bread

Dünyaya bakmanın en insancıl yolu: Mevlana ve Tasavvuf

Hong Kong Üniversitesi’nde müzik profesörü olarak görev yapan Victor A. Vicente Mevlana müziğini ele aldığı araştırma tezi sonrasında başladığı içsel yolculuğu, yaşadığı ilginç deneyimleri ve yabancı kültürden gelen biri olarak Mevlana’nın onda yarattığı dünyayı MESAM Vizyon okurları için kaleme aldı.

2002 yazında Anadolu’ya yaptığım ilk ziyaretten beri Türk müziği ve kültürü öğrencisiyim. Etnomüzikoloji dalında doktora yaptığım için buraya bir tez konusu bulmaya, aynı zamanda bir çeşit bilgelik ve ilham arayışı sebebiyle geldim. Türkiye’de geçirdiğim süre boyunca Bursa’da oryantal müziği, Şanlıurfa’da halk müziğini, Antalya’da Türkçe tekno müziği ve Türkiye’nin her yerinde ezan sesini dinledim. Tüm bunlar dışarıdan araştırmacılar tarafından ilgi gören ve gerçekten ciddi araştırmayı hak eden başlıklar. Ancak çok kısa sürede anladım ki ben “tasavvuf müziği” üzerine çalışmalı ve onun hakkında yazmalıydım.

Tasavvuftaki sembolizm

Tasavvufla ilk karşılaşmam Türkiye’ye olan gezimden birkaç yıl öncesine, bir seminerde izlediğim Mevlevi Semazenlerin döndükleri, Mevlana ve Hafız hakkında bir şiiri tanıttıkları bir videoya uzanıyor. Şiirdeki sembolik anlamların farklı katmanları ve bu katmanların hala orijinal Farsi’nin çevirisinde bile bulunuyor olması merakımı uyandırmıştı. Müziğin ve sema seremonisinin sahip olduğu o sonsuz katmandaki sembolizmi beni derinden etkiledi. Dikkatimi, sayılar ya da şekiller gibi kendini günlük yaşamda gösteren muazzam sayıdaki sembollere yönelttim. Hatta duruma göre giyinmeye, günün spesifik özelliklerine göre belli renkler ya da stiller tercih etmeye başladım. Müziği icra ettiğimde ise enstrümanın ve çalış şeklimin kültürün baskın olan felsefesini nasıl yansıttığını anlamaya çalıştım. Hem Bali gamelan (Endonezya’nın Bali ve Cava adalarına özgü, vurmalı çalgılardan oluşan orkestra) hem de Avrupa Rönesans müziği çalıyordum.

İnsanınızın sınırsız cömertliği

Mevlana’nın öğretisi tamamen açık, davet edici ve her şeyi içine alıyor. Üstelik ben bunun içinde inanılmaz bir rezonans buluyorum. Bir Katolik olmama rağmen her zaman çok sayıda kutsal yol olduğunu biliyor ve bu gerçeğe saygı duyuyorum. Mevlana’da, hayatımı nasıl yaşamaya çalıştığımın ve insanlarla etkileşimde bulunduğumun hem kişisel hem de müzikal olarak şiirsel bir anlatımını buldum. Aslen Mevlana tarafından söylenmemiş olmasına rağmen “Gel, gel, ne olursan” dizeleri, her ne kadar günümüzde basmakalıp bir hale gelmiş olsa da, onun felsefesini en iyi özetleyen ve dünyaya bakmanın oldukça hümanistik bir yolu olarak kalan dizelerdir. Tezimi formüle etmekle mücadele ederken, Türk insanının sınırsız cömertliği ve misafirperverliğinin Mevlana’nın en temel mesajını ne kadar derinden içerdiğini görerek hayret ettim. Yıllar sonra fark ettim ki aslında bu durum beni Mevlana müziğinin Türk kültürü üzerindeki etkisi, gücü ve varlığı hakkında yazmaya sevk etmişti.

Mevlana’nın daveti

Türkiye’deki kısa gezimden sonra Amerika’ya tamamen enerji dolmuş olarak döndüm. Biraz Türkçe öğrenmiş, Türk kültürü hakkında çok fazla okumuş ve sürekli Türkçe müzik dinlemiştim. İki yıl sonra kendimi seyahatime devam etmeye ve daha çok alan çalışması yapmaya hazır hissettim. Araştırmamı Konya’da yani Mevlana’nın ve tasavvuf müziğinin ruhani merkezinde yaptım. Devamlı vazgeçirilmeye çalışıldım, insanlar bana böyle dinsel bir konuyu (en azından bu konu için) böyle laik bir ülkede çalışmamamı önerdiler. Benim yapmak istediğim şekildeki bir çalışma “araştırma olarak kabul edilmez” olduğu için araştırma vizem bile garanti değildi. Yine de Mevlana’nın daveti beni çağırıyordu ve ben de “araştırma olmayan araştırmamı” 2004-2005’te, bir yıldan fazla bir sürede turist vizesiyle yaptığım geziler sonrasında tamamladım.

