bread

Tasarımcılık bilinmeyeni bulmaktır

Yeşim Demir (ÜAA ’87): “Tasarımcılık bilinmeyeni bulmaktır”

Yaratıcı enerjisi ile etrafına ışık saçan Yeşim Demir 1990’lı yılların başında başlayan meslek hayatını büyük bir başarı ile devam ettiriyor. Tasarım için düşünmenin ve zaman ayırmanın önemini vurgulayan Demir bilgisayarın ve teknolojinin sadece araç olduğunu hatırlatıyor.

Yeşim Demir mimar ailesinden aldığı yaratıcı genleri üniversite yıllarında grafiker olmayı seçerek değerlendirir ve koridorlarında büyüdüğü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olur. 90’lı yılların başında başlayan meslek hayatında birçok başarıya imza atan Demir ülkemizde grafik tasarımın gelişmesinde emeği geçen ve uluslararası alanda tanınan bir grafikerolarak hem kendi dünyası hem de tasarım dünyası ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Üsküdar Amerikan yıllarınızdan başlayalım istiyoruz. Kimler yönlerdi sizi ÜAA için? ÜAA denince ilk aklınıza gelenler? Nasıl anıyorsunuz o yıllarınızı?

Seksenli yılların başı idi. O zaman her okulun sınavına ayrı ayrı girilirdi. Ben pek bir şeyin farkında değildim. Çocuktum, ailem yönlendirdi. Okulumuzun kapısından ilk adım attığımda en çok binalardan etkilenmiştim. Özellikle Bowker Hall’dan. İlk ilgimi çeken büyük ağaçlar altına ve ardına gizlenmiş yapılardı. Ve elbette hocalar… Miss Linder, MissMillet, Mr. Larson, Nükhet Hanım, Leman Hanım… Hepsinin çok özel izleri vardır hayatımda. Hiç aklımdan çıkmayan bir konu da askeri darbe yıllarının bir yansıması olan sabah aramaları. Gencecik iki er dururdu kapıda, içeri girerken kimi zaman çantamızı kontrol ederler, kimi zaman bizimle bir iki kelime sohbet ederlerdi. Bahçede salıncakların orada sakin sakin yaptığım yürüyüşleri hatırlıyorum. Her şey bir yana benim için unutulmaz olan baharda etrafında fulyaların açtığı tenis kortu ve çevresi idi. Art House, Round House ve Kinney Cottage da özgünlük ve özerklik duyusu verirdi bana. Yani o dersliklerin o biçimde ana yapılardan ayrı durması bile hayattaki tercih ve olasılıkları gösteriyordu. Büyük ve hakim olan ile, küçük ve özgün olanın çeşitliliği gibi yani…

Lise sonrası tercihinizi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden yana kullanmışsınız. Grafik tasarımına yönlenmeniz nasıl oldu? ÜAA’da bu konuda sizi yönlendiren hocalarınız var mıydı ya da “meslekler günü” uygulaması sizi bu konuda yönlendirdi mi?

Mimar bir ailenin çocuğuyum. Akademinin koridorlarında büyüdüm desem yeridir. Mimarlık, resim, grafik, heykel hayatımızda hep yer alan kavramlardı. Misafirlerimiz, annemin babamın dostları hep bunları konuşur, paylaşırdı. Mimar Sinan benim için bir iklimdi yani. Aslında meslek değil okul seçtim diyebilirim. Şimdi yine kendi okulumda hocayım. Koridorların kokusu, döşemelerin rengi hâlâ aynı. Bu beni çok mutlu ediyor. İç mimarlık, resim, heykel ve grafik ile ilgileniyordum. Grafiği seçtim. Meslekler günü faydalı olmuştu. Ama o zamanlar bir de tiyatro ve basketbol tutkum vardı. Varsa yoksa tiyatro ve sahalar. Haldun Dormen davet edilmişti okula hatırlıyorum. Ve televizyonda Beyaz Gölge oynardı. Bir televizyon dizisinin birkaç yıl içinde bir ülkenin sokaklarına nasıl basket potaları yerleştirebildiğini gördüm. Müthiş bir şeydi… Lise sonda yön değiştirdim.

Profesyonel hayatınız 90’lı yıllarda başladı… İlk deneyimleriniz nelerdi? İKSV ile işbirliğinizden de biraz bahseder misiniz?

