ara
face
Son Yazılar
Yazının DevamıSezar ve Napolyon, turşunun askerleri için cesaret kaynağı olduğunu söylemişler....
Yazının DevamıYapımının hayli zor olması nedeniyle tadı ve kıvamı taklit edilemeyen...
Yazının DevamıBüyükannelerimizi işlerken gördüğümüz ve bir dönem demode bulunarak çeyiz sandıklarında...
Yazının Devamıİlkbaharın habercisi leylekler, özellikle Türkiye’de en sevilen hayvanlardan biri. Öyle...
Yazının DevamıSoğuk kış aylarının sıcacık yemişi… “Kestane kebap yemesi sevap…” Sobanın...
Halkla ilişkiler ve Betül Mardin’in gençlere mektubu
“HALKLA İLİŞİKİLER” ve “PROPAGANDA” AYRI KAVRAMLARDIR
Hİ faaliyetleri bazen de propaganda ile karıştırılır ve hatta propaganda olmakla suçlanır. Oysa bir öğretinin düzenli ve sistematik olarak yayılması, bir fikrin ya da davanın duyurulması, anlamına gelen propaganda da Hİ alanında yararlanılabilecek araçlardan biridir. Propaganda inandırma amacı güden faaliyetleri ifade eder ve bazen sanıldığı gibi kötülenmesi gereken bir uğraşı değildir. Propaganda, telkin edilmek istenen fikrin niteliğine göre topluma yararlı da, zararlı da olabilir.
HALKLA İLİŞKİLER İLE “DUYURMA” KAVRAMLARI FARKLIDIR
Halkla ilişkilerin karıştırıldığı bir başka kavram da “duyurma”dır. Bilgi yayma, bir örgüt ya da kişi hakkında sistematik bilgi dağıtımı; başkalarına bilgi vermek isteyen bir kimsenin bazı konuları kendi açısından açıklaması, anlamına gelen duyurma, iki yönlü bir faaliyet olan Hİ’in halka seslenme yönü ile ilgilidir. Uygulamada, HÍ çalışmalarında duyurma önemli bir yer tutar ve dinleme yönüne gereken önem verilmez. Oysa iyi bir Hİ programında söyleme ve dinleme, bilgi verme ve bilgi alma aşamaları arasında kabul edilebilir bir denge aranır. Aslında yukarıda sözü edilen kavramların her üçünü de Hİ’den ayıran en dikkate değer özellik, daha çok tek yönlü oluşlarıdır.
HALKLA İLİŞİKİLER ve İNSAN İLİŞKİLERİ
Hİ konusunda açıklığa kavuşturulması gereken noktalardan biri de bu alanın “insan ilişkileri” adı verilen alanla olan ilgi ve bağlantısıdır. Gerçekten de, bazen halkla ilişkilerin insan ilişkileri olduğu ya da örgüt içi ilişkileri de kapsamı içine aldığı yolunda görüşler öne sürüldüğü görülür. Tek başına kullanıldığı zaman insan ilişkileri, uluslararası ilişkilerden herhangi iki insan arasındaki ilişkilere -hatta kişinin kendi benliği (ego’su) ile olan ilişkilerine- kadar, taraşarını insanların oluşturduğu her türlü ilişkiyi kapsayan bir deyimdir. İnsanlardan oluşan örgütlerin, yine insanlardan meydana gelen halkla olan ilişkilerini düzenleyen Hİ’in, bu anlamda insan ilişkileri alanına girdiği kuşku götürmez. Ancak bunun böyle olmasının pratik bakımdan herhangi bir anlam ve önem taşımadığı da meydandadır.
