ara
face
Son Yazılar
Yazının DevamıSezar ve Napolyon, turşunun askerleri için cesaret kaynağı olduğunu söylemişler....
Yazının DevamıYapımının hayli zor olması nedeniyle tadı ve kıvamı taklit edilemeyen...
Yazının DevamıBüyükannelerimizi işlerken gördüğümüz ve bir dönem demode bulunarak çeyiz sandıklarında...
Yazının Devamıİlkbaharın habercisi leylekler, özellikle Türkiye’de en sevilen hayvanlardan biri. Öyle...
Yazının DevamıSoğuk kış aylarının sıcacık yemişi… “Kestane kebap yemesi sevap…” Sobanın...
Rehberimiz Wordsworth: Tintern Abbey ve Furness Abbey
Yurtdışı gezileri hepimize farklı heyecanlar sunuyor. Kimilerimiz öncelikle müzelere koşuyor, kimilerimiz yerel mutfağın ürünlerini denemeye yoğunlaşıyor, kimilerimiz tarihi mekânlarda fotoğraf çektirmeyi seviyor, kimilerimiz de ziyarete geldiğimiz kentin yaşamına karışabilmek umuduyla ara sokaklarda, pazarlarda dolaşarak kaybolmaktan hoşlanıyoruz. Sanatseverler için seyahatlerin bir başka tadı da okudukları, sinemada izledikleri, hakkında yazılan, şarkıları söylenen ya da resmi yapılan mekânları yerinde ve “canlı” görmek, sevdikleri sanatçıların yapıtlarını düşünürken ya da oluştururken dolaştıkları, yiyip içtikleri, uyudukları mekânlarda o çok sevilen yapıtların izlerini aramak… Bu nedenle kaldığımız otellerde bize sunulan onlarca broşür ve reklâm malzemesi arasında bazılarımız da sevdiğimiz sanatçılara ait mekânların izini aramayı severiz.
Romantik şairin mekanlarının izinde
Benim de İngiltere seyahatlerim hemen her zaman sevdiğim yazarların ve şairlerin yapıtlarından tanıdığım, yaşam öykülerinde önemli dönemeçleri ya da uğrak noktalarını oluşturan yerleri görmek için pek de gizli olmayan bir gündemle doludur. Bu nedenle beraber seyahat ettiğim insanları da oyalayacak ve ilgilerini çekecek edebi mekânları keşfetmek için çok önceden araştırmaya başlarım. Son birkaç yıldır beraber seyahat ettiğimiz dostlarımızla uyan zevklerimiz sayesinde İngiltere’de yabancı turistlerin fazla uğramadığı, doğanın ve mimarinin beraber güzellikler sunduğu pek çok tarihi ve edebi mekânı görme şansımız oldu. Bunlardan ikisini size tanıtmak isterim: ilki İngiltere’nin batısında, Wales yöresindeki Tintern Abbey, diğeri ise Kuzey İngiltere’de, Göller Bölgesi’nin hemen kenarında yer alan Furness Abbey. Bu mekânlara beni yönlendiren rehber ise ünlü romantik şair William Wordsworth. Tintern Abbey, eğer Wordsworth’un çok bilinen şiirine ve ünlü İngiliz ressam Turner’ın çizimlerine konu olmasaydı İngiltere’de hemen her adım başı rastlanabilen eski manastırların pek çoğuna kıyasla önemsiz bir yıkıntı olabilirdi. 1131 yılında kuruluşunun ardından, 1536’da Sekizinci Henry tarafından manastırların kapatılarak topraklarının kraliyet hazinesine aktarılmasına kadar ayakta kalmış, küçükçe bir manastırmış. Büyük şehirlerden oldukça uzak, kentleşmenin kötü etkilerini bugün dahi fazla hissetmeyen sapa bir yerde manastır. Uzun, kıvrımlı bir dağ yolu ile etrafta hiçbir köy, hatta çiftlik olmayan yemyeşil bir vadide yol alarak ulaşıyorsunuz. Şimdilerde daha çok yerli turistin ziyaret ettiği küçük Tintern köyü karşılıyor sizi. Bu küçük manastırın ayakta kalan duvarları az ve fazla yüksek olmasa da ören yeri olarak “harap” denemeyecek kadar bakımlı bir yer. Dikkatli bir yeşillendirme ile duvarların içi ve etrafı çevrilmiş, çevresi de korunaklı durumda.