Diploma projem Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali üzerineydi. Gençliğin verdiği cesaret ile mezuniyet sonrası projemi kolumun altına alıp İKSV’nin kapısını çaldım. Koza Gökbuget ve Görgün Taner ile tanışmam o gündür. Doğru zamanda doğru yerde olmak gibisi yok, meğer onlar da tiyatro festivali afişi için yepyeni bir yapı arayışındalarmış. İlk işim tüm İstanbul’a, otobüs duraklarından kiosklara kadar asılmıştı. Çok heyecan vericiydi. Bu işbirliği, İKSV’nin genç bir tasarımcıya kapılarını açması ile başlayan bu tanışıklık yıllar içinde sıkı bir dostluğa dönüştü. Şakir Eczacıbaşı ve oradaki tüm dostlarımın benim için yeri, önemi ve sevgisi başkadır. Yıllar sonra Rpm/Radar’da çalışırken yollarımız yine örtüştü İKSV ile. 1996’dan beri gittikçe yoğunlaşan bir temasımız var.

İlk yıllarınızla bugünün giderek teknoloji giren tasarım dünyasını kıyaslayabilir misiniz? Bir röportajınızda …”[o zamanlar] Gönül, akıl ve el birlikte çalışırdı. El, bize zamanı yavaşlattığı için daha çok düşünürdük sanki.” diyorsunuz. Biraz açar mısınız?

Alet edevat kullanımı, bilgisayar kullanımının zaman kazandırma yanılgısı, zaman ve bütçelerin hamilelik süresini kısaltarak tasarımcıyı kimi zaman erken doğurtması gibi bir dönem yaşıyoruz. Sürekli bir zaman kazanma derdindeyiz. Siz bir köşeye zaman biriktirebildiniz mi hiç? Müthiş bir yanılgı. Zamanın asıl mesele olduğu bir çağda yaşıyoruz. Yapmak düşünmekten daha önemli oldu. Bu çok tehlikeli bir şey. Zamana karşı yarışan bir kimliğe büründük. “Gül çekerek uzamaz“ diye bir Çin atasözü var. Bu koşturma ve teknoloji aslında analog olan bedenlerimizin, çağrışımlarımızın özgün sonuçlar vermesini bloke ediyor. Yanlış anlaşılmasın, teknoloji ile bir sorunum yok, aksine fazlası ile ilgili bir kullanıcıyım. Ama hammadde biziz, onların araç olduğunu unutmamak lazım. Tasarım “tasa” kelime kökünden geliyor diye düşünürsek (gelmiyor ama böyle olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor), tasalanmak, düşünmek üretimimizin en önemli kısmı. Güzelleştirmek, süslemek gibi kavramları tasarımın yanına koymak doğru değil.

Demir Ajans nasıl kuruldu? Nasıl bir ekiple çalışıyorsunuz? Müşteri portföyünüz ve iş yelpazenizden bahsedebilir misiniz?

Demir Tasarım’ı dokuz yıl önce kurdum. Tasarımcı ve uygulamacıların yer aldığı aile gibi bir ekibiz. Çok geniş bir sektör portföyümüz var. Gıdadan, inşaata,tekstilden, iletişime kadar ağırlıklı olarak kurumsal kimlik ve marka danışmanlığı üzerine yoğunlaştık. Turkcell, İstanbul Modern Müzesi, Şölen Çikolataları, Komili… web sitemizde işlerimiz ve danışanlarımızdan oluşan bir seçki var. (www.demirtasarim.com)

Türkiye’de ve dünyada tasarımcılığı nasıl görüyorsunuz? Teknoloji tasarımcıya destek olurken bir yandan da “ben de yaparım” diyenlerin sayısını artırıyor mu?

Uluslararası temaslarım arttıkça tüm dünyada benzer koşulların benzer biçimde tasarımcıyı zorladığını görüyorum. Çünkü işveren zorlanıyor. Bu ekonomik dalgalanmalar sektörleri “fikrin ve özgünlüğün” değil, “hemen ve ucuz”un peşine düşürüyor. Tasarımcılık bilinmeyeni bulmaktır. Formülle, bilgisayar kullanmayla alakası yoktur. Araç gereç kullanmanın bu işle hiç alakası yoktur. Daktilo kullanınca Yaşar Kemal mi olunuyor? “Ben de yaparım” denmesine karşı değilim. Yapabilen yapsın. Mesele de o zaten, yapınca oluyor sanılıyor. Olmuyor işte. Kızmak konu değil. Sorun daha büyük. Giderek vasat, özgün olmayan, cansız, ruhsuz bir ağ ile çevreleniyoruz. Bu da gizli gizli hayat enerjimizi, heyecanımızı ve tutkularımızı rendeliyor. Oysa bir işi kıskanmak ne güzeldir. Ne tetikleyicidir.

Başkanlığını yaptığınız Grafikerler Meslek Kuruluşu hakkında bilgi alabilir miyiz? Ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz dernek olarak?

Bireysel varlığın bir yanı ile mutlaka kolektif fayda sağlaması gerektiğine inananlardanım. Takım olmayı ve herkesin faydası için çalışmayı galiba bize Üsküdar Amerikan aşıladı. Bundan da çok memnunum. 2006 yılından bu yana yaklaşık 6 yıldır Grafikerler Meslek Kuruluşu (GMK) Başkanıyım. GMK, grafik tasarım konusunda ülkemizde son derece saygın ve aranır bir kurum. 1978’de kurulan derneğimiz ICOGRADA üyesidir. Sergiler, yarışmalar, bilirkişilikler, seminerler, konferanslar ile çok yoğun bir programımız var. 2009 yılında AGI (Alliance Graphique International) zirvesini İstanbul’da gerçekleştirdik. Tamamen gönüllülük ilkesine bağlı olarak çalışan eşsiz bir yönetim kurulumuz var.

Yakın bir geçmişte ICOGRADA’nın yönetim kuruluna seçildiniz. Çok prestijli bir konum olduğunu düşünüyoruz.

Geçtiğimiz yıl Dünya Grafik Tasarım Birlikleri Konseyi ICOGRADA’nın yönetim kuruluna seçildim. ICOGRADA mesleğimizin dünyadaki en önemli kuruluşlarından biri. Her iki yılda bir dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleşen genel kurullara delege yolluyoruz. Bu nedenle, zaten derneğin ICOGRADA ile sıkı bir ilişkisi mevcut. Bunun yanı sıra IDA 2013 Tasarım Zirvesi İstanbul’da yapılacak. Tasarımın Davos’u olarak nitelendirilen bu dev kongrede grafik tasarım, iç mimarlık ve endüstriyel tasarım disiplinlerinden 3000’e yakın delege bekleniyor.

ICOGRADA ise IDA’nın üyesi. Tıpkı iç mimarlıkta IFI, endüstriyel tasırmda ICSID gibi. Bu üç sac ayağı IDA’yı oluşturuyor. Biraz karışık gibi geliyor biliyorum ama bir çatı gibi düşünün. IDA zirvesinin Türkiye’de yapılması ülkemiz için müthiş bir prestij ve fırsat. Kongreyi üstlenen İstanbul Teknik Üniversitesi. ETMK, GMK ve İç Mimarlar Odası olarak icra kurulundayız ve İTÜ’ye yaratıcı destek veriyoruz.

Mimar Sinan Üniversitesi’nde hangi dersleri veriyorsunuz? Dersleriniz nasıl geçiyor?

Yayın tasarımı ve bilgilendirme tasarımı konularında teorik ve uygulamalı dersler veriyorum. Derslerde açık bir paylaşım var. Proje üzerinden farklı noktaları açık olarak inceliyoruz. Öğrenciler bir değil birkaç proje yapmış gibi oluyorlar. Her öğrenci parmak izi kadar farklı. Çok dikkatli olmak gerek. Doğru veya uygun olanı tariflerken onların kendi kaynaklarını farketmelerini ve öne çıkarmalarını da sağlamaya çalışıyorum.

Gelecek için hayallerinz neler? Mesela 2022’de nerede olacaksınız? Hangi tasarımlarınız girecek hayatımıza?

İnsan bildiğini anlar diye bir laf vardır. Nerede olacağımı bilmek istemem doğrusu. Bu işin heyecanını öldürür. Ama nasıl olacağım konusunda bir tahmin yapabilirim. Yine heyecanlı ve sanki dün başlamış gibi meraklı. İki sergi projem var. Bir de çok yakın dostlarımın bildiği bir mimarlık tutkum. Kimbilir…

Yeşim Demir meslek hayatı boyunca önde gelen reklam firmalarında sanat yönetmeni ve yaratıcı yönetmen olarak çalıştı. Şu anda meslek hayatına kendi firması Demir Tasarım ile devam ediyor. 1993’ten beri Grafikerler Meslek Kuruluşu Sergilerinde birçok ödül kazandı. Avrupa Tasarım yıllığı ve bazı yabancı yayınlarda işlerine yer verildi. İstanbul, Duisburg, New York, Buenos Aires gibi şehirlerde eserleri sergilendi.

Tuna Bora’yla yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 11. sayısında (Ocak 2012) yer aldı.