bread

İntizar: Orijinal ezgileri, etnik dilleriyle okumak istiyorum

‘Ihlamurlar Altında’ adlı televizyon dizisi için yazdığı ‘Zamansız Ayrılık’ şarkısıyla milyonları derinden etkileyen müziğin asi kızı İntizar, gerçekleştirmek istediği yeni projelerinden söz etti. Bir filmin müziklerini baştan sona yapmak istiyor. Tüm yörelere ait gizli kalmış şarkı ve türküleri orijinal ezgileri ve etnik dilleriyle seslendirmeyi planlıyor. Aynı zamanda televizyona da göz kırpıyor. Caz orkestrasıyla Türk Halk Müziği okuma hayali de var.

Roman evlerine benzeyen bir evde, Bektaşilik kültürüyle büyüyen İntizar, ne müzikteki arz-talep dengesine inanıyor ne de ‘keşke’leri olmadan yaşamaya. “Oldum, tamam bitti” demek yerine ‘Hep keşkelerimiz olmalı’ diyor. Bir televizyon çekimi sonrasında buluştuk İntizar’la, Mesam Vizyon’un kadınlarla örülü bu sayısı için. İstanbul’un trafiğinden bunalmıştı ama konu müzik ve yeni projeler olunca çözüldü.

Şarkı söyleme tutkusu ne zaman ve nasıl başladı?

Ailemde herkesin sesi çok güzel olduğu için ben de ister istemez şarkılar söyleyerek büyüdüm. Evimiz neredeyse Roman evleri kadar şendi. Sürekli şarkılar türküler söylenirdi. Galiba bu durum biraz da ailenin genetiğinden kaynaklanıyor. Ben Tunceliliyim, ait olduğum Bektaşilik kültüründe, bağlama önemli olduğu için duygular da söz ve bağlamayla dile getirilirdi. Aile de bu yeteneğin geliştirilmesi için çok uygun bir ortam vardı. Sesim güzel olduğu için ilk paramı, daha çocukluk yıllarında yine türkü söyleyerek kazanmıştım. O zamanlar ilkokula gidiyorum, okul dönüşünde Nuretin Ağabey adında bir komşumuz vardı. Çevirirdi beni, “Kız gel, bana bir türkü söyle sana 1 lira vereyim” derdi. Ben de, “Tamam sen önce parayı ver” derdim. Saz çalma konusuna gelince profesyonel anlamda değil, ama evde muhakkak enstrüman çalarım.

Eğer saz ve türkülerin olmadığı bir ortamda doğmuş olsaydınız yani aile ortamında bunlar olmasaydı siz yine müziğe yönelir miydiniz?

Anlattığım tarzda bir ailede yetişip de müziğe yönelmemek imkânsız gibi bir şey. Kaldı ki insanın içinde varsa muhakkak oluyor. Ama tarzım konusuna gelince orası biraz farklı. Ailem bile neden halk müziği dışında bir şey söylediğimi hâlâ anlayabilmiş değil. Ablam Berrin Su, Türk Halk Müziği albümü çıkardı. Ben de türküleri çok seviyorum, ama kendimi kısıtlamak istemedim. Hangi tür müzik hoşuma gidiyorsa onu söylüyorum. Bu durum biraz da olayların gidişatına bağlı aslında. İlk albümü hazırlarken, elimde söz ve müziği bana ait çok şarkı vardı. Prodüktörüm de, “Elinde kendine ait bu kadar güzel şarkı varken neden başkalarının eserlerini okuyasın ki” demişti. Ferdi Tayfur da şarkılarımı çok sevdiğini ve bunlara çok güvendiğini söyleyince ben de onları dinledim. Buna rağmen konserlerde tarzımın dışında eserler de okumaya özen gösteriyorum. Önümüzdeki dönemde sadece Türk Halk Müziği eserlerinden oluşan bir albüm hazırlamayı düşünüyorum.

Asker emeklisi bir babanın kızı olmak nasıldı? Aşırı disiplin içinde geçen bir çocukluk mu yaşadınız?

Hayır, ben dünyaya geldiğimde babam çoktan emekli olmuştu. Ondan sonra da uzun yıllar bir termik santralde çalıştı. Her ailede olması gereken disiplin bizde de vardı. Ama bu beni derinden etkileyecek ölçüde değildi. Biz 10 kardeş olmamıza rağmen babam üstümüze titrerdi. Bize verdiği en önemli öğreti; eğitim oldu. Babam, “Eğitimsiz bir insan deli danalar gibidir” derdi. Bizim disiplinimiz de eğitim oldu.

10 çocuklu bir ailede son çocuk olmanın avantajları ve dezavantajları olmuştur herhalde? Bakkala sürekli beni gönderirlerdi, (gülüyor). Angarya işlere hep ben koşardım. Ama sabahları en geç kalkan da ben olurdum, çünkü çok nazlıydım. Yemeğin en güzel kısmını bana ayırırlardı. Anne ve babam bir yerlere gittiklerinde bir tek bana çikolata getiriyorlardı.