Zamanında da küçük bir inziva yeri olan Tintern Abbey, en parlak günlerini sanki Wordsworth’un orayı keşfinden sonra yaşamış. Kraliyet şairi olan Wordsworth, tren hattının Tintern köyünden öteye geçmemesi için ısrarlı bir kampanya yürüterek bölgenin ötesine uygarlık ve onun olumsuz etkilerinin taşınmasına kısmen engel olmuş, Tintern Abbey’nin yol kenarında unutulmuş bir kalıntıdan çok bir “son durak” olarak önem kazanmasına yol açmış denebilir.
Harabenin hemen yakınında, harika küçük bir nehir olan Wye akıyor; nehir kenarında küçük pub ve çay evleri, ayrıca artık esas işlevini yitirmiş olsa da ziyarete ve içindeki hediyelik eşya dükkânı ile başka tür bir ticarete açılmış bir de su değirmeni var.
Wordsworth’ün 3 katmanlı mutluluğu
“Tintern Abbey” şiiri ile tanıştığımda sanırım 20 yaşındaydım; Wordsworth’un şiirdeki kız kardeşi Dorothy’nin bu yöreye ilk seyahatini yaptığı ve gezisinin İngiliz edebiyat tarihindeki önemini tahmin edemeyeceği yaşlarda… Ben de bu metnin benim için önemini henüz anlayamayacak kadar ham ve eğitimsiz bir gözle okumuştum şiiri. Şiirde Wordsworth Dorothy’nin yöreye ilk gezisine eşlik eder ve onun yaşadığı heyecanın kendisinin buraya ilk geldiği zamanki duygularıyla örtüştüğünü anlatır: bu yeşillikler arasında kaybolmuş yıkıntının güzel görüntüsü kız kardeşine de soğuk kış günlerinde, kalabalık kent yaşamında, adeta bir esin, sevinç ve umut kaynağı olacaktır. Ona göre Tintern Abbey, genç gezgine üç katmanlı bir mutluluk verecektir. Bu cömert ve doğal yeşillik, neşeli bir sesle akan nehir ve gözlerden ırak, bu kutsal mekân öncelikle Dorothy’ye, genç bir hayvanın doğada özgürce koşuşturmaktan alacağı zevke benzer bir tad verecektir. Ancak daha sonra, kışın karanlık günlerinde gözünde tekrar canlanacak görüntüler, uzun bir aradan sonra sıcak bir özlemle hatırlanan bir dost iyiliğini yeniden yaşatırcasına dokunacaktır kardeşine. Son olarak da şairin bu deneyimler ışığında tekrarladığı ziyarette olduğu gibi, Dorothy, hayata olgunlaşmış ve gelecekte tekrar yaşayacağı zevklerin tatlı beklentisi ile bakmayı öğrenecektir. Wordsworth şiirini kız kardeşinin de bu güzel mekânda kendisinin yıllardır bulduğu gibi derin bir doyum bulacağına ve ağabeyini anacağına olan inancını dile getirerek sonlandırır:
… Therefore let the moon Shine on thee in thy solitary walk; And let the misty mountain windsbe free To blow against thee: and in after years, When these wild ecstasies shall be matured Into a sober pleasure, when thy mind Shall be a mansion for all lovely forms, Thy memory be as a dwelling-place For all sweet sounds and harmonies; Oh! then, If solitude, or fear, or pain, or grief, Should be thy portion, with what healing thoughts Of tender joy wilt thou remember me, And these my exhortations! …
(“Tintern Abbey”135-147) Wordsworth’ün sözünü ettiği duygu zenginliği çoğumuzun yabancısı olmadığımız bir deneyim sanırım. Uzun kış aylarında, iş ya da okul yaşamının en sıkıntılı, yoğun günlerinde hangimiz yaz tatilinde uzandığımız bir kumsalın, izlediğimiz bir gün batımının huzurunu hatırlayabildiğimizde mutlu olmayız ki? Dostlarla beraber yenen güzel bir yemeğin, iyi bir arkadaşla paylaşılmış uzun ve aklımıza kazınmış bir sohbetin etkisi zaman zaman bize yeniden canlılık vermez mi? En sıkıntılı ve çaresiz zamanlarımızda “keşke şimdi orada olsam…” diye aklımızdan geçirdiğimiz yerler yok mudur? Wordsworth’ün bu “insan” deneyimlerini aktardığı şiir, bir başka ünlü İngiliz şairin, Alexander Pope’un sözleri ile “What oft was thought, but ne’er so well expressed”.