Dilbilimsel incelik

Çalışmalarıma başlayınca bir tuhaflık fark ettim ve bu, çalışmamı önemli ölçüde tekrar formülize etmeme neden oldu. Çalışmak üzere Türkiye’ye geldiğim konu, batıda genel olarak “Mevlevi müzik” olarak biliniyordu. Ancak burada konuştuğum herkes benim Türkçemi düzeltircesine “Mevlana müziği” dediler. Bu başlangıçta biraz kafamı karıştırdı çünkü Mevlana bugüne ulaşabilen hiçbir müzik bestelememişti. Yavaş yavaş anladım ki insanların yaptıkları aslında bilinçsizce neyin önemli algılandığını açıklıyordu. Bütün müzik sistemi yalnızca sınıflandırılmamıştı ayrıca özel bir dini figürle bağlantılı olarak düşünülüp duyulmuştu. Buna karşın batıda buna paralel gelebilecek bir örnek yoktu, mesela “İsa müziği” gibi bir olgu batı dünyasında bulunmuyordu. En çok bu dilbilimsel incelik Mevlana’nın Türk kültürü üzerindeki etkisini layıkıyla takdir edebilmeme yardım etti.

Dinsel estetik sistemi

Böylece, ben de odağımı Mevlevi müzikten Mevlana için yapılan müziğe kaydırdım ve bir bağlılık göstergesi olarak bu müziğin bestelenmesi, icra edilmesi ve dinlenmesi üzerine çalışmaya başladım. Bazı insanlar için bu müziği dinlemek Mevlana’yı onurlandırmak ve Allah’a ibadet etmek anlamına geliyor. Bu çizgide inanan, Mevlana ve Mevlevilerle bağlantılı çok daha geniş bir semboller sisteminin parçası oluyor. Müziği ve bu müziğin içeriğini yorumlama yeteneği de çok daha kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Mevlana’nın yazılarını tekrar okuduğumda, kayıtlarımı yeniden gözden geçirdiğimde ve bilgi veren kişilerin deneyimleri üzerine çalıştığımda gördüm ki seyahat etmek atıfta bulunulan en güçlü semboldü. İnsanlar, Afganistan’dan (aslında son araştırmalara göre Tacikistan da denebilir) göç etmiş olan Mevlana gibi,  Türkiye’nin dört bir yanından ve yurtdışından Konya’ya seyahat eder, orada semah ve tasavvufla ruhani bir yolculuğa çıkarlar. Teorisyenler bu ritüele ‘yolu takip etme’ ya da ‘seyir’ derler. Kısacası bu; uyumlu, ikna edici ve ruhani olarak güçlü bütün bir müzikal ve dinsel estetik sistemidir.

Araştırmanın üçüncü boyutu

Doğrudan temas halinde bulunduğum tüm müzisyenler, semazenler, Mevlana ziyaretçileri, turistler, laiklik taraftarları gibi insanlarla olan etkileşimim, araştırma tezimde müzik ve müzikal estetik yoluyla ibadet etmenin yanı sıra üçüncü bir boyut oluşturdu. Bir müzik antropologu olarak son zamanlarda olduğu şekliyle müzikal geleneği belgeleme konusunda çok hevesliydim, özellikle de bir nesildir böyle detaylı bir etnografik çalışma yazıya geçirilmediği için. Bazı insanlar bana Mevlevi müziğin artık Tasavvuf içermediğini ve sadece turistlere gösteri amacıyla yapıldığını söyledi ne var ki aslında şimdilerde turistik değeri yüzünden zenginleşmiş olsa da birçok turist (yerli ya da yabancı) bu müziği dinlerken çok derin bir dinsel deneyim yaşıyorlar.