HALKLA İLİŞİKİLERİN AHLAKİ YÖNÜ
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, Hİ’in ahlaki yönü ile il-gilidir. Birleşik Amerika’daki uygulama yüksek bir ahlak standardından genellikle yoksun kalmış, bu alanda yapılan çalışmalardan bazılarının bir göz boyamadan ibaret olduğu inancı yaygınlaşmış, bu da birçok kimsenin Hİ’e kuşkuyla bakmasına yol açmıştır. Bütün insan ilişkilerinde olduğu gibi Hİ’de de dürüstlüğün temel ilke olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Hİ hizmetlerinde çalışanlar bu ilkeyi temel davranış kuralı olarak kabul etmeli, güç durumlarda bile gerçekleri açık yüreklilikle ortaya koymaktan kaçınmamalıdır. Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, kanımızca, Hİ alanında çalışacaklar için de paha biçilmez bir kural değeri taşımaktadır. Halkla ilişkiler konusunda genellikle Amerika’dan örnekler verilmesi, sorunun henüz Türkiye’nin kendine özgü ortamı içinde sistemli bir biçimde incelenmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden Hİ’e ait aydınlatıcı bilgiler ancak Amerika’da yayınlanmış kitaplar ve yaşanmış deneyimlere başvurularak elde ediliyor. Çoğulcu ve her şeyin ticarileşmiş olduğu Amerikan toplumunun son derece oynak ve renkli, reklam ve propaganda tekniklerine aşırı ölçülerde yer veren Hİ faaliyetleri, o toplumu tanımayanların zihinlerinde, kendi koşullarımıza ters düşen, gerçekçilikten uzak bir imajın yaratılmasına yol açmaktadır. İyisi mi biz yine de kendi örneklerimizle devam edip, Türkiye’de halkla ilişkilerin gelişmesinde öncülük yapmış en önemli isimlerden Betül Mardin’in gençlere yazdığı mektupta dediklerine kulak verelim:
“Size öğüt vereceğime, yaşam hikâyemin bir yerinden girip diğer ucundan çıkmaya karar verdim. Yaşam, zaten ders kitabı değil midir?
Çocukken dilsizdim. İnsan özürlü olunca bir yolunu bulup, onu kapatmaya çalışır. Karşısındakini de kandırdığını, durumu idare ettiğini sanır. Ancak, o zaaşa ilgili soru sorulursa sakatlığını bütün açıklığı ile hatırlar.
Dostlar öğrenmek isterlerdi, ‘O yıllarla ilgili neler hatırlıyorsun, çok mu acı çektin? diye. Sıkıntım yoktu, fakat etraftakilerin beni göstererek konuşmalarından bende bir eksiklik olduğunu anlıyordum.
Sonra kelimeler ağzımdan döküldü, konuştum.
Başlarda cümlelerin ortasında durup, yutkunup tekrar konuşmaya devam ederdim. Gene o özrümden dolayı algılama sorunum vardı. Arkadaşlar bir veya iki defada konuyu kavrıyorsa, ben yazıp çizip temize çekip, sabah erken kalkıp okursam ancak anlıyordum…
Ama ben öğrendiğim vakit, arkadaşlara ders verecek duruma geliyordum. Dolayısı ile araştırmak, derinine öğrenmek, bilgi edinmek bende bir emel oldu. Kelimeler aklımda kalmazsa, başka komik sözcüklerle kaŞİyelendirirdim. Bazen aksi anlamına gelen bir kelimeyle hatırlardım. Önemli satırların altını mutlaka çeşitli renklerde kalemlerle çizerdim.
Zaaflarıma kul köle olmamalıydım. Belki tüm yaşamımda bu doktrin ile başarılıydım diyemem ama, sanıyorum hiç olmazsa bu yolda çok çalıştım.
Sonra, bir gün büyükbabam bana bir ‘iyi’ bir ‘kötü’ ders verdi.
Devrin hem ileri gelen bir iş adamıydı, hem de çok önemli bir hukukçuydu. Yemeklerinde siyasetçiler, şairler, yazarlar ve düşünürler bulunurdu. Konuşmalar fevkalade ilginç ve benim için öğreticiydi.
O gece, yemeğin ortasında, sohbet koyulaştığı bir anda, evin kahyası büyükbabama eğilip gizlice bir not iletti. O da etraftakilerden özür dileyip kalktı ve yandaki salona geçti. Çok geçmeden geri döndü ve nerede kalmıştık edasıyla oturdu. Konuklar merak etmişti, kötü bir haber miydi? ‘Hayır’ dedi büyükbabam, ‘Bizim postacımız, yıllardır Büyükdere-Sarıyer hattında görev yapar. Erzurum’a tayini çıkmış, ricaya gelmiş, posta müdürüne söyleyeyim diye.’
Konuklar ve aslında küçük ben, merak etmiştik, sorun çözülebilir miydi? Ümit var mıydı? ‘Yok, canım yardım sözü verdim ama müdürü de aramaya hiç niyetim yok’ dedi. O an gözümün önüne postacının sevinç ve umutla eve dönüşü geldi. Halbuki, ‘rica’ yerine hiçbir zaman ulaşmayacaktı, ona ve ailesine çoktan yol görünmüştü.