Ressam elinden çıkmışcasına süslü köyler
Furness Abbey ise Kuzey İngiltere’de, şimdilerde ekonomik krizin yoksullaştırdığı bir sanayi yerleşimi olan Dalton-in-Furness’in yakınlarında, Göller bölgesinin eteklerinde olmakla beraber o bölgenin küçük sevimli evlerini görmek pek mümkün değil bu kasabada. Aksine sanayi devriminin kırmızı tuğlalı, hepsi birbirine benzer evlerinden oluşan ve günümüzde adeta bir terk edilmişlik içinde, kapanmış işyerleri ve renksiz, boş sokaklarıyla sadece bir saat uzaklığındaki Göller Bölgesi’nin hepsi adeta bir ressam elinden çıkmışcasına süslü ve renkli köylerinden çok farklı bir yerleşim. Furness Manastırı da 1123 yılında kurulmuş ve Sekizinci Henry tarafından lağvedildiği zamana kadar çok geniş bir araziye yayılarak çevre için büyük bir ekonomik güç oluşturmuş. Yalnız yörenin değil, İngiltere’nin en zengin ve güçlü manastırlarından biri olan Furness hem ticaret hem tarım için önemli bir itici güç iken, yakınındaki kasabanın günümüzdeki sessiz, terk edilmiş görüntüsü oldukça hüzün verici. Gene de manastır yıkıntılarının hemen yanında yer alan ancak bizim gittiğimiz günlerde Furness Abbey’de yaşanan restorasyon çalışması nedeniyle kapalı olan lüks otel ve restoran yerleşkesi Furness’in belli bir ilgi odağı olduğuna işaret.
İhtişamlı Furness manastırı
Wordsworth gibi Turner da bu görkemli yerleşkeye ilgi duymuş ve resimlerini yapmış. Ancak Wordsworth bu büyük manastırı konu ettiği iki ayrı şiirde de Furness manastırından söz ederken Tintern Abbey için kullandığı sesten çok daha farklı bir ses ile söz eder bu mekandan. “At Furness Abbey” adlı şiirinde zamanında belli ki cıvıl cıvıl hareketli ve bereket dolu kutsal bir mekan olan manastırın vefasız bir terk ediliş ile zamana kurban edilse de doğanın yaratıcı gücü ile nasıl şenlendiğini anlatır: Here, where, of havoc tired andrash undoing,Man left this Structure to become Time’s prey A soothing spirit follows in the way That Nature takes, her counterwork pursuing. See how her Ivy clasps the sacred Ruin Fall to prevent or beautify decay; And, on the mouldered walls, how bright, how gay, The flowers in pearly dews their bloom renewing!
Thanks to the place, blessings upon the hour; Even as I speak the rising Sun’s first smile Gleams on the grass-crowned top of yon tall Tower… (At Furness Abbey 1-11)
Tintern Abbey’de binanın kutsal görevi hemen hiç vurgulanmasa da Wordworth Furness Abbey’nin görkemli yapısında manastırın kuruluş ve işleyiş amacı olan dini boyutu da vurguluyor. Uzun özyaşam öyküsü de sayılabilecek şiiri The Prelude’un ikinci bölümünde de Furness Abbey için “a holy scene!” der. Ancak her iki mekan için de ısrarla öne çıkardığı özellik, doğanın bu ulu yapıların kalıntılarını nasıl sarmalayarak süslediği ve zenginleştirdiği. Yıkıntıları adeta ayakta tutan şey, onlara sarılan, çevreleyen ağaçlar ve bitkiler olduğu kadar sesleri ve kanatlarıyla hayat veren kuşlar, nehirler ve gölgelerindeki hareketlilikle canlandıran dağlar. Romantik şiirin ana özelliklerinden olan Panteizm, evren ve doğa ile Tanrı’yı eş tutar; bu nedenle Wordsworth bu iki dini yapının zaman içinde çevrelerindeki tüm canlı yaşamla bütünleşerek hala Tanrı’ya hizmet eden birer dini abide olduklarını bize söylüyor. Gerçekten de tarihin ve doğanın insan elinden uzakta kalan bu köşelerinde hepimiz derin bir huzur bulduk; şairin rehberliğinden çok memnun kaldığımızı söyleyebilirim.
Deniz Torba Ceylan tarafından kaleme alınan bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 11. sayısında (Ocak 2012) yer aldı. Konunun fotoğrafları da Deniz Torba Ceylan’a ait. Sayfa tasarımı ve uygulaması Kübra Şahin tarafından yapıldı.