Aile Tuncelili, bir yandan da İzmirlilik var. Hikâyesi nedir bu karışımın?

Ailem aslen Tuncelili, ama ekonomik sıkıntılar eğitim olanaklarının kısıtlı oluşu derken onlar da İzmir’e göç etmeye karar vermişler. İzmir’de lise yıllarında katıldığım bir şarkı yarışmasında birinciliğim var. Rahmetli Melih Kibar’ın da jüride bulunduğu bir yarışmaydı. Burada hem Türk Halk Müziği hem de pop müzik dallarında birinci olmuştum. Kazandığım ödül parasıyla da bizim bahçe duvarını yaptırmıştım. Zor ama güzel yıllardı. Sonrasında da hep kendi ayaklarım üzerinde durdum. Örneğin; Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okurken, bir yandan da barlarda şarkı söyleyerek okul paramı kazanmaya çalışıyordum. Bir süre sonra da okulu bırakıp, tamamen müziğe yöneldim. Ama okul bana çok şey kattı.

Okulu bıraktıktan sonra sanat hayatına nasıl atıldınız? Kimler sizi destekledi?

Beni gerçek anlamda ilk keşfeden kişi Ahmet Selçuk İlkan’dır. Biz Ahmet’le bir araya geldiğimizde çok şiirsel sohbetler ederiz. Edebiyatla ilgili hoş paylaşımlarımız olur. Ortak yanlarımız bu yönden oldukça fazla. O benim kalemimi, yani şarkı dilimi çok beğenir. Ahmet Selçuk İlkan birinci olduğum yarışmada beni dinlemiş ve sesimi beğenmiş. Ferdi Tayfur’a benden söz etmiş. Demodan sesimi dinleyen Ferdi Abi de çok etkilenmiş ve “Çağırın gelsin” demiş. Bir de Ahmet Selçuk İlkan’ın İzmir Menemen’de Ünal Tanrıverdi adında bir arkadaşı vardı, onun de desteği oldu. Sonrasında İstanbul’a geldim ve ilk albümüm “Gelincik”i yaptık. 400 bin sattı. Şimdi düşünüyorum da günümüzde 50 bin satan albüm için ‘iyi albüm’ denir oldu. Herhalde en sonunda “bir kaset sattım” diye sevinecek sanatçılar.

Peki, sizce müzik sektöründe özellikle de satışlar yönünde yaşanan bu düşüş sürecinin sebep ve çözümleri nedir?

Aslında her şey birbiriyle bağlantılı. Tıpkı bir zincirin halkaları gibi. Sektörde yaşanan olumsuz gidişin engellenebilmesi için öncelikle Türkiye’de kültür-sanat olaylarına büyük önem verilmeli. Türkiye’de nasıl tarihi eser kaçakçılığı oluyorsa aynı şekilde müzik kaçakçılığı da oluyor. Bence sektörde yaşanan bu kötü gidişatın temel nedeni; korsandır. Çünkü bu tür davranışlar soygundan başka bir şey değil. Ama kimsenin dönüp baktığı yok. Yetkililerin, müziği lüks olarak algılamaları son derece yanlış. Müzik ciddi bir ihtiyaçtır. Her gün en az iki saatin trafikte geçirildiği İstanbul gibi bir yerde müzik olmadan yaşayabilmek mümkün mü? Elbette Unkapanı’ndaki prodüktörlerin zamanında yaptığı hatalar da var. Çünkü zamanında sadece satış olsun diye çerezlik albümler piyasaya sürüldü.

İyi söylüyorsunuz ama prodüktörler kadar sanatçıların da bu kötü gidişatta rolleri yok mu?

Söylediğinizi anlıyor ve hak veriyorum, ama bir farkla. Burada suçu olan yaptığı müzikte estetik kaygılar güden sanatçılar değil, özensizce işlere imza atan şarkıcılardır diye düşünüyorum. Ama ne yazık ki şarkıcıların hatalarından sanatçılar da kötü etkileniyor. Bu vesileyle sektörde oluşan bu durumdan ders çıkarıp sanatçılar olarak toparlanmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben; hem prodüktörler hem de şarkıcılar tarafından sürekli dile getirilen “arz talep” söyleminin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu toplum ezberci olduğu için ne verirsen alıyor zaten. Aslında her şeyi sorgusuz sualsiz kabullenen böyle bir toplumda kaliteli yapımlarla toplumdaki müzik beğenisini yükseltmek hiç de zor değil. Ama bu yol kimsenin işine gelmiyor. Bu gidişle dibe vurmadan toparlanma olmayacakmış gibime geliyor.

Türkiye’deki sanat ve sanatçı hak ettiği yerde mi?

Geçenlerde TRT’de bir programa katıldım. Biri dedi ki, “Ne zamandır sizi takip ediyorum, onca güzel işler yapıyorsunuz. Neden hak ettiğiniz yerde değilsiniz?”Aslında ben de çok merak ediyorum, olmam gereken yerin neresi olduğunu. Bir gün cevabını bulursan sizlerle paylaşırım.