O anda ömür boyu sürecek bir yemin verdim: Benim defterimde insanı oyalamak olmayacaktı. Bir iş yapılacaksa, o an takibe alınacak veya baştan olumsuz cevap verilecekti.
Oyalamak, yapıyormuş gibi görünmek aslında karşısındakini aldatmak, onu haŞİfe almak değil miydi?
Bu olayda büyükbabam iyi bir not almamıştı ama verdiği diğer ders ile hayatımı düzene koydu.
Şöyle ki:
Gene bir akşam, yemekten sonra, kahveler yudumlanırken yaşamın güçlükleri, aşılması imkânsız manialardan (engellerden) söz ediliyordu. Büyükbabam ‘Her mania aslında kapalı bir kapı gibidir. Olay, o kapıyı ağzına kadar değil, bir kırıntık açabilmektir’ dedi. ‘Derhal, ayakkabınızın ucunu o araya sokup bekleyin. Kapı bir süre sonra mutlaka açılacaktır.’
Konuşmanın üzerinden birkaç yıl geçti ve babam benim yatılı olarak devam ettiğim koleji bitirmeme yasak koydu. Kapı yüzüme kapatılmıştı.
Yukarıdaki düsturu uygulamak üzere bir pazarlığa oturdum. Uzun tartışmalar sonucunda, gündüzcü olmak üzere anlaştık. Daha birçok şart vardı ama ayağımın ucu kapının aralığından girmişti.
Ertesi yıl üniversite yasak edilince tekrar aynı metoda başvurdum.
Dört yıl süren ‘biçki-dikiş, yemek-pasta, çocuk bakımı, ev idaresi’ gibi kursları bitirdim. Tüm yaşamımda, kâh tiyatro, sinema ve televizyonda çalışırken, kâh turizm, ağırlama veya halkla ilişkilerde bu bilgi birikimimden yararlandım, çocuklarımı elden geldiğince doktorsuz büyüttüm. Kapı açılmıştı.
Derken çalışmam, bir meslek sahibi olmam yasaklandı. Ama artık dersimi biliyordum. İçimden bir enerji, önüne geçilmez bir güç yükseliyordu. Sanki çiçek açmış bir ağaç gibiydim. Kapının ardına kadar açılması yıllarımı aldı ama beklemek değdi diyorum. Sevgili gençler, her şeyden önce amacınızı bilmeniz gerek. Güçlükleri aşmak, kapıları açmak hep o amaca varabilmek içindir.
Sevgilerimle,”
Betül Mardin
Muğla’da dondurmacı olan Ali Usta gittikçe insanların tercihi olmaya başlayan büyük dondurma markalarına karşı var olma mücadelesi vermektedir. Bunun için de bir yandan dondurmasının reklamını yapmaya çalışırken bir yandan da yeni aldığı dondurma motoruyla köy köy dolaşmaktadır. Kasabanın haylaz çocukları ise Ali Usta’nın sarı motoruna ve tabii ki içindeki dondurmalarına göz dikmişlerdir. İlk uygun fırsatta da motoru çalarlar. Borçla aldığı dondurma motorunu bıraktığı yerde bulamayan Ali Usta öfkeden delirir ve motorunu, kendisini yok etmek isteyen büyük dondurma markalarından birinin çaldığını düşünerek tek tek bayilerden motorunun hesabını sormaya başlar…
Bir başına kendi kendinin halkla ilişkiler faaliyetini sürdüren Dondurmacı Ali Usta’nın kahramanı olduğu “Dondurmam Gaymak” filmini izleyin.
Doğa Koleji’nde uygulanan t-MBA Modeli, öğrencileri geleceğe hazırlıyor. Tetra İletişim, bu model için müfredat kitapları hazırladı. Burada yer verdiğimiz “Halkla İlişkiler” adlı konu, “Değişim Mühendisliği ve Pazarlama” (ISBN: 978-605-4101-23-8) adlı kitabın 72. sayfasında yer alıyor. Ersin Toker tarafından kaleme alınan kitabın tasarım ve grafik uygulamasını Didem İncesağır yaptı. Kitaptaki çizimler Ender Özkahraman ve Behzat Taş’a ait.