Mevlana ney değil, rebab çalıyordu

Odağımı Mevlevi müzikten uzaklaştırmak ve yaşayan bir uygulamayla ilgilenmek ayrıca benim Mevlana müziğinin sadece klasik ya da tarihsel Mevlevi tarikatının ayin-i şerifleri ile sınırlanmadığını duymama da yardımcı oldu. Türkiye’de ve dünyadaki birçok insan Mevlana’yı folklordan popüler müziklere hatta Türkçe olmayan müzikal deyişlere kadar çok farklı çeşitte müzikal formlarla kutluyor (anıyor). Aslında Mevlana’nın düşüncesi ve şiirleri oratoryolardan operalara rock şarkılarından tekno danslara kadar birçok şeye ilham vermiştir. Bazıları sonradan ortaya çıkan stili kabul etmekte zorlandılar, bunu yaratanların niyetlerini ve motivasyonlarını sorguladılar. Ama bu birçok insanın bunların içinde ruhsal bir değer bulduğu gerçeğini değiştirmez. Şüphesiz Mevlana’nın ömrü Osmanlı’nın klasik Mevlevi stilini görmeye yetmedi. Biz her ne kadar kendisini neyle ilişkilendirsek de tarihi dokümanlar gösteriyor ki Mevlana aslında rebab (Yayla çalınan uzun saplı bir saz) çalıyordu. Kapalı kulaklarla dinlemek ne Mevlana’nın öğretisinin ruhunu korumaya ne de Mevlana’nın dünya çapında sevildiğini hatırlamaya yararlı olur.

Saygı ve takdir görüyor      

Tezimi bitirdiğim için Mevlana müziği konusunda Kuzey Amerika, Avrupa, Afrika ve şimdi öğretmenlik yaptığım Hong Kong gibi dünyanın birçok yerinde konuşma yaptım. Gittiğim her yerde gördüm ki Mevlana ve onun müziğiyle yaşayan kalıcı mirası çok derin bir saygı ve takdir görüyor. Burada Hong Kong’da, tıpkı benim hayatımı zenginleştirdiği gibi birçok insanın hayatını zenginleştirmeye devam ediyor. Türkiye’de takipçilerinden öğrendiğim onun öğretileri ve dersleri, duyduğum, çaldığım ve çalıştığım müziği şekillendirdi. Dünyadaki diğer birçoklarıyla birlikte, Mevlana bana anlayış yolculuğumda rehberlik ediyor ve anlam arayışımda daha derinlere inme ilhamı veriyor.

Mevlana Yılından kimin haberi oldu?

UNESCO tarafından 2007 yılı bütün dünyada ‘Mevlana Yılı’ olarak ilan edildi. Gerçi ne Kültür Bakanlığı ne medya ne de özel sektör Mevlana’yı hakkını vererek dünyaya tanıtacak kapsamlı, anlamlı ve yaygın kutlamalar gerçekleştiremedi. Bir Mevlana filmi bile çekilmedi. Mevlana gibi bir halk ozanı ve duygu insanını dünyaya anlatmak öyle birkaç etkinlik, seminer, konser ve sema gösterisiyle olacak iş de değil zaten.

Her yıl 2-9 Aralık tarihlerinde kutlanan Mevlana Haftası kutlamaları kapsamında Konya’da Mevlana’yı anma törenleri yapılır. Düğün günü, vuslat günü anlamlarına gelen Şeb-i Aruz, anma törenlerinin halk dilinde bilinen diğer adıdır. Yurdun ve dünyanın dört bir yanından gelenler, Mevlevi yolunun öncüsü Mevlana’yı ziyaret ederler.

Victor A. Vicente kimdir?

Hong Kong Çin Üniversitesi (Chinese University of Hong Kong) de Asistan Müzik Profesörü olan Victor A. Vicente, MM (müzikte yüksek lisans) derecesini tarihsel müzikoloji alanında, MA (yüksek lisans) ve Ph.D (doktora) derecelerini etnomüzikoloji alanında Maryland Üniversitesi’nden aldı. Portekiz ve Portekizce konuşan ülke müzikleri yanı sıra Türkiye ve Orta Doğu müzikal kültürleri konusunda da uzmanlaştı. Son çalışması, Sufi İslam müziğinin içindeki hareket konseptleri ve Türkçe pop müziğindeki doğu – batı gerilimi üzerinedir. Diğer araştırmaları ve ilgi alanları Rönesans çok sesliliği, Endonezya gamelanı ve Hint film müzikleridir.

Mevlana müziğine ilişkin bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 14. sayısında (Ocak 2010) yer aldı. Victor A. Vicente tarafından kaleme alınan bu yazı, Elif Gamze Arslan tarafından Türkçeye çevrildi. Victor A. Vicente’nin fotoğrafları Cihan Aldık tarafından çekildi. Semazen fotoğraflarıysa Yelda Baler’e ait.  Konunun sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.