bilinmeyen bir zamanda, Aydın’ın bir köyünde babam beni sınava hazırlıyor. 11 yaşında TAC’yi kazanıp evden ayrıldım. Kara trenle 36 saat süren bir yolculuktan sonra Aydın’dan Tarsus’a geldik. Otobüs hattı bile yoktu o zamanlar. Sadece yaz tatilinde eve giderdim. Onun dışında tam zamanlı yatılıydım. Sonra İstanbul Üniversitesi’nde Elektronik ve Haberleşme okudum. Elektronik sevgimi yüksek lisans ile dev am ettirmek istedim. Viyana Teknik Üniversitesi’ne yüksek lisans için gittim ama sistem farklı olduğu için lisansı tekrar okumak zorunda kaldım. Bu arada üniversitede araştırma asistanlığı yapıyordum. Yani okul ve iş bir arada. 4,5 yıl sonra mezun olduğumda çok istediğim elektronik yüksek lisansımı da yapmıştım. Viyana Teknik Üniversitesinden yüksek lisans derecemi aldıktan sonra doktoraya başladım ama iş teklifleri de alıyordum. Ama ben geri dönmeye karar verdim. 11 yaşında kısa pantalonla çıktığım aile evimi çok özlemiştim. Artık dönmek istiyordum. Türkiye’ye döndükten sonra Siemens’te çalışmaya başladım. 26 yıldır Siemens’teyim. İlk ve son şirketim. Buradan emekli olurum herhalde. Bizim şirkette bir kural var, gençlerin önünü açmak için 60 yaşında emekliye ayrılınıyor. Bu kural asla bozulmuyor. Elbette bu kural sadece Türkiye için geçerli. Avrupa’da genç nüfus olmadığı için böyle bir kural da yok. 26 yıl boyunca, Sağlık, İK, IT, Tedarik Zinciri, Ar&Ge gibi 9 ayrı departmanda yöneticilik yaptım. Hem operatif hem de kurumsal tarafta yöneticilik yapan ender şanslılardanım.

26 yıl çok uzun bir süre, hiç başka bir kariyer gelişimi düşünmediniz mi?

Şirketlerde bir makro kültür vardır, bir de mikro. Makro kültür şirketin genel prensipleridir. Mikro kültür ise her departmanın kendi içinde oluşturduğu kültürdür. 9 ayrı departmanda 11 ayrı pozisyonda çalışırsan emin olun hiç sıkılmıyorsun. Aynı şirket için çalışıyorsun ama apayrı dünyalar aslında. Sağlığı ele al, hastanelere elektronik sistemler getiriyorsun, rektörlerle, dekanlarla muhattap oluyorsun, akademik dünyayla ilişki içindesin. Bir de düşün ki İstanbul metrosunun kuruluşunu yapıyorsun. Bu iki dünyanın birbiri ile ilgisi yok aslında. Ortak olan tek şey ikisinin de içinden elektrik geçmesi. Ne şanslıyım ki Siemens gibi güvenli bir şemsiyenin altında tüm bu farklı dünyalara girebildim, farklı alanlarda çalışabildim.

Temmuz 2011’e kadar IT bölümünün başındaydınız, şu anda çok farklı bir bölümün yöneticiliğini yapıyorsunuz. Yeni bölümden bahseder misiniz?

Şu anda Kamu Yatırımları’ndan sorumlu Genel Müdür Yardımcısıyım. İlgilendiğim konular: Ulaşım sistemleri (hızlı trenler, metro sistemleri, tramvay sistemleri, hepsinin elektrifikasyonu ve sinyalizasyonu), su arıtma sistemleri (önümüzdeki yılların en önemli konusu), şehir güvenlik sistemleri (kameralar vs.), sağlık teknolojileri, bina teknolojileri (akıllı binalar) vs. Görevim icabı özellikle üstünde durduğum konu “sürdürülebilir şehirler”. Niçin mi? Şehirler şu anda dünya coğrafyasının %1’ini kapsıyor. Enerjinin ise %75’ini harcıyor. Karbondioksit salımının %80’ini gerçekleştiriyor. Dolayısıyla insanoğlunun geleceğine şehirlerde karar verilecek. Kullanılabilir su %1 civarında. Şehirleşme hızı saniyede 2 kişi. Ve bu sayı lineer artmayacak, katlanarak artacak. Dünyayı zaten 1 derece ısıtmışız, hiçbir şey yapmazsak 2050 yılında en az 1 derece daha artacak. Dünya nüfusu ise 9 milyar olacak. Müthiş tehditler bunlar. Bu nedenle Siemens 1 Ekim 2011 tarihinde “Cities” başlığı altında yeni bir departman kurdu. Zannedersem dünyada ilk defa bir şirket “bu tehditler karşısında ne yapabilirim?” diyerek “Şehirler” adı altında bir departman kuruyor. Burada, İstanbul Kanal Projesi, 3. köprü, iki uydu şehir projesi, Boğaz altından geçen ulaşım sistemi projesi gibi çok büyük projeler var. İzmit Körfezi’ni geçecek köprü inşaatı başlıyor. Hızlı trenler çalışmaya başlayacak. Enerji kesinlikle yetmiyor. Onlarca santral kurulacak. Bunlar yenilenebilir enerji kaynakları ile de çalışacak (güneş, rüzgar). Şehirleri sürdürülebilir hale getirmek insanoğlunu sürdürebilir hale getirmek anlamına geliyor.

Birey olarak sizce dünyanın sürdürülebilir olması için ne yapılmalı?

Dünya Bankası’nın hesaplarına göre biz şu anda 1.3 dünya kullanıyoruz. Dünya temmuz ayı gibi bitiyor aslında. Nedir bu biten diye sorarsanız, fosil yakıt kaynakları, kullanılabilir suyu, havası yani her şeyi ile ele aldığımızda şu anda harcadığımızdan %30 daha az harcasaydık Dünya sürdürülebilir olacaktı. Ama biz 1.3 harcıyoruz ve iştahımız durmuyor. Harcamaya devam edeceğiz, peki nereden harcayacağız? Öncelikle kendi geleceğimizden ama daha da önemlisi çocuklarımızın geleceğinden harcayacağız. Yani hırsızlık yapıyoruz. Bir sonraki jenerasyonun kaynaklarını kullanıyoruz. O halde ne yapılmalı? Çok basit, ya daha az tüketeceksin ya da geri dönüşüm yapacaksın. Aileden başlarsak mesela biz evde çöpleri ayrıştırıyoruz, geri dönüşümü olan her şeyi ayırarak nereye atılması gerekiyorsa oraya götürüyoruz. Daha az su harcamaya dikkat ediyoruz, boşa su akıtmıyoruz. Artık her şeye bu gözle bakıyoruz. Evde olabildiğince organik, çevre dostu ürünler kullanıyoruz, kimyasalları kullanmamaya çalışıyoruz. Mesela ben yıllardır şampuan kullanmıyorum, sabun kullanıyorum.

Tarsus Amerikan Koleji size ne ifade ediyor, arkadaşlıklarınız nasıl devam ediyor?

TAC 1975 mezunuyum. 75 mezunları olarak bağımızı hiç koparmadık. Bu konuda örnek teşkil edecek yıllardan biriyiz. Son 15 yıldır her ay toplanıyoruz. Bazen 8, bazen 14 kişi oluyoruz ama mutlaka bir araya geliyoruz. O toplantılarda hepimiz tekrar çocuklaşıyoruz. O yıllara geri dönüyoruz. Ben koleje ziyarete gittiğim her yıl kapıda ağlarım. Hep kendime söz veririm, “saçmalama artık yeter” derim ama yine ağlarım. Sırf bana bu imkanı sunduğu için ben babama aşığım. İkinci olarak okuluma aşığım. Tabii, eşime de aşığım…

WELLNESS

Ali Rıza Ersoy 5 yıl önce spor yapmaya karar verir ve spor koçu eşliğinde koşmaya başlar. Bugün yarı maraton koşucusu olarak spora devam ediyor. Spora başladığı sırada sağlıklı yaşamla ilgili kitaplar da okumaya başlar. Prof. Dr. Canan Karatay ve Ahmet Aydın’ın kitaplarını okur ve çok etkilenir. Sağlıklı ve uzun yaşam için beslenmenin önemine olan inancı okudukça daha da çok artar. Öğrendiklerini yakın çevresine aktararak onların da sağlıklı yaşama alışkanlıkları geliştirmesine yardımcı olmak için bir broşür hazırlar (tabiri caizse onları da “kurtarmak” için). Blogunda sağlıklı yaşamın ilk ipuçlarını bulabilirsiniz. Ersoy, daha fazlası için kitapların kendisini okumanızı tavsiye ediyor. Ersoy’un sevdiği bir başka konu ise yemek. Mutfak Dostları Derneği üyesi. Yemek ve şarap kurslarında öğrendiklerini oğlu ile birlikte senede sadece birkaç defa hazırladıkları özel yemek davetlerinde yakınları ile paylaşıyor, onlara bir “şölen masası” sunuyor. Kuşadası’nda ürettiği kendi şaraplarını ikram ediyor…

Ali Rıza Ersoy’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 11. sayısında (Ocak 2012) yer aldı. Leyla Keskiner ve Pınar Türen tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Cihan Aldık çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Kübra Şahin tarafından yapıldı.