Siz de pek çok kadın sanatçının dile getirdiği kadın sanatçı olmanın zorluklarıyla karşılaşıyor musunuz?

Ben sadece kadın oldukları için kolaylıklar yaşayan bir sürü sanatçı biliyorum. Ama burada dişi olmak ile kadın olmayı birbirinden ayırmak gerekiyor sanırım. Benim de yaşadığım sıkıntılar oldu. Ama kadınlığımdan değil dişiliğimi kullanmamamdan kaynaklanıyordu. Mesela benden de zaman zaman dekolte giyinmemi isteyenler oldu. Bu kadınlığın dişi yönünü öne sürmek isteyen bir zihniyetin dayatması. Yapsaydım ben de rahat ederdim. Ama yapmadım ve sıkıntılarına da katlandım. Çünkü ben kendimi kadından ziyade insan olarak görüyorum. Kaldı ki sokakta kadınım diye değil, insanım diye yürüyorum. Kadın olduğum için kayırma istemediğim gibi kadın kimliğim nedeniyle zorluk çıkarılmasını da istemem. Ben eşitlikten yanayım.

Kadınlarla ilgili toplumsal algılardan bahsetmişken siz de kadınlara atfedilen naiflik ve duygusallık yakıştırmalarına katılıyor musunuz?

Bu konuda hiç de feminist düşünmüyorum. Kadınlardan çok daha naif erkekleri de bilirim. Zaten son zamanlarda kadınlar beni çok şaşırtıyor. Şimdiki kadınların bir annelerine bir de kendilerine bakıyorsunuz, arada dünyalar kadar fark var. Gidişat iyi değil gibi. Metropollerdeki bu duruma rağmen doğu kültüründe kadın hâlâ evin direği ve sadakâtin sembolüdür. Kent kadınının içinde bulunduğu durum sanayi toplumlarına özgü bir değişim aslında. Kadının sanayi ile birlikte sosyal hayata katılması rollerinde de değişiklikler getirdi. Kadının elde ettiği bu kazanımlar eksikliklere rağmen büyük önem taşıyor. Bence iş yaşamında olduğu gibi meclisteki milletvekillerinin yarısı da kadın vekillerden oluşmalı. Çünkü erkeğe göre daha pratik bir zekâya sahip olan kadınların ülkeye daha faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Peki sizce neden meclisteki adaletsiz dağılım bir türlü aşılamıyor?

En büyük neden elbette ki eğitimsizlik. Bundan 30 yıl önce kız çocuklarının eğitime katılımı artırılmış olsaydı, o dönem okuyan kızların pek çoğu belki şimdi mecliste olurdu.

Kadınların yaşadığı sorunların ortadan kaldırılması adına duyarlı sanatçılara ne gibi görevler düşüyor?

Elbetteki sanatçılara büyük görevler düşüyor. Ama toplumun da sanatçıları eline mikrofon alan ve iki şarkı söyleyen kişiler olarak algılamaması gerekiyor. Toplumda sanatçılarla ilgili yaratılan yanlış algı giderek derinleşiyor. Bununla birlikte sanatçılara liderlik rolünün biçilmesine de karşıyım. Sanatçı neyse o olmalı. Ama toplumsal duyarlılıkla ilgili de bir derdi olmalı diye düşünüyorum.

Kariyeriniz boyunca yapmak istediğiniz ama yapamadığınız veya ‘keşke yapmasaydım’ dediğiniz işler var mı?

Var tabi, olmaz olur mu. Yanlış projeler, yanlış sözleşmeler olmuştur muhakkak. Zaten bir insan “tamam, ben oldum” diyorsa orada bir yanlışlık vardır. Hep ‘keşke’lerimiz olmalıdır. Yapmak istediklerime gelince: Buradan ilgililere seslenmiş olalım. Bir filmin tüm müziklerini yapmak istiyorum. Tüm yörelere ait gizli kalmış şarkı ve türküleri orijinal ezgileri ve etnik dilleriyle seslendirmek istiyorum. Bir de TV’de canlı performans programı gerçekleştirmek istiyorum. Albüm ise zaten yeni çıktı. Araya en az bir dört yıl girmeli ki şarkılarım iyice hazmedilsin. Bir de caz orkestrasıyla Türk halk müziği okumak istiyorum. Gerçekleştirebilirsem keskin sesleri olan arkadaşlarla düet de yapmak istiyorum.

Caz projenizi gerçekleştirebilirseniz ‘İntizar caz söyledi’ diye manşet atarlar.

Benim o manşette gözüm yok ki. İstesem bin tane manşet attırırım. Günlük yaşamda olduğu gibi müzikte de keskin ayırımlara karşıyım. Pop, caz, türkü bütün müzik dalları bir araya gelerek iyi müzik için mücadele etmeli. Sonra da kim neyi istiyorsa onu söyleyip onu dinlemeli.

İntizar’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 15. sayısında (Şubat – Mart – Nisan 2010) yer aldı. Türkşan Karatekin tarafından yapılan söyleşinin fotoğrafları Cihan Aldık tarafından çekildi. Konunun